Bismillah..
Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidayete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidayete erdiremez.
Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun kulu ve rasulüdür.
İslam dininin temel dayanakları, birbirinden ayrılmaz iki unsur olan Kur-an ve Sünnet’tir. Kur-an’ın pratiği olan Sünnet İslam’ın altın çağları olan -sahabe, tabiin ve etba-ı tabiin- o kutlu dönemde saflığını büyük ölçüde korumuş, ancak daha sonraları sünnete Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in söylemediği, yapmadığı şeyler yani bid’atler sokulmaya başlanmıştır. Bid’at konusu, üzerinde çok konuşulan bir konu olmasına rağmen belki de en az anlaşılan konulardan biridir. Toplumun her kesiminde hemen her yerde gündeme gelmekte fakat bu kavramın mahiyeti tam olarak bilinemediği için çok kere yanlış anlaşılmaktadır. Hatta o derece ki sıhhatinde şüphe edilmeyen bir konu bakıyorsunuz bid’at olarak algılanıyor veya bid’at olan bir şey dinin bir ruknû, bir şartı gibi hüsnü kabul görüyor. Anlayışların bu kadar karmaşık olmasını, iki ana nedene bağlamak mümkündür; Birincisi, bid’atin, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetinin karşıtı ve düşmanı olduğunu toplumun gerektiği şekilde bilmemesi. İkincisi ise, bazı son dönem alimlerinin (!) sahih bir delile ya da sahih bir anlayışa dayanmaksızın, sünnetin düşmanı bid’atleri iyi (hasene) ve kötü (seyyie) bid’atler olmak üzere iki kısma ayırmalarıdır.
İşte onların bu ayrımı, bid’atler konusunda toplumun genelinde var olan cehaleti iyice körüklemiş ve gerçekte bid’at olan hususlar, “bunlar güzel bid’atlerdir” denilerek sünnetin rakibi haline getirilmiştir. Bunun doğal bir sonucu olarak da bid’atler, sünnetin yerini tutmaya başlamış, hatta bazı cahiller sünnetleri bid’at, sünnet ehlini de bid’at ehli olarak görüp tanımlamayı dini bir vecibe saymışlardır.
Hal böyle iken, müslümana düşen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetini öğrenmek ve onu yaşamak, dinden olmadığı halde dine sokulmuş veya sokulmaya çalışılan bid’atlerden şiddetle sakınıp onlarla mücadele etmektir. Müslüman bu yolda yürürken güzel bid’at, kötü bid’at gibi hakkında hiçbir sahih ve sarih delilin bulunmadığı kavram ve sınıflandırmalara aldırış etmeden Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “..Sonradan uydurulup dine sokulan her iş bir bid’at ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.” buyruğuna sımsıkı sarılır. Çünkü o bilir ki, din namına ne varsa muhakkak, o, Kur-an ve Sünnet’tedir. Bu iki kaynak dışında doğruluk, hayır ve güzellik arayanlar bilmelidir ki sonradan dine sokulan hiçbir işte bu vasıflar yoktur. Aksine sonradan uydurulup dine sokulan her iş, işlerin kötüsü ve en çirkini olan bid’atlerdir.
Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” (Mâide, 5/3)
İbnu’l Mâcişûn, İmam Mâlik b. Enes’i şöyle derken işittiğini söyler: “Kim İslam’da bir bid’at ihdas edip onu güzel görürse o, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in risalete ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmuştur: ‘Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.’ Öyleyse o gün din (den) olmayan şey bugün de din (den) olamaz.” [1]
İmam Şevkânî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah, dinini Nebisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ruhunu kabzetmeden önce tamamladığına göre; Allah, dinini tamamladıktan sonra bid’at ehlinin ihdas etmiş olduğu bu görüş nedir böyle? Eğer (ihdas etmiş oldukları bid’at) onların inancına göre dinden ise o zaman din onların nezdinde, ancak onların görüşleri ile tamamlanmış olur ki, bunda Kur-an’ı reddetmek vardır. Yok, eğer dinden değil ise ozaman dinden olmayan bir şeyle meşgul olmakta ne gibi bir fayda vardır? İşte bu kahreden bir hüccet ve büyük bir delildir. Bid’at ehlinin bu delile herhangi bir şeyle cevap vermesi kesinlikle mümkün değildir. Öyle ise bu yüce ayeti, bid’atçilerin yüzlerine vuracağın ilk şey (delil) yap. Öyle ki bu ayetle bid’atçilerin burunlarını sürter, delillerini geçersiz kılarsın.” [2]
Câbir b. Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki, sözlerin en hayırlısı Allah’ın Kitab’ı, yolların en hayırlısı ise Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi ise sonradan uydurulanlardır ve her bid’at bir sapıklıktır.” [3]
el-İrbâd b. Sâriye (radıyallahu anh) şöyle demiştir: Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere öyle bir nasihat etti ki, kalplerimiz ürperdi ve gözlerimiz yaşardı. Dedik ki: Ey Allah’ın Rasulü! Sanki bu veda eden birinin nasihatine benziyor. Bizlere tavsiyede bulun. Bunun üzerine O (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: “Sizlere Allah Azze ve Celle’den korkup sakınmanızı, başınıza idareci olarak tayin edilen köle dahi olsa onu dinleyip ona itaat etmenizi tavsiye ediyorum. Zira sizin içinizden yaşayanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir. İşte bu durumda size gereken, sünnetim ve benden sonra gelecek olan hidayet rehberi raşid halifelerin sünnetidir. Onlara azı dişlerinizle iyice sarılın. Sonradan uydurulan işlerden de sakının; çünkü her bid’at sapıklıktır.” [4]
İbn Receb (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ‘Her bid’at bir sapıklıktır’ sözü özlü -kapsamlı- sözlerdendir. Öyle ki hiçbir bid’at onun kapsamı dışında kalmaz. O, İslam’ın temel esaslarından büyük bir esastır.” [5]
İbn Hacer (rahimehullah) şöyle demiştir: “-Her bid’at bir sapıklıktır- sözü mantûku (lafzı) ve mefhûmu (ifade ettiği anlamı) ile külli-şer’i bir kaidedir. Mantûku ile sanki şöyle denir: Şunun hükmü bid’attir ve her bid’at bir sapıklıktır. Buna göre o şey dinden olmaz. Çünkü dinin tamamı hidayettir. O halde söz konusu hükmün bid’at olduğu sabit olursa iki öncül de doğru olur ve istenileni verir.” [6]
Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurmuştur:
“Kim bizim bu işimizde (dinimizde) ondan olmayan bir şey ihdas ederse o derhal reddedilir.” [7]
Abdullah b. Ukeym’den: Ömer (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah’ın sözü, yolların en güzeli Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Elbette sonradan uydurulup dine sokulan her şey bir bid’at ve her bid’at bir sapıklıktır; her sapıklık da ateştedir.” [8]
Abdullah b. Mes’ud (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Tâbi olun, bid’at çıkarmayın! Muhakkak size yetecek olan verildi; zira her bid’at bir sapıklıktır.” [9]
Abdullah b. Ömer (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Her ne kadar insanlar (bazılarını) güzel görse de, her bid’at bir sapıklıktır.” [10]
Bid’at Ehlinin Ortaya Attıkları
Bazı Şüpheler ve Bu Şüphelere Verilen Cevaplar
Birinci Şüphe: Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Kim İslam’da güzel bir çığır açarsa, kendisine onun ecri ve ecirlerinden hiçbir şey eksiltilmeden kendisinden sonra onunla amel edenlerin ecri vardır. Kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa, kendisine onun günahı ve günahlarından hiçbir şey eksiltilmeden kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları vardır.” hadisi hakkında anlayışları.
Bu Şüphenin Cevabı: Hadiste geçen “Kim güzel bir çığır açarsa” sözü (dinden olmayan) bir ameli teşri olarak ortaya koymak anlamında değil, (meşru olan) bir ameli önayak olmak suretiyle uygulama olarak ortaya anlamındadır. Dolayısıyla bu hadisle, Nebevi Sünnet’te sabit olan (ama sonradan unutulmuş) bir ameli önayak olmak suretiyle uygulamak kastedilmiştir. Nitekim bu manayı hadisin vurûd sebebi göstermektedir ki, o da (dinin) meşru kıldığı sadakadır.
“Kim İslam’da güzel bir çığır açarsa” sözünü söyleyen, “Her bid’at sapıklıktır” sözünü söyleyenin bizzat kendisi; yani Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dir. Dolayısıyla doğru ve doğrulanmış olan Allah Rasulü’nden, biri diğerini yalanlayan, ya da aralarında çelişki bulunan bir söz sadır olması kesinlikle imkânsızdır. Bu nedenle, bir hadisi alıp diğer bir hadisten yüz çevirmemiz caiz değildir. Bu kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr edenlerin halidir.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim çığır açarsa” demiş, “Kim bid’at ihdas ederse” dememiştir. Aynı şekilde İslam’da ifadesini kullanmıştır. Bid’atler ise İslam’dan değildir. Ayrıca ‘güzel’ demiştir, bid’at ise kesinlikle güzel değildir.
İkinci Şüphe: Ömer b. el-Hattab (radıyallahu anh)’ın “Bu ne güzel bid’attir.” sözü hakkındaki anlayışları.
Bu Şüphenin Cevabı: Doğru olmamakla beraber, Ömer b. el-Hattab (radıyallahu anh)’ın sözünün onların dediği gibi bid’atleri güzel göstermeye delil olarak kullanılabileceğini kabul etsek dahi, kim olursa olsun insanlardan hiç kimsenin Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözüne aykırı bir söz söyleme ve bu söz dolayısıyla Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözünden yüz çevrilmesi caiz değildir. Bu söz, Allah Rasulü’den sonra bu ümmetin en faziletlisi olan Ebu Bekir (radıyallahu anh)’ın veya Ömer (radıyallahu anh)’ın ya da bunlardan başka birinin sözü dahi olsa durum böyledir.
Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Üzerinize gökten taş yağması yakındır. Ben Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki diyorum, siz (bana) Ebu Bekir ve Ömer dedi ki diyorsunuz.” [11]
Ömer b. Abdulaziz şöyle demiştir: “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem’in koymuş olduğu sünnet yanında hiç kimsenin görüşüne yer yoktur.” [12]
İmam Şafii (rahimehullah) şöyle demiştir: “Müslümanlar şu konuda icma etmişlerdir: Hiçbir kimseye Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’in Sünnet’i açıkça belli olduktan sonra onu başka birinin sözü için terk etmesi helal değildir.” [13]
Ömer (radıyallahu anh)’ın bu sözü, insanları teravih namazına (tek bir imam arkasında) topladığı zaman söylemiştir. Teravih namazı ise bid’at değil bilakis sünnetin ta kendisidir. Bunun delili, Aişe (radıyallahu anha)’nın rivayet etmiş olduğu şu hadistir: “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gece mescidde namaz kıldı. Bir sonraki gece Rasulullah yine kıldı. Ona uyan insanlar (bu sefer) daha da çoğaldı. Sonra üçüncü ve dördüncü gece insanlar toplandılar ama Rasulullah onların yanına çıkmadı. Sabah olunca buyurdular ki: ‘Yapmış olduğunuzu gördüm. Beni sizin yanınıza çıkmaktan sadece bu namazın üzerinize farz kılınmasından korkmam engelledi.’ Bu hadise ramazan ayında idi.” [14]
Görüldüğü gibi Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) teravih namazını cemaatle kılmayı terk etmesinin nedenini açıkça belirmiştir. Ömer (radıyallahu anh) ise sebebin (farz kılınmasının) ortadan kalktığını görünce teravih namazını eski haline yani cemaatle kılındığı hale döndürmüştür. Öyleyse Ömer (radıyallahu anh)’ın yapmış olduğu bu amelin Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in uygulamasında aslı vardır.
İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir: “Ömer (radıyallahu anh)’ın sözü hakkında en fazla şu söylenebilir: O’nun yeniden bir camide cemaatle tek bir imam arkasında teravih namazı kılınmasını güzel (bir amel) olmasına rağmen bid’at olarak isimlendirmesidir. Oysa bu, şer’i değil (tamamen) sözlük anlamı ile yapılmış bir isimlendirmedir. Çünkü bid’at kelimesi sözlükte geçmiş bir örneği olmaksızın ilk defa yapılan her şeyi kapsar. Şer’i bir terim olarak ise şer’i bir delilin işaret etmediği her şeydir.” [15]
Üçüncü Şüphe: “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir.” sözü hakkındaki anlayışları.
Bu Şüphenin Cevabı: Bu söz, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den merfu yani bizzat kendi sözü olarak sahih değildir. Bilakis Abdullah b. Mes’ud’dan mevkuf olarak yani onun kendi sözü olarak gelmiştir.
İbn Kayyım (rahimehullah) şöyle demiştir: “Bu söz Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözü değildir. Onu, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ancak hadis konusunda ilmi olmayan kimse isnad eder. Halbuki bu söz Abdullah b. Mes’ud’dan bizzat kendi sözü olarak sabittir.” [16]
İbn Abdilhadi şöyle demiştir: “Merfu olarak Enes b. Malik (radıyallahu anh)’den sakıt bir isnadla rivayet edilmiştir. Doğru olan ise, onun İbn Mes’ud’dan mevkûf yani bizzat kendi sözü olarak rivayet edilmiş olmasıdır.” [17]
Zeyla’i şöyle demiştir: “Bu söz merfû olarak gariptir. Onu ancak İbn Mes’ud’dan mevkûf yani bizzat kendi sözü olarak buldum.” [18]
Ey Okuyucu! Artık üzerine düşen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’in sünnetini öğrenmek ve onu yaşamak, dinden olmadığı halde dine sokulmuş veya sokulmaya çalışılan bid’atlerden şiddetle sakınıp onlarla mücadele etmektir.
Ve alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
DİPNOTLAR
[1] (el-İ’tisâm: 1/64-65)
[2] (el-Kavlu’l-Müfîd fî Edilleti’l-İctihadi ve’t-Taklîd: 38)
[3] (Müslim: 867 ; Ahmed: 3/319, 371 ; Nesâî: 3/188-189)
[4] (Ahmed: 4/126-127 ; Ebu Davud: 4607 ; Tirmizi: 2676)
[5] (Câmi’u’l-Ulûm ve’l-Hikem: 2/128, 28 nolu hadisin şerhi)
[6] (Fethu’l Bârî: 13/267-268)
[7] (Ahmed: 6/240 ; Buhari: 2697 ; Müslim: 1718/17 ; Ebu Davud: 4606)
[8] (Fethu’l Bârî: 13/314 ; el-Lâlekâî: 100)
[9] (Darimi: 205 ; Ahmed, ez-Zühd: 896 ; Taberani el-Mu’cemu’l Kebir: 9/8770)
[10] (el-Mervezi, es-Sünne: 70 ; İbn Batta, el-İbâne: 205)
[11] (İbn Teymiyye, Ref’ul-melam ani’l-Eimmeti’l-A’lâm: 43 ; es-Savâ’ıku’l-Mürsele ale’l-Cehmiyye ve’l-Mu’attıla: 3/1063)
[12] (el-Mervezî, es-Sünne: 94 ; İbn Batta, el-İbane: 100 ; İbn Abdilberr Câmi’u Beyâni’l-İlmi ve Fadlih: 1456)
[13] (İbn Kayyim, İlâmu’l-Muvakkıîn: 1/6 ; el-Fullânî, İkâzu’l-Himem: 58 ; ed-Durerü’s-Seniye: 4/56)
[14] (Malik: 1/113 ; Ahmed: 6/61 ; Buhari: 1129 ; Müslim: 761 ; Ebu Davud: 1373-1374)
[15] (İktidâu’s-Sırâtı’l-Mustakîm li Muhâlefeti Ashâbi’l-Câhîm: 2/95)
[16] (el-Furûsiyye: 298-299)
[17] (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ: 2/245)
[18] (Nasbu’r-Râye li Ehâdîsi’l-Hidâye: 4/133)