Çağımızın en büyük hastalığı kanser değil, suizan’dır
Peygamber Efendimiz SAV buyuruyorlar ki: “Müslümanın Müslüman hakkında hüsnü zan etmesi farzdır. Kardeşi hakkında hüsnü zan etmesi farzdır.”
Su-i zan haramdır.
Şanı şerefi namusu emanet olan Müslüman kardeşi hakkında kötü bir kanıya kapılmak, kötü düşünmek sui zandır. Kardeşine sormadan kafanda biriktirdiğin her bilgi de sui-zandır. Bu haramdır kişiye günah olarak da yeter… Cehenneme tek başına kişiyi götürebilecek ameldir.
SUİZAN HASTALIKTIR. KALP HASTALIĞIDIR….
Birisinin hareketlerini kötüye yormak, bu bunu bunun için yaptı yapmıştır demek sui zandır. Çünkü ona bunu anlatmak derdini açmak söylemek zorundadır.
Su-i zannı bazen Allah’a karşı, bazen de kullara karşı olur… Ancak her iki durumda da ruhumuz manen kirlenir. Allah’ı veya kullarını haiz olmadığı bir sıfatla içimizde anmak su-i zandır. Bu başta kendimize yaptığımız bir zulümdür. Bunu dillendirmek ise günahtır. HARAMDIR. İÇKİ İÇMEKTEN ZİNA YAPMAKTAN DAHA KÖTÜDÜR
Allah hakkında sui zan nedir?
Meselâ günahkâr birinin, bağışlanmayacağını düşünerek tövbe etmekten kaçınması Allah hakkında su-i zan etmesi demektir. Allah’ın affına güvenerek günah işlemesi de aynıdır. Çünkü Allah’ın, hakkıyla tövbe edeni “bağışlamama” gibi bir sıfatı yoktur. Bilâkis bağışlayıcılığı pek büyüktür, rahmeti kullarını kucaklamıştır. Yüce Allah Lokman suresinde uyarmıştır. “Şeytan sizi affıyla kandırmasın” diye…
Veya bir kulun, işlemediği bir günahı işlemiş zannetmek su-i zandır. Bu nasıl olur? Kişi olayın iç yüzünü kardeşine sormadan, kardeşine danışmadan bu “böyle miydi – değil miydi” diye onunla bunu konuşmadan kalbinde biriktirdiği her şey sui zandır. Müslüman kardeşi hakkında yaptığı şeyi iyiye yormakla emrolunmuştur. Suizan eden kardeşini bağışlamaz. Hakkında fitnelenir. Kardeşini bağışlamayanı da Allah bağışlamaz. Fitneye düşeni de Allah zillete düşürür.
SUİZANIN ÖZELLİĞİ
Su-i zan insanın içinde durduğu gibi durmaz; bizi harekete sevk eder, bizi gereği ile yani aklımıza yerleştirdiğimiz ile amel etmeye kışkırtır. Tavır aldırır. Kendi düşmanını üretir. Bu ise bize kardeş olmayı emreden, kardeşinin hatalarını düzeltip onu cehennem azabından kurtarmamızı öğütleyen Allah’ın dinine aykırıdır.
Kul hakkına sevkeder ki kul hakkı adı üzerinde hırsızlık zina gibi ağır bir haktır ve ödenmez… Helalleşmedikçe ödenmez..
Allah hakkındaki su-i zan, Allah’ın rahmetinden bizi mahrum eder. Kul hakkındaki su-i zan da kul ile bağımıza diyaloğumuza iletişimimize zarar verir. İlişkimize zarar verir.
Su-i zan adı üstünde zandan öteye geçmez. Neden? Çünkü aslı muhatabıyla araştırılmayan herşey sui zandır. Onun için zannın bilgi değeri yoktur. Yorum sayılmaz çünkü yorum kesin bilgi ile yorum halini alabilir. Onun harici iftira buhtandna öteye geçmez. Kanaat de değildir. Çünkü bilgide kesinlik ve delil vardır. Yorum veya kanaat de kesin bilginin işlenmesi ile elde edilir ve meşrû bir neticeye götürür. Meşru kanaat ancak bu şekilde elde edilir… Oysa su-i zan kesinlikten ve delilden yoksundur.
Mesela birine birşey yaparsın o kesin şundan dolayı bunu yaptı. Bundan dolayı bunu dedi. Bunu kastetti aslında… Kardeşim emin olamadın mı o halde soracaksın…
O çoğu zaman kendi kendimize ürettiğimiz bir algıdan, vesveseden veya evhamdan ibarettir. Karşısındaki olanı İslam dışı yorumlamaktır sui zan hastalığı… Şeytan tam da buraya yuvalanır..
Adam diyor ki “falancayı gördüm… Bana sarılırken hafif sarıldı. Neden?”
Adamın fiziksel bir sorunu olabilir dalgın olabilir.
O an üşenmiş olabilir. Hastalığı vardır ağzı kokuyordur.
Başkasına sarılınca hissetmiş sana sarılmamış olabilir.
Ne bileyim bir sebep bir sebep…
Ama “neden sana hafif sarıldı biliyor musun?” der şeytan:
” SENLE BİR ALIP VEREMEDİĞİ var onun!!!”
Kişi diyor ayette. Şeytandan bir vesvese geldiğinde napar hemen festaiz billah ..Allaha sığınır… Ayet bu…
Biz napıyoruz… “Şeytan bize kesin senle alıp veremediği var, kesin sana hinlik cinlik peşinde” dediği zaman… Saf gibi “Aaaa öylemi acaba neden” demeye başlıyor.
“Vay beee benim hakkımda bunu düşünüyor ha şimdi görür gününü” demeye başlıyor…
Oysaki ne yapması lazım. Kalbini şeytandan koruyamadı madem. Şeytan geldi dayandı. Allah’a sığınması lazım…
Soruyorum.. Bir Müslüman kardeşiniz hakkında hiç aklınıza kötü bir şey geldi de, “defol git şeytan başımdan… Ben senden Allah’a sığınırım.” dediniz mi?
Kesin bilgiye dayanmayan ön yorumlarımız veya ön kanaatlerimiz su-i zan bataklığında yeşerir. Bazen de kesin bilgi ile yetinmeyip, bu işin sebeplerini, gerçekleşme evresini ve neticesini yorumlarken kendimizi su-i zanna kapılırız.
Su-i zanla insanları haksızlık etmiş oluruz. Böylece insanın hukukunu çiğnemiş, kul hakkına girmiş oluruz. Su-i zanla hareket ettiğimiz anda günaha dalarız. Meselâ su-i zan ettiğimiz kişiyi birisinin yanında kınayıp, ayıpladığımızda gıybet günahına girmiş oluruz. Bu, iftiraya sebep olur. Kul hakkına gireriz. Bu, adavet ve düşmanlığı körükler. Böylece günah katlanır.
Sui zannı kişi “firaset” sanarsa yanılıyor kardeşler. Çünkü kişinin Allah’ın dediği ile görmesi için emin bir kalbi olması gerekir. Günahlara batmış namazlarında okuduğunu bilmeyenin firaseti olmaz. İsabet etse de o yine şeytanının yardımı ile olur. Çünkü kişide bulunan karinler(cinlerden dostlar) her zaman kötülük emretmez. O şeytanlar bazen kişiyi bildikleri bir şerrin istimrar ve devamından dolayı korurlar.
Su-i Zannın Zararları
Su-i zan, içimizden geçtiği şekliyle kalmak, fiile dönüşmemek şartıyla ve hemen def edilmek kaydıyla bağışlanmıştır.
Su-i zan kendi başına tehlikesiz değildir ve kalbe zarar verir.
Başlıca Zararları:
1- Su-i zanla Allah veya insanlar hakkında haksızlık yapmış, Allah’ın veya insanların hukuklarını çiğnemiş oluruz. Bu, haddini aşmak ve kul hakkını gasp etmek olur.
2- Su-i zan kulluk neşemizi bozar. Kalbimizi yorar. Ruh dünyamızda hasar yapar. Bizi kötülük yapmaya kışkırtır. Defresif kişilik oluşturur. Psikolojik hastalığa yol açar. Takıntı ve kompisiyona yol açar: Kompisiyon genellikle rahatsız edici birşey bulup onla zihni meşgul etme, akıldan çıkmayan ve uykuyu bölen konular, kelimelere, görüntülere veya düşüncelere takılıp kalma. Değeri olmayan şeyleri önemseme, toplama veya biriktirme. İlgi ve alakayı basit şeylere yoğunlaştırma. Çok basit birşeyi çok önemli birşeymiş gibi algılama.Ve onu öyle sunmaya çalışma. Engel olunamayan yalan ve derin ve atılamaz pişmanlık. Obsesif-kompülsif bozukluk deniyor.
3- Su-i zan insanlar arası iletişime zarar verir. İyi iletişimin yolunu keser. Hoşgörü ve hüsn-ü zan yolunu kapatır. Oysaki hüsnü zan farzdır. Ama insnaların bir çoğu sui zan farzmış gibi hareket ederler.
4- Su-i zan kine ve nefrete sebep olur.
5- Su-i zan gıybete ve iftiraya kapı açar.
6- Su-i zan adaveti, husûmeti ve düşmanlığı körükler.
7- Su-i zan kardeşliği bozar. Birbirine su-i zanla bakan insanlar gerçek muhabbeti kaybederler.
وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
“…kalplerimizde,iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!”Haşr/10
Resulullah (asm) şöyle buyuruyor: “Zandan sakının, zira zan, sözlerin en yalanıdır. Ey Müslümanlar! Birbirinizin kusurunu araştırmayın, haber koklamayın, haksız yere rekabet etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin tutmayın, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak Müslüman kardeşini küçük görmesi yeterlidir. Her Müslümanın diğer Müslüman’a malı, kanı ve ırzı haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Buhari, Vasaya)
“Müslümanların eksiklerini, ayıplarını araştırmayın. Zira herkim müslümanların ayıplarını araştırırsa, Allah Teâlâ’da onun ayıb (kusur)ını tâkip eder, nihayet evinin içinde bile onu rezil ve rüsvây eder” buyurmuştur (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1960, VI, 4471-4473; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, İstanbul 1957, 633-634).
İmâm Nevevî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Bil ki, (Müslüman hakkında) kötü zan beslemek haramdır. Bu söz ile yapılan gıybet gibidir. Bir insânın kötülüklerini söylemen gibi, bunu kendi nefsine söylemen ve ona kötü zan beslemen de haramdır.” [el-Ezkâr: 344.]
Selef kardeşi hakkında kötü birşey aklına gelince hemen tevbe eder. Sonra hemen atlayıp kilometreler de olsa kardeşine gider onu ziyaret edermiş. Onu kucaklar ona hediye ile gidermiş ki ALLAH’IN AFFINA SIĞINSIN aLLAH ONU BAĞIŞLASIN. Ona ikramı bol yaparmış… Bunun ancak ve ancak günahına kefaret olacağına ve şeytanın bir daha gelmesine engel olacağına inanırmış ki şeytan bu duruma öfkeden kudurur diyor İmam Gazali..
İmam Nevevi Ezkarında Gazalinin bu sözlerini aktarıyor:
“Her ne zaman bir Müslüman hakkında kalbine bir kötülük gelirse, ona ikrâmı ve onu korumayı daha çok yap. Çünkü bu tutum, Şeytân’ı öfkelendirir ve onu senden uzaklaştırır. Artık kardeşine duâ ile meşgul olursun diye korkarak böyle bir zan kalbine bırakmaz. Her ne zaman şüphe edilmeyecek şekilde bir delîlle Müslümanın bir kusurunu görürsen, ona gizlice öğüt ver ve asla Şeytân seni aldatıp onu gıybet etmeye götürmesin. Ona öğüt verince de, kusurunu gördüğünden dolayı sevinçli bir hal ile öğüt verme. Böyle yaparsan o seni gözünde büyütür, sen de onu gözünde küçümsersin. Sadece onu günahtan kurtarmayı hedefle. Sen bir kusur yaptığın zaman nasıl üzgün olursan, ona karşı da hüzünlü ol. Senin öğüdün olmaksızın adamın o kusuru terk etmesi, senin öğüdünle terk etmesinden sana daha sevimli olması uygun düşer. Gazâlî’nin sözü budur…” [el-Ezkâr: 344 vd.]
Yine İbni Rakham demiştir ki: Kişinin kardeşinin kötü halini görüp ona yardım için kollarını sıvamak yerine onu kınaması da sui zandır. Eğer böyle birşey varsa zanna kapılmak vay be bundan el etek çekeyim buna tavır alayım derse o şeytanın ortağıdır. Şeytanla ortaklaşa kardeşlik etmiş Müslüman kardeşine tavır almıştır. Oysaki onu düzeltmesi farzdır. Onun yardımına koşması farzdır. Müslüman “vay be demek şunu yaptı he” yerine “bunu nasıl düzeltebilirim”i düşenmesi gerekir. Acaba bu benden mi oldu demelidir. (Her yolu deneyip sonuç alamadıktan sonra kişinin aynı hastalıklara yakalanmaması için ona buğzetmesi ancak caiz olabilir. Şu da şeytandandır ki adam “ben bu adamın bu huyundan dolayı terkettim” diyor ama gidip daha kötü huyları olanlarla yarenlik ediyor. Bu bu kişinin amelinin aslında bir bahane olduğunu gösterir.)
“Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. ” (Hucurat suresi, 12.ayet)
Bu ayetin uyarısı gösteriyor ki, insan hüsnü zan etmekle sorumludur. Yani gördüğü ve karşılaştığı olay ve durumları hayra yormalı, güzel düşünüp güzel görmeli ve bu düşünce ve niyetle herkesi kendisinden üstün bilmelidir.
Hüsnüzan, suizan etmenin tersine, her şeyi iyiye, hayra yormaktır. Hüsnü zan etmek çok değerli bir ibadettir. İbni Rakham diyor ki:
“Bir mümini yabancı bir kadınla halvet halinde görsen, yanlış mı gördüm bana öyle mi göründü diye düşün. Dön bir kere daha ‘O mu değil mi?’ diye tekrar bak. O ise, emin oldun isen, ‘Ya Rabbi! Onu bu çirkin halden kurtar, beni de böyle bir şeye düşürme.’ dua et. Onu o an oradan ayırmak günahını bölmek bozmak için bir yol bul. Eğer buna güç yetiremiyorsan sonraki hazırlığın bunu yaymak bunu yaygara etmek olmasın. “Bunu nasıl doğru yola getiririm” diye düşün. Ondan sorumlu olan amirlerin onun bu halini düzeltmesi için onları uyar. Bu hususta amir kapısı ve alimlerin kapılarını çalmaktan geri durma. O sana malum olan hata boşa malum olmadı. Bu bir sorumluluktur. İyiliği emir etmek kötülükten alıkoymak her Müslümana farzdır. Bu hatayı gidermek için yol ara. Bunlar dışında senin bütün yaptığın şey haramdır.”
Buraya anlattıklarımıza dayanarak şunu diyebiliriz ki su-i zan delîl ve beyyine olmadan Müslüman kardeşin hakkında kötü düşünmendir. Şeytan’ın İslâm kardeşliğine karşı geliştirdiği ve zayıf kalblere attığı zehirli bir hastalıktır. Bundan kaçınmak farzdır…
İmam Gazali demiştir ki: “Zan ile, başkasının kötü olduğunu kabul eden, onu gıybet eder, ona dil uzatır. Onu kötü, kendini iyi bilir. Bu da, helâkine sebep olur.”(İhya) Çünkü bunda kibir vardır…
(Ebû Nuaym). Ebû Dücâne (ra) hasta iken ziyâretine giden birisi, onun sîmâsının nur gibi parladığını gördü ve ona:
“–Yüzün neden böyle parlıyor?” diye sordu. O da şu cevâbı verdi:
“–Benim iki amelim var:
1. Beni ilgilendirmeyen hususlarda susarım.
2. Gönlüm mü’minlere karşı sû-i zandan uzak kalır. Bütün mü’minlere karşı hüsn-i zan beslerim.”(İbn-i Sa’d, III, 557)
وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
“…kalplerimizde,iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!”Haşr/10
2. DERS: KALBİN GIYBETİ SUİ ZAN
Su-i zan, kalb ile yapılan gıybettir. Dil ile yapılan gıybet gibi haramdır. Su-i zan: Kişi hakkında kötü düşünmek olup, onu açık delîl ve belge olmadan herhangi bir şeyle itham etmektir. Nitekim İmâm Nevevî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Bil ki, (Müslüman hakkında) kötü zan beslemek haramdır. Bu söz ile yapılan gıybet gibidir. Bir insânın kötülüklerini söylemen gibi, bunu kendi nefsine söylemen ve ona kötü zan beslemen de haramdır.” [el-Ezkâr: 344.] Buradan da anlaşılıyor ki kişinin biriyle ya da şeytanla oturup aynı günahı işlemesi arasında herhangi bir fark yoktur.
İmâm Gazâlî rahîmehullâh ise şöyle demiştir: “Kötü söz gibi su-i zan da haramdır. Bu bakımdan başkasının kötülüklerini dil ile zikretmek haram olduğu gibi, Müslüman hakkında içinden su-i zanda bulunmak da haramdır. Ben bundan kalbin kinini ve başkasının aleyhine kötülükle hükmetmesini kastediyorum. Kalbinden bir anda gelip geçen şeyler affedilmiştir…
Kötü zannın haram olmasının sebebi şudur: Kalbin esrarını ancak allâmu’l-guyûb olan Allâh bilir. Bu bakımdan başkası hakkında kötü zanda bulunamazsın. Ancak te’vîl kabul etmeyecek şekilde sana âyan beyân olursa, o zaman bildiğine ve gördüğüne inanmaktan başka seçeneğin yoktur. Gözünle görmediğin, kulağınla işitmediğin bir şeyin kalbine düşmesine gelince, o şeyi senin kalbine Şeytân atmıştır. Bu bakımdan Şeytân’ı yalanlaman gerekir. ” [el-İhyâ: 3/150.] Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmuştur:
“Ey îmân edenler, zandan çok kaçının.” [el-Hucurât: 49/12.]
İmâm Kurtubî rahimehullah âyetin tefsîrinde şöyle demiştir: “Allâh’u Teâlâ’nın ‘Ey îmân edenler, zandan çok kaçının’ buyruğu söylendiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbından olup, arkadaşlarının gıybetini yapan iki kişi hakkında inmiştir. Şöyle ki: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem yolculuğa çıktı mı muhtaç olan bir kimseyi hali iyi olan iki kişiye katar, o da onların hizmetini görürdü. Selmân’ı da bu şekilde iki kişiye kattı. Selmân eve geldi, uykusuna karşı direnemeyip, uyudu. Onlara da herhangi bir şey hazırlamadı. Öbür iki kişi geldiklerinde, yiyecek ve katık yapacakları bir şey bulamadılar. Ona: ‘Git, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den bize bir yiyecek ve bir katık iste’ dediler, o da gitti. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ona: ‘Usâme bin Zeyd’e git ve eğer yanında artmış yiyecek varsa, sana vermesini söyle’ dedi. Usâme Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in hazinedarı idi. Selmân ona gitti. Usâme: ‘Yanımda bir şey yok’ dedi. Bunun üzerine Selmân öbür iki arkadaşına dönüp, durumu bildirdi. Onlar da: ‘Onun yanında bir şeyler vardı, fakat cimrilik etti’ (var da vermiyor) dediler. Sonra Selmân’ı bazı sahâbelerin yanına gönderdiler, onların yanında da bir şey bulamadı. Bu sefer ikisi de: ‘Şayet biz Selmân’ı Sumeyha kuyusuna göndersek, onun dahi suyu yerin dibine çekilir’ dedi. Sonra Usâme’nin yanında bir şeyin olup olmadığını araştırmak üzere gittiler. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem onları görünce şöyle dedi: ‘Nasıl oluyor da ben sizin ağızlarınızda yemiş olduğunuz etin izlerini görüyorum!’ Onlar: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, Allâh’a yemin ederiz biz bugün et olsun, başka bir şey olsun bir şey yemiş değiliz’ dediler. Bunun üzerine Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem: ‘Fakat sizler Selmân’ın ve Usâme’nin etini yiyip durdunuz’ buyurdu. Bunun üzerine: ‘Ey îmân edenler, zandan çok kaçının’ buyruğu indi. Bunu es-Salebî zikretmiştir.” [el-Câmi 16/300.]
Ebû radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Zandan sakının, çünkü zan sözün en yalanıdır.” [(SAHÎH HADÎS:) Buhârî (5143); Müslim (2563)…]
İmâm Nevevî rahîmehullâh bu hadîsi zikrettikten sonra şöyle demiştir:
“Bu anlattığım mânâda hadîsler çoktur. Yasak olan kötü zandan maksad, kalb ile işi kararlaştırmak ve başkasına kötü hüküm vermektir. Fakat kalbten geçenler ve nefis kuruntuları kararlaşmaz ve üzerinde devamlı olarak durulmazsa, âlimlerin ittifakı ile bağışlanmış sayılır. Çünkü bunun kalbe gelişi elde olmayan bir şeydir ve onu kalbten (kolayca) sıyırıp atma imkânı da yoktur…
Bu gibi haller gıybet olsun yahut küfür olsun yahut bunlardan başkası olsun hüküm birdir. Kimin aklına kasıtsız olarak küfür düşüncesi gelir de onu derhal atarsa, o kimse kâfir değildir; bundan ona bir günah da gerekmez… Bunların bağışlanmasının sebebi, onlardan sakınmak mümkün olmadığındandır. Mümkün olan şey, bunlar üzerinde durmamak ve üzerlerinde devamlı olarak durmaktan kaçınmaktır. Bunun içindir ki, bu kötü düşünceler üzerinde durmak ve kalbi bunlara bağlayıp kesinlik elde etmek haram kılınmıştır. İnsâna ne zaman böyle bir gıybet düşüncesi yahut bundan başka günahlar arız olursa, bunlardan yüz çevirmek sureti ile onları engellemek ve engelleyici sebebleri hatırlamak vâcib olur.
İmâm Ebû Hâmid el-Gazâlî ‘el-İhyâ’ da şöyle demiştir: ‘Kötü bir zan kalbine gelince, bu Şeytân’ın senin kalbine bıraktığı vesvesesidir. Bunu yalanlaman gerekir. Çünkü Şeytân en büyük bir fâsıktır. Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Bir fâsık size bir haber getirirse (o haberin doğruluğunu) araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa zarar verirsiniz de, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” [el-Hucurât: 49/6]
Binaenaleyh İblis’i doğrulamak câiz değildir.
Eğer gıybet işinde fesada delâlet eden bir alâmet varsa ve bunun hilafı da muhtemel ise, kötü zan beslemek câiz olmaz. Su-i zannın alâmeti, kalbin bulunduğu halden değişip ondan nefret etmesi, onu yüksünmesi ve ona riayetten, saygıdan nefret etmesi ve o kötü düşünceden dolayı üzülmesidir. Zîrâ Şeytân, en olmaz hayallerle insânların kötülüklerin, kalbe getirir. Ona bunun uyanıklık ve zekâ gereği ve çabuk kavrayış olduğu hissini verir ve: ‘Mü’min Allâh’ın nuruyla görür’ der. Hâlbuki o gerçekte Şeytân’ın aldatmacasının ve kalbe getirdiği karanlığın ifâdesidir. Artık doğruluğuna güvenilir bir adam sana bir kimse hakkında haber verirse, adamı ne tasdik et, ne de yalanla. Çünkü doğrularsan gıybete iştirak etmiş olursun. Eğer doğrulamazsan, haber vereni yalanlamış sayılırsın.
Her ne zaman bir Müslüman hakkında kalbine bir kötülük gelirse, ona ikrâmı ve onu korumayı daha çok yap. Çünkü bu tutum, Şeytân’ı öfkelendirir ve onu senden uzaklaştırır. Artık kardeşine duâ ile meşgul olursun diye korkarak böyle bir zan kalbine bırakmaz. Her ne zaman şüphe edilmeyecek şekilde bir delîlle Müslümanın bir kusurunu görürsen, ona gizlice öğüt ver ve asla Şeytân seni aldatıp onu gıybet etmeye götürmesin. Ona öğüt verince de, kusurunu gördüğünden dolayı sevinçli bir hal ile öğüt verme. Böyle yaparsan o seni gözünde büyütür, sen de onu gözünde küçümsersin.
Sadece onu günahtan kurtarmayı hedefle. Sen bir kusur yaptığın zaman nasıl üzgün olursan, ona karşı da hüzünlü ol. Senin öğüdün olmaksızın adamın o kusuru terk etmesi, senin öğüdünle terk etmesinden sana daha sevimli olması uygun düşer. Gazâlî’nin sözü budur…” [el-Ezkâr: 344 vd.]
Dipnotlar:
1- Buhari, Tevhid, 35. 2- Mektubat, s. 258. 3- Câmiü’s-Sağîr, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2002, c. 2, s. 742.
“Ben, kulumun, bana zannı gibiyim ” diye vârid olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s) de: “Her biriniz, Allah’a, hüsnüzan ederek ölsün”buyurmuş ve bir başka hadisinde de: “Hüznüzan, imândandır” demiştir.
Bu ders hazırlanırken Abdullah Saîd el-Müderris’in aynı konulu yazısından istifade edilmiştir.