Pazar, 24 Rebiülahir 1446
Bidat Nedir

Bid’at Nedir?

Bid’at, örneksiz, numunesiz bir şeyi icad etmek, var etmek demektir! Yani İslam dininde olmayan bir şeyi, din adına İslam dinine sokmaktır!

(1) Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:

“O göklerle yerin yaratanıdır bir şeyin olmasını istedi mi ona ‘ol’ der oda hemen oluverir.”

Bakara Suresi 117

Arapçada bid’at kelimesi, بَ دَ عَ kökünden gelir. بَدْعٌ ise bir şeyi modeli ve benzeri olmaksızın meydana getirmektir.

(2) Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

مَنْ أَحْدثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فهُو رَدٌّ

“Herkim bizim şu işimizde, (dinimizde) ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse o, merduddur!”

Buhari 2492, Müslim 1718/18, Ebu Davud 4606, İbni Mace 14

(3) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kim, bizden başkasının sünnetiyle amel ederse, o bizden değildir!”

Albânî Sahihu’l-Cami’ 5439

(4) Allah-u Teâlâ Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلاَمَ دِينًا

“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.”

Maide Suresi 3

(5) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

فَإِنَّ أَصْدَقَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللهِ، وَخَيْرَ الْهَدْيِ هَدْيُ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَشَرَّ الْأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا، وَكُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ، وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ، وَكُلَّ ضَلاَلَةٍ فِي النَّارِ

“Kuşkusuz ki, sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır. Yolların en hayırlısı da Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yoludur. İşlerin en şerlisi ise sonradan uydurulan şeylerdir! Dine sonradan sokulan her şey bid’attır! Her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık ta, ateştedir!”

Müslim 867, Nesei 3/188

Ayete geldiği gibi Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayata iken Allah-u Teâlâ, İslam dinini kemale erdirmiştir. Dolayısıyla, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den sonra dinde ihdas edilen her şey, bid’attır, sapıklıktır ve cehennemdedir!

Bid’at, Allah-u Teâlâ’ya ibadette mübalağa kastedilerek dinde şeriata benzer bir yol izlemektir. Bu yol Allah’a yaklaşmak niyetindedir.

(6) Allah-u Teâlâ Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Meryem’in oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik, O’na İncil’i verdik; O’na uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, O’nu biz yazmadık! Fakat kendileri Allah’ın rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar! Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardı.”

Hadid Suresi 27

Bid’atın bir başka bir tarifi de şöyledir:

“Bid’at sünnetin karşıtı olup din koruyucusunun yani Allah’ın açıkça ya da dolaylı olarak sözlü ve yahut fiili izni olmaksızın sahabeden sonra dinde ortaya çıkan eksiltme veya fazlalaştırmaya denir.

Bid’at hevadan da kaynaklanır. Heva, değersiz, neticesiz, boş kuruntunun yanında nefsin kötü isteğe meyletmesidir. Kur’an’ı Kerim hevaya, insanı doğru yoldan saptırması kaçınılmaz olan bir şer olarak bakar. Müşriklerin puta tapmaları bir bakıma böyle bir hevaya sahip olmalarındandır. Türkçe de hevaya keyf denir. İnsanın keyfi ne isterse onu elde etmeye ve engel tanımadan onu gerçekleştirmeye çalışması bu heva denilen puta tapması demektir.

(7) Ali bin Ebi Talib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Babasına ve annesine lanet edene, Allah lanet etsin! Allah’tan başkasının adına kurban kesene Allah lanet etsin! Bid’atçıyı barındırana Allah lanet etsin! Tarlanın sınır taşlarını değiştirene Allah lanet etsin!”

Müslim 1978/43, Nesei

Bid’at Hakiki ve İzafi Olmak Üzere İki Kısma Ayrılır

Birincisi: Hakiki Bid’at

Hakiki bid’at, helal olan bir şeyin nefse haram kılınmasıdır. Bid’at, helal olan bir şeyin nefse haram kılınmasıdır.

(8) Enes bin Malik (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Üç kişi Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kadınlarının evine geldi de, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ibadetinden soruyorlardı. Bunlara Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ibadeti haber verilince kendileri bu ibadeti azımsadılar ve:

Biz nerede Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nerede? Muhakkak ki Allah, Rasulü’nün geçmiş olan ve gelecekte işlemesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir dediler.

İçlerinden biri:

Bana gelince, ben geceleri daima namaz kılacağım! dedi. Diğeri de:

Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz olmayacağım! dedi. Üçüncüsü de:

Ben kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim! dedi. Onlar bu sözleri söylerken Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onların yanlarına çıkageldi de şöyle buyurdu:

“Sizler şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz. Dikkat edin! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en çok takvalı olanınızım. Bununla beraber ben oruç tutarım, oruçsuz bulunurum, nafile namaz kılarım gecenin bir kısmında da uyurum, kadınlarla da evlenirim. Herkim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir!”

Bu konuyla ilgili İbni Hibban’ın şöyle bir ziyadesi vardır:

“Onlardan bazısı ben kadınlarla evlenmeyeceğim, Bazısı yatakta yatmayacağım, Bazısı et yemeği yemeyeceğim, demişlerdi.”

Buhari 5158

(9) Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Kâbe’yi tavaf ederken bir insanın yanına uğradı ki, o insan burnundan bir yularla bağlanmış olan diğer bir insanı önünden çekerek tavaf ettiriyordu. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hemen o yuları kendi eliyle kopardı. Sonra yanındaki adamı onu eliyle tutmak suretiyle yürüyerek tavaf etmesini emretti.

Buhari 6572

(10) Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hutbe yaparken güneşte dikilmiş bir adam gördü de onun adını ve halini sordu. Sahabeler:

O, Ebu İsrail’dir, ayakta dikilmeye, oturmamaya, güneşte gölgelenmemeye, konuşmamaya ve bu suretle oruç tutmayı adadı, dediler.

Bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o zata şöyle emretti:

“Konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın.”

Buhari 6573

Kâbe’ye Kadar Yürümeyi Adayan Kimse

(11) Enes (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), iki oğlunun arasında onlar tarafından sevk olunan ihtiyar bir kimse gördü. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Bunun hali nedir ki böyle yürüyor?”

Oğulları:

Yaya Kabe’ye yürümeyi adadı, dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki, Allah bu ihtiyarın kendi nefsini azaplandırmasından mustağnidir.”

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona bir binite binmesini emretti.

Buhari 1747, Müslim 1649/9

(12) Ukbe ibni Amir (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Kız kardeşim Ümmü Hibban Beytullah’a kadar yaya yürüyüp ziyaret etmeyi adamış ve zayıflığından dolayı kendisi için Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den bu husustaki görüşünü istememi bana emretmişti. Ben Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den fetva istedim. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Evvela yaya yürüsün, yorulunca binsin!”

Buhari 1747

(13) Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

Ukbe bin Amir’in kız kardeşinin yaya olarak hacca gitmeyi adadığı haberi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ulaşınca, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki, Allah onun adağına muhtaç değildir! Ona emret, bir şeye binsin!”

Ebu Davud 3297

Bu hadislerden anlaşılıyor ki biz Müslümanlar, ibadet edeceğiz derken nefsimize zulmetmemeliyiz. Allah ve Rasulü nasıl ibadet etmemizi istiyorsa o şekilde ibadet etmeliyiz. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in çizdiği sınırları aşmamalıyız, Allah korusun bid’at işlemiş oluruz.

Biz Müslümanlar, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ibadet etmesini azımsayarak hem kendimize zorluk ediyor, hem de İslam’a davet ettiğimiz insanların nefislerine ağır gelerek yüz çevirmelerine de sebep olabiliyoruz. Bundan sakınmalıyız!

Bir takım insanlar vardır ki Kur’an ve Sahih Sünnette mevcut olan emir ve yasakları kabul etmeyerek bid’at olduğunu iddia etmektedirler. Bunların asıl amaçları insanları Kur’an ve Sünnet yolundan saptırmaktır! Genelde bu görevi günümüz tarikatçılarından bazıları üstlenmektedir. Bu tarikatçıların imamları bilerek veya bilmeyerek insanları yanlış yola sürüklemektedirler.

İkincisi: İzafi Bid’at

İzafi bid’at aslı itibariyle bid’at olmayan, sonradan ona izafe edilerek bid’atlaştırılan şeylerdir. Bid’ati izafinin iki yönü vardır.

a) Meşru olan yönü:

Bütün ibadetler buna örnektir.

b) Meşru olmayan yönü:

Bid’atçı meşru olan bir cihete kendi nefsinde güzel görerek ondan olmayan bir şeyi ekler. Bid’atçının kendi nefsinden eklediği bu ziyade ile gayri meşru olan bir ibadet olabilir. Şu an Müslümanlarda bu yaygındır. Örneğin; Kutsal geceler, Kandiller ve benzeri Kutsal gecelerden; Kadir gecesi: Allah-u Teâlâ kadir gecesi hakkında ayetler indirmiştir.

(14) Allah-u Teâlâ Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

Kuşkusuz ki, Biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Cebrail O gece Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler.”

Evet, Kadir gecesi mübarek bir gecedir ama kadir gecesinin tam olarak günü belli değildir. Ama Ramazan’ın son on gününden bir gündür. Kadir gecesinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ibadet hakkında tek önerdiği Teheccüd namazı kılınmasıdır.

Ondan başka her hangi bir ibadet şekli belirtilmemiştir. Ama şu anki Müslümanlar Kadir gecesinde 100 rekât, 50 rekât vs. uzun namazlar kılmaktadırlar. Bu gayri meşru yöndür. Ayrıca bid’atı izafinin (b) şıkkına yani gayri meşru yönüne örnek olarak zikir meselesi de vardır. Bu konu, yani zikir çekmek genelde Tarikatlarda mevcuttur. Burada zikir çekmekten maksat yüksek sesle zikir’dir. Allah’ı anarak zikir çekmekle ilgili ayetler aynı zamanda gizlice çekmekle ilgili!

(15) Allah-u Teâlâ Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Rabbınıza, yalvararak ve gizlice dua edin, zira o haddi aşanları asla sevmez!”

Araf Suresi 55

(16) Allah-u Teâlâ Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Rabbini içinden yalvararak, korkarak ve fakat yüksek sesle olmaksızın sabah zikret; gafillerden olma!”

Araf Suresi 205

(17) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Yolun en faziletlisi Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi ise sonradan uydurulan şeylerdir! Her bid’at dalalettir!”

Buhari İtisam 16

Bu hadiste Rasulü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sünnetinin dışında ihdas edilenler bid’at olarak nitelendirilir.

(18) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Hakikat şu ki kim benden sonra terk edilmiş bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiçbir şey eksilmeden. Kim de Allah’ın ve Rasulünün rızasına uygun düşmeyen bir dalalet bid’atı icad ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kimseye günah yükletilir, hem de günahlarından hiç bir şey eskitilmeden.”

Tirmizi, Müslim, Ebu Davud

Bu hadiste de anlaşılır ki Allah ve Rasulünün rızasına uygun düşmeyen icadlar “Dalalet Bid’atı” olarak kayıtlandırılmıştır.

Bid’atta Hayrı İstemek

(19) Hakem bin Mubarek haber verip dedi ki: Bize Amr bin Yahya haber verip dedi ki; babamı babasından şöyle rivayet ederken duydum. Babam dedi ki:

Biz, sabah namazından önce Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh)’ın kapısının önünde oturduk. O çıkınca da onunla birlikte mescide yürürdük. Bir gün, Ebu Musa el-Eş’arî (Radiyallahu Anh) yanımıza geldi ve:

Ebu Abdurrahman şimdiye kadar yanınıza çıktı mı? dedi. Biz de:

Hayır, dedik. Ebu Musa el-Eş’arî (Radiyallahu Anh)’da bizimle beraber oturdu. Nihayet Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) (evinden) çıktı. O çıkınca hep birden ayağa kalktık. Sonra Ebu Musa el-Eş’arî (Radiyallahu Anh), Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh)’a şöyle dedi:

Ey Ebu Abdurrahman! Biraz önce mescidde yadırgadığım bir durum gördüm! Ama yine de Allah’a hamdolsun hayırdan başka bir şey görmüş değilim. Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh):

O nedir? diye sordu. Ebu Musa el-Eş’arî (Radiyallahu Anh):

Yaşarsan birazdan (mescide gidince) göreceksin, dedi ve şöyle devam etti:

Mescidde halkalar halinde oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkanın başında bir adam, halkadaki kişilerin ellerinde de çakıl taşları vardı. Halkanın başında ki adam da onlara:

Yüz defa ‘Allah-u Ekber’ deyin! diyor, onlarda yüz defa ‘Allah-u Ekber’ diyorlardı. Halkanın başında ki adam (yine) onlara:

Yüz defa ‘La İlahe İllallah’ deyin! diyor, onlarda yüz defa ‘La İlahe İllallah’ diyorlardı. O adam (yine) onlara:

Yüz defa ‘Subhanallah’ deyin! diyor, onlarda yüz defa ‘Subhanallah’ diyorlardı.’ Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh):

Peki, onlara ne dedin? dedi. Ebu Musa el-Eş’arî (Radiyallahu Anh):

Senin görüşünü bekleyerek veya senin emrini bekleyerek onlara bir şey söylemedim, dedi. Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh):

Onlara kötülüklerini sayıp hesap etmelerini emretseydin ya! İyiliklerinden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya! dedi. Sonra Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) ile beraber mescide gittik. Nihayet Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) bu halkalardan birine gelip, başlarında durdu ve şöyle dedi:

Bu yaptığınızı gördüğüm şey nedir? Onlar da:

Ey Ebu Abdurrahman! Bu çakıl taşları ile ‘Allah-u Ekber, La İlahe İllallah ve Subhanallah’ deyişlerimizi sayıyoruz, dediler. Bunun üzerine Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Artık kötülüklerinizi sayıp hesap ediniz! Ben, iyiliklerinizden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey ümmeti Muhammed! Ne çabuk helak oldunuz! Nebiniz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şu sahabesi içinizde hala bolca bulunmaktadır. İşte Onun elbiseleri henüz eskimemiş ve kapları da henüz kırılmamıştır! Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, sizler kesinlikle Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz! (Ama bu imkânsızdır!) Veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız! Onlar da:

Allah’a yemin olsun ki, Ey Ebu Abdurrahman! Biz sadece hayrı elde etmek istedik, dediler. Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) şöyle karşılık verdi:

Hayrı elde etmek isteyen niceleri vardır ki, onu hiç elde edemeyeceklerdir! Şüphesiz ki, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kuşkusuz ki, bir topluluk Kur’an’ı okuyacaklar da (bu okuyuşları sadece dilde kalacak) onların (gırtlağındaki) köprücük kemiklerinden ileriye geçemeyecektir!”

Vallahi bilmiyorum! Belki onların çoğu sizdendir! Sonra Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) onlardan yüz çevirdi! Amr bin Yahya’nın dedesi Amr bin Selime şöyle dedi:

Bu halkalardaki insanların genelini, en-Nehveran olayında Haricilerin yanında bize karşı savaşırken gördük!

Darimi 1/281, Abdurrazzak 5408, 5409, Ahmed bin Hanbel Zühd 2116, Taberani 9/8628, 8639, İbni Vaddah el-Bid’a 8, 13, Ebu Nuaym el-Hilye 4/380, 381, Ziya el-Makdisi İttibau’s-Sunen 1, Eslem bin Sehl Bahşel Tarihu Vasıt 198, Ebu Şame el-Bais 14, Suyuti el-Emru Bi’l-İttiba 83, İbnu’l-Cevzi Telbîsu İblîs 17, Heysemi Mecmau’z-Zeva’id 1/181 Albânî Silsiletu’l-Ehadîsi’s-Sahiha 5/4, Et-Tarhuni Kasımi Cem’u’l-Fevâid 9

Önemli Bir Not: En-Nehveran olayında ki Hariciler bilindiği gibi kâfirdir! Çünkü onlar sahabeye kâfir diyorlardı! Bir grup insanın hayrı elde etmek istediklerini söyleyerek Allah’a ibadette mübalağa kastettiklerini anlıyoruz. Tabiî ki bu yanlıştır ve bid’attır.

Burada bu halkadaki insanlar eğer gerçekten hayrı istiyorlar ise daha sonra neden Hariciler safına katılarak sahabelere karşı savaştılar? Bizce onların asıl amacı dinde insanları sapıklığa düşürmektir! Onlar hayrı istediklerini öne sürüyorlar fakat yaptıkları şerdir!

Biz Müslümanlar hayrı elde edeceğiz diye Kur’an ve Sahih Sünnet’in yolundan sapmamalıyız! Bizler zaten Kur’an ve Sahih Sünnet’e göre yaşarsak, Allah-u âlem hayrı elde ederiz. O yüzden bu gibi dinde saptırıcı şeylere mü’minlerin ihtiyacı yoktur!

Burada cereyan eden olaya göre bir grup insanın hayrı elde etmek istediklerini söyleyerek Allah’a ibadette mübalağa kastettiklerini anlıyoruz. Tabi ki bu yanlıştır, bid’attır. Burada bu halkadaki insanlar eğer gerçekten hayrı istiyorlar ise daha sonra neden Hariciler safına katılarak sahabilere karşı savaştılar. Bence onların asıl amacı dinde insanları sapıklığa düşürmektir. Onlar hayrı istediklerini öne sürüyorlar fakat yaptıkları şer bir temayüldür. Biz Müslümanlar hayrı elde edeceğiz diye Kur’an ve Sünnet yolundan sapmamalıyız. Bizler zaten Kur’an ve Sünnete göre yaşarsak Allah-u alem hayrı elde ederiz. O yüzden bu gibi dinde saptırıcı şeylere mü’minlerin ihtiyacı yoktur.

Bid’at-ı Hasene ve Bid’at-ı Seyyie Diye Kısımlara Ayrılması

a) Yukarıdaki iddia sahiplerinin delilleri:

(20) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“İnanarak ve sevap umarak Ramazan’da ibadetle kâim olan kimsenin geçmiş günahları mağfiret olunur.”

İbni Şihab şöyle dedi:

Ramazan gecelerindeki namaz işi bu hal iken yani kılan yalnız başına kılarken Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat etti. Sonra bu iş, Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’ın halifeliği zamanında ve Ömer (Radiyallahu Anh)’ın halifeliğinin başlarında da Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) devrinde olduğu gibi isteyenin cemaatsiz olarak yalnız başına kılması suretiyle kılınır oldu. Abdurrahman, ibni Abdin el-Kâri’den rivayet etti. Bu Abdurrahman şöyle demiştir:

Bir Ramazan gecesi Ömer bin Hattab (Radiyallahu Anh)’ın beraberinde mescide çıktım. Birde baktım ki, insanlar yalnız ve dağınık topluluklar halinde teravih namazı kılmaktadırlar. Kimisi kendi başına namaz kılıyor, kimisi de bunun namazına bir kısım insanlar uyup kılıyordu.

Ömer (Radiyallahu Anh):

Ben zannediyorum ki, bu dağınık olarak namaz kılan insanları bir tek okuyucu imamın arkasında toplarsam daha faziletli olacak, dedi. Sonra buna kat’i olarak karar verdi ve akabinde ertesi günü, hicretin 14. senesi içinde o insanları Ubey bin Kab (Radiyallahu Anh)’ın arkasında topladı böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlandı.

Sonra diğer bir gecede yine Ömer (Radiyallahu Anh)’ın beraberinde mescide çıktım. İnsanlar okuyucu imamların namazına uyup namaz kılıyorlardı. Ömer (Radiyallahu Anh) bu manzarayı görünce:

Ni’mel-bid’atu hazihi. Şu teravihin böyle cemaatle kılınması ne güzel adet oldu diye sevincini belirtti ve:

Fakat bu namazlarını gecenin sonuna bırakıp da bu namazdan sonra uyuyanlar, şimdi namaz kılanlardan daha faziletlidirler sözünü de ilave etti. Ömer (Radiyallahu Anh), teravihi gecenin sonunda kılmayı kastediyor. İnsanlar ise teravihi gecenin evvelinde kılmakta idiler.

Buhari 1863, 1864

Hadisin Açıklaması:

Ömer (Radiyallahu Anh)’ın yeniden uygulamaya konulan bu güzel adeti bid’at diye tabir etmesi, bu namazın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sağlığında ve Ebu Bekr (Radiyallahu Anh)’ın halifeliği zamanında cemaatle kılınmasına devam edilmemiş olmasından yahut gecenin evvelinde kılınmış olmasından veya rekat sayısının en sahih rivayete göre ziyade edilmiş olmasından dolayıdır.

Bid’at aslında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında mevcut olmayan dini bir işi yeniden icat etmekten ibarettir. Teravih namazının cemaatle kılınması ise bid’atın bu umumi manasına elbette dâhil değildir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu namazı hayatında iki, üç gece cemaatle kıldırmıştır.

Sonra bir gerekçe ileri sürüp cemaatle kıldırmayı terk etmiş ve herkesin yalnız olarak evinde kılmasını tavsiye etmiştir. Ömer (Radiyallahu Anh) zamanında Ubey bin Kab (Radiyallahu Anh)’ın imamlığı arkasında cemaatle kılınan bu teravih namazının kaç rekât kılındığı bildirilmemiştir.

Aişe (Radiyallahu Anha) yeğeni Urve’ye şöyle haber vermiştir:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gece, gecenin ortasında çıktı da mescidde namaz kıldı. Bir takım insanlarda O’nun namazına uyup beraberinde namaz kıldılar. Sabah olunca insanlar geceleyin Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in mescidde namaz kıldırdığını konuştular. Bu haber yayılınca ertesi gece, birinci gecekilerden daha çok insan toplandı ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in beraberinde namaz kıldılar.

Sabah olunca insanlar bunu yine aralarında konuşup yaydılar. Üçüncü gecede mescid halkı iyice çok oldu. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yine çıkıp namaz kıldı, insanlar da O’nun namazına uyup namaz kıldılar. Dördüncü gece olunca mescid, toplanan insanları almaktan aciz oldu. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o gece namaza çıkmadı. Nihayet sabah namazını kıldırmak için çıktı. Sabah namazını kıldırınca yüzünü cemaate karşı yöneltti ve hutbe başlangıcı olarak şehadet kelimelerini söyledi ve gece namazına çıkmamasının gerekçesini şöyle açıkladı:

“Şu muhakkak ki, sizin mescide oluşunuz bana gizli olmamıştır. Şu kadar ki gece namazı üzerinize farz kılınır da sonra onun edasından aciz kalırsınız diye korktum!”

Ez-Zuhri (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:

Nihayet Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat etti. Ramazan namazı, evlerde kılınmak üzere devam edip durdu dedi. Bu hadisten anlaşılıyor ki Ömer (Radiyallahu Anh)’ın “bu ne güzel bid’attır” sözünden kasıt, kendisi bir bid’at çıkararak ona hüküm vermemiştir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından önce yaptığı ibadetin, yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ölümünden sonra tekrarlanması sonucu yapılan ibadettir. Ve Ömer (Radiyallahu Anh) bu olaya bid’at demiştir.

Ömer (Radiyallahu Anh)’ın bid’attan kastı adettir. Buna Bid’atı hasene denmiştir. Şu an günümüzde bid’atın bir kısmı güzeldir diyenlerin bu iddialarına delil olarak sundukları Ömer (Radiyallahu Anh)’ın bu teravih namazı hadisesidir. Onlar bu hadiseyi kendilerine göre yorumlamışlardır. Ve buna da Bid’atı Hasene demişlerdir.

b) Bir bid’atın güzelliğine ve çirkinliğine kim hüküm verecek?

Bid’atı çıkaran kimse hüküm verecektir. Sünneti söz, fiil nefsine amir kılan bir kimsenin konuştuğu hikmet, hevayı söz ve fiil olarak nefsine amir kılan bir kimsenin de konuştuğu da bid’at olur.

c) “Küllü bid’atın dalale” Her bid’at dalalettir!

(21) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir, her dalalet ateştedir.”

Müslim 867, Nesei 3/188

d) Her bid’atın dalalet olduğu yön:

İmam Şatıbi (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:

“Her bid’at ne kadar küçük olursa olsun dalalettir. Burada o dalalettir hükmünde bid’atın kendisine bakılmaz. Aksine bu hükümde bid’atın ihdas edildiği yere bakılır. Bid’atın ihdas edildiği yer neresidir? Bid’atın sahibi bilse de bilmese de orası tamamlanmış, kemale erdirilmiş hiç kimsenin küçük veya büyük bir bid’at eklemesine imkân bulamayan İslam şeriatıdır. İşte burada bid’atın dalalet olması buradandır. Yoksa mücerred ihdas etmekten değildir. Zira dinde bid’at ihdas etmekte Allah’a ve Rasulüne istidrak etmek vardır.

İstidrak: Eksik olan şeyleri tamamlamak demek. Burada İmam Malik (Rahmetullahi Aleyh)’in şu sözünü tamamlamak yerinde olur:

“Her hangi bir kimse İslam’da bir bid’at ihdas eder ve onun güzel olduğunu zannederse bilsin ki o kimse Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in risalet görevine ihanet ettiğini iddia eder.

(22) Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Bu gün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’dan razı oldum.”

Maide Suresi 3

İmam Malik (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:

“Bu ayetin geldiği gün dinden olmayan şeyler bu gün de dinden değildir!”

El-itisam 61

İslam dini, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hayatında kemale ermiştir. Dolayısıyla Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den sonra da dinde ihdas edilen her şey bid’at mefhumu içerisine girer.

(23) Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar kendi batıl heveslerine uymaktadırlar. Oysa Allah’tan bir hidayet olmaksızın kendi batıl hevesine uyan kimseden daha sapık kim vardır? Allah zalim olan kimselere asla hidayet etmez.”

Kasas Suresi 50

(24) Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var? Eğer önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı muhakkak aralarında hüküm olunurdu. Şüphesiz zalimler için acı bir azap vardır.”

Şuara Suresi 21

Bid’at Olmadığı Halde Bid’at Denen Şeyler

Bir takım insanlar vardır ki Kur’an ve Sünnette mevcut olan emir ve yasakları kabul etmeyerek bid’at olduğunu iddia etmektedirler. Bunların asıl amaçları insanları Kur’an ve Sünnet yolundan saptırmaktır. Genelde bu görevi günümüz tarikatçılarından bazıları üstlenmektedir. Bu tarikatçıların imamları bilerek veya bilmeyerek insanları yanlış yola sürüklemektedirler.

(25) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

“Ümmetimin hakkında en çok korktuğum saptırıcı imamlardır.”

Darimi

(26) Saptırıcı imamlar hakkında, Ömer (Radiyallahu Anh) sahabeden ibni Hudayr (Radiyallahu Anh)’a:

İslam’ı yıkacak olan şeyleri biliyor musun? dedi. O da:

Hayır, dedi. Bunun üzerine Ömer (Radiyallahu Anh):

İslam’ı yıkacak olan şeyler ilmin ortadan kalkması, münafıkların Kur’an’ı Kerim üzerindeki cedelleşmeleri ve saptırıcı imamların hükümleridir, dedi.

Darimi 63

Bazı şeylere bid’at olmadığı halde bid’at diyerek insanları saptıran önderlerin kıyamet günündeki halleri şöyle açıklanmaktadır.

(27) Allah-u Teâlâ Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Kıyamet günü kendilerinin bütün (günah) yüklerini taşıdıktan sonra bilgisizce baştan çıkardıklarının (günah) yüklerinden bir kısmını da yükleneceklerdir.”

Nahl Suresi 25

Bu ayetin tefsirinde Mücahid (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demiştir:

“Toplumun bozulmasına ve yoldan çıkmasına sebep olan dalalet öncüleri kendi günah yüklerini taşımakla kalmayıp, saptırdıkları kimselerin günahlarını da taşıyacaklardır. Bir de toplumun saptırıcı güçlerine gönül rızası ile itaat edenlerin azabında da hiçbir hafifletme olmayacaktır!”

İbni Kesir 2/327

Örneğin bid’at olmadığı halde bid’at denen şeylerden mikrofon örneği vardır. Mahmudiye tarikatında mikrofon kullanmamaktadırlar. Ezanı mikrofonsuz okuma taraftarıdırlar. Kâfirler tarafından sonradan icat edilen bid’atlar olduğunu iddia etmektedirler.

Diğer tarikatlarda da bulunan benzeri şeyler vardır. Biz Müslümanlar, bu konu hakkında bir tarikat şeyhinin veya bir mezhep imamının görüşünü ve hükmünü değil de, Kur’an ve Sahih Sünnetin hükmünü almamız gerekir! Biz mü’minlere de buna tabi olmak düşer.

(28) Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Allah ve Rasulü bir şeye hüküm verdiği zaman mü’min bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Herkim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse apaçık sapıklığa düşmüş olur.”

Ahzab Suresi 36

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.