CELALETTİN RUMİ KİMDİR?
Celalettin Rumi namı diğer adıyla Mevlana kimdir? Kitapları ne anlatıyor? Hoşgörü diyalog masalları kimin içindir? Şems kimdir? Kimya Hatun kimdir? Niçin oğlunu evlatlıktan ret etti ve cenazesine bile katılmadı? Nasrettin Hocayı kim öldürttü? Moğollarla arasında nasıl bir ilişkisi vardı? İslam coğrafyası işgal ve istila edilirken mücahitlerden neden nefret ederdi? Araştıranınız ve bileniniz var mı? Celalettin Rumi gerçekten büyük bir hak aşığı mıydı? Yoksa kendi asrının deşifre edilememiş FETÖ elebaşısı mıydı?
BM, AB, ABD, batılı fikir adamlarının ve devletin sahiplendiği asırlar geçmesine rağmen her sene yerli ve yabancı sevenlerinin vuslat (ölüm) yıl dönümünde buluştuğu. Törenler düzenlendiği, Mevlana yılları ilan edildiği, yerlere göklere sığdırılamayan Celalettin Rumi nasıl bir insandır örgütü nasıl bir yapılanmadır hiç bileniniz var mı? Size sadece büyük insan, büyük evliya, kutsal ruh olarak tanıtıldı. Hoş görü, diyalog, aşk, meşk, sevgi, barış gibi kelimelerde nefsinizi okşadığı için işinize geldi. Araştırma, soruşturma ihtiyacı duymadan sevdiniz ve peşinden gittiniz öyle değil mi? İsterseniz sizi biraz bilgilendirelim, belki birazda kendiniz araştırırsınız.
Celâlettin Rumi 1207 yılında Afganistan’ın Belh şehrinde doğmuş, 1273 yılında Konya’da ölmüştür. Celâlettin Rumi 1244 yılında ailesiyle göç ederek Konya’ya yerleşmiştir. Fars kökenlidir ve eserlerini farsça yazmıştır. Celâlettin Rumi Konya’da tanıştığı Şems-i Tebriziden etkilenmiş. Bir rivayete göre Şems-i Tebrizi İsmaili bir aileden gelen bir derviştir. Celâlettin Rumi ve Şems-i Tebrizi Kur’an ve Sünnet ile taban tabana zıt tasavvuf inancına, vahdeti vücut inancına, hulul inancına ve batıniliğe inanırdı. Celâlettin Rumi aynı zamanda dinler arası diyalog, dinlerin birliği, bütün dinlerin karı şımından sevgi ve barış dini türetme gibi söylemleri ve çalışmaları da vardı.
Celâlettin Rumi ve Şeyhi Şems-i Tebrizi arasında aşk, meşk hikâyeleri anlatılmakta bu sebepten Celalettin ve Şems altı ay bir hücrede halvette kalmışlar. Buna tasavvufta evliya makamının da üstün de bir âşık maşuk makamı olduğunu kendilerinin de bu makamın temsilcileri olduğunu cahillere yutturmuşlardır. Şeriata aykırı bu hallerine itiraz edilince de kendileri gibi olmayanların ve batın ilim bilmeyenlerin bu halleri anlayamayacaklarını söyleyerek batıllarına kılıf uydurmaya çalışmışlardır.
Celâlettin Rumi diğer Sufiler gibi vahdeti vücut inancını savunuyordu. Tasavvufun inanç esaslarından biri olan vahdeti vücut inancına göre; Kâinat Allah’ın bir cüzü, bir parçası olduğu bu se- bepten Allah’tan başka varlık olmadığı var gibi gözüken ne varsa hepsinin Allah’ın bir cüzü, bir parçası olduğu kabul edilir. Oysa kâinat Allah’ın bir cüzü bir parçası olmadığı gibi kâinatın varlığı da inkâr edilemez. Ancak Sufiler önce kâinat Allah’ın bir cüzü bir parçası olduğunu iddia ettiler. Sonra yaratılmış olan her şeyin varlığını inkâr ederek hepsi Allah’tır diyerek saçma sapan şeyler uydurdular. Böylece Sufiler “Lâ ilâhe illallah” demeyi terk edip “la mevcude illallah” demeye başladılar.
Mahlûkat Allah’ın bir cüzü bir parçası olmadığı gibi mahlûkatın varlığını da inkâr edemeyiz. Mahlûkat Allah’ın yoktan var ettiği ve haklarında ayetler indirdiği varlıklardır. Allah’tan başka mevcut varlık olmadığına inanmayı gerektirecek bir ayet veya bir hadis yoktur. Allah’ın yarattığı dağlara, ovalara, güneşe, aya, yıldıza, ağaca, taşa, toprağa, bitkilere, hayvanlara, meleklere, cinlere ve yaratılmış birçok varlığın yaratıldığını kabul edip. Sonra bu varlıkların var olduğunu gözleriyle, kulaklarıyla, elleriyle ve aklıyla şahitlik edip. Sonra bu varlıkların var olduğuna, yaşadığına ve öldüklerine şahitlik edip. Sonra bu varlıklar hakkında ayetler indiğine şahitlik edip. Sonra bu varlıkların var olmadığını var olan bu varlıkların Allah’ın bir cüzü ve bir parçası olduğunu iddia etmek saçma sapan bir zırvadan baş ka bir şey değildir. Bu zırvaları uyduranların asıl gayesi İslam dinini tahrif etmek ve müntesiplerini yoldan saptırmaktır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Allah’ın bazı kullarının O’nun bir parçası olduğunu iddia ediyorlar. İnsan, nasıl da apaçık nankörlük eden zalim bir yaratığa dönüşüyor! (Zuhruf Suresi: 15)
Allah tektir, eşsiz ve benzersizdir. O öyle kudretli, öyle merhametli, öyle adaletli, öyle bilgili, öyle azametlidir ki, insanoğlunun hayal edebileceği, zihninde canlandırabileceği veya benzetebileceği mevcut olan veya olabilecek hiçbir varlık yoktur.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Size kendi cinsinizden eşler armağan eden ve hayvanları çifter çifter yaratan; böylece, sizi bu içinde üretip çoğaltan O’dur. Hiçbir şey O’na benzemez. O’dur, işiten, gören. (Şura Suresi: 11)
Celâlettin Rumi Şems-i Tebrizi gibi hulul inancına inanıyordu. Celâlettin Rumi Allah’ın kendisine hulul ettiğine ve içindeki Allah’ın kendisini konuşturduğunu iddia etmekteydi. Mesnevi’nin de böyle yazdırıldığını iddia etmekteler. İşte bu inanç sebebiyle Celâlettin Rumi ve müritleri Mesnevi’nin vahiy mahsulü olduğuna inanıyorlardı. O dönemde yazılan Mesnevilerin kapaklarında “Ona ancak temiz olanlar dokunabilir” ve “Âlemlerin rabbi tarafından indirilmiştir” ayetleri yazılarak bu inancı ifade etmişlerdir. Bazı Mevleviler ise Celâlettin Rumi için “O peygamber değil, ama kitabı var” demiştir. Böylece mesnevinin vahiy kaynaklı olduğunu iddia edilerek Kur’an’a eş değer tutmuşlar. Diğer Tasavvuf büyükleri de Celâlettin Rumi gibi hulul inancını eserlerinde savunmuşlar ve bu doğrultuda iddialarda bulunmuşlardır. Kimisi cübbemin altıda Allah var demiş, Kimisi ben oyum o benim demiş, kimisi enelhak (ben Allah’ın) demiş, kimisi ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü gibi küfür laflar ederek şirk akidelerini ortaya dökmüşlerdir.
Celâlettin Rumi bâtıni inancına da sahipti. Bâtınilik inancı Şia’nın bir kolu olsa da bazı sufi fırkalarda Bâtınilik inancına sahipler. Bâtınilik; Gizli olanı ve bir şeyin iç yüzünü bilenler anlamına gelir. Bâtınilik Kur’an ayetlerinin görünür zahir anlamlarını bir kenara bırakarak bu ayetlerin daha derin ve gizli anlamları olduğunu iddia ederek ayetleri buna göre yorumlayan akıma Bâtınilik denilmektedir. Bu düşünceyi benimseyen kişiye ise Bâtıni denmektedir. Bâtınilere göre ayetlerin manası ayetlerin batıni manasında gizlidir. Bu manayı bilenler ise Tanrı tarafından belirlenmiş veya tanrı ile ilişki kurabilen masum imam ancak bu sırları bileceğini iddia ederler.
Örneğin Kur’an’da emredilen namaz, zekât, hac, rükû, secde, cihat gibi ayetler ile kast edilen bunların zahir manası değil imamların anlattığı manaların kast edildiğini iddia etmekteler. Böyle bir anlayış ise İslam’ın ret ettiği batıl bir anlayıştır. Bâtıniler Kuran’ın kast ettiği zahir manayı yok sayarak Kur’an’a hevalarına göre batıl manalar vererek tahrif ettiler. Böylece Kur’an’ın evrensel mesajını bozdular. İşte Celalettin Rumi ve Hocası Şemsi Tebrizi Sufi inanca mensup oldukları gibi onlar aynı zamanda Bâtıniliğe de inanıyor lardı. Onlar bu batıl inançları ile sadece Müslümanları değil aslında tüm insanlığı da zehirlediler.
Celâlettin Rumi aşığı Şems’in telkiniyle yazdığı kitaplarının ise ilham edildiğini, indirildiğini ve vahiy kaynaklı olduğunu iddia ederek Mesnevi hakkında aynen şunları söylüyor: “Mesnevi-i Kerîm, Salih elçiler (kâtipler) eliyle yazılmıştır. Ona temiz olanlardan başkasının el sürmesine mani olurlar. Mesnevi Âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Bâtıl onun önünden de, arkasından da yaklaşamaz. Allah onu korur ve gözetir. Mesnevinin başka lâkapları da vardır. O lâkapları Allah Teâlâ vermiştir. Fakat bu azıyla yetiniyoruz.” [1]
Celâlettin Rumi Mesnevi hakkındaki bu beyanları açıkça göstermektedir ki Celâlettin Rumi Mesnevi’nin Allah tarafından kendisine vahiy edildiğini iddia etmektedir. Bu şairane bir ilham iddiası olmayıp Mesnevinin kendisine ilham edildiğini, indirildiğini ve vahiy kaynaklı olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiasını başka beyitlerde ise şöyle ifade ediyor; “Bu ne bir kâhin sözü, ne bir rüyadır. Allah doğruyu biliyor ki, o Allah’tan vahiydir.” Celâlettin Rumi bu sözler ile kendi yazdığı eserleri vahiy kaynaklı olduğunu iddia edip Kur’an’a eşdeğer sayıp ayetlere nazire yapacak kadar haddini aşmıştır. Bu konuda nazire yaptığı ayeti kerimeler şunlardır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Gerçek şu ki, kendilerine tebliğ edilen bu öğüdü inkâr eden ler, bu öyle değerli bir kitaptır ki; Bâtıl ona hiçbir yandan yaklaşamaz! Hikmet sahibi ve övgüye lâyık olan Allah tarafından gönderilmiştir. (Fussilet Suresi: 41-42)
Celâlettin Rumi’nin Mesnevi için “Mesnevi Âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Bâtıl onun önünden de, arkasından da yaklaşamaz. Allah onu korur ve gözetir…” demektedir. Celâlettin Rumi’nin bu sözlerinin nasıl batıl ve Allah’a iftira olduğunu daha iyi anlamak için Mesnevinin içeriğine bakınca anlaşılacaktır. Başta Mesnevi olmak üzere Celâlettin Rumi’nin tüm eserleri batıl, bidat ve hurafe şeyler ile doludur. Bu eserlerde akidevi sapıklıklar olduğu gibi birde ahlaki ve cinsel sapıklıklarda içermektedir. Mesnevide birçok eşcinsel, lezbiyen ve ahlaksız hikâyelerin olması bu zatın nasıl ahlaksız bir karakter olduğunu göstermektedir. Örneğin; “Kabak Hikâyesi, Luti’nin Hikâyesi, Kadınlar Meclisine Giren Cuha’nın Hikâyesi ve Nasuh’un Hikâyesi” gibi hikâyeler aynen iktibas etmeye hayâ ettiğimiz eşcinsel, lezbiyen ve ahlaksız hikâyelerdir. Terbiyesiz ve ahlak dışı bu hikâyeler (haşa) Allah tarafından mı nazil olmuştur sufilere sormak lazım.
Allah’ın kitabındaki hükümleri tahrif eden ve gizleyen Celâlettin ve Şems gibi din simsarları İslam’a karşı paralel bir din uydurmak için Kur’an’a alternatif kitaplar yazmışlar. Sonra yazdıkları bu kitapların hatasız, sorgulanmaz ve kutsal olduğu algısını yerleştirmeye çalışmışlar. Bunun için kitaplarının Allah tarafından yazdırıldığını, ihtar edildiğini, ilham edildiğini, indirildiğini ve peygamberin onayından geçtiğini iddia ederek cahil cühelayı kendilerine kul köle yapmışlardır. Böylece bu eserler kutsanarak içindeki batıllar sorgulanmaz itiraz kabul edilerek önce Kur’an’a karşı paralel kitaplar türetilmiş sonra İslam’a karşı paralel bir din olan Tasavvufu uydurmuşlardır. Kur’an bu saptırıcıları şöyle tehdit etmektedir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Kitabı kendi elleriyle yazıp da, onunla servet, makam, şöhret ve benzeri basit çıkarlar elde etmek için, “Bunlar Allah’tan gelmiştir!” diyen kimselerin vay hâline! Ellerinin yazdığından ötürü vay hâline onların ve o kazandıklarından dolayı, vay hâline onların! (Bakara Suresi: 79)
Tasavvuf büyükleri “bana yazdırıldı, bana ihtar edildi, bana ilham edildi, bana indirildi ve peygamberin onayından geçti…” gibi laflar ederek eserlerinin hatasız, dokunulmaz ve vahiy kaynaklı olduğunu iddia ederler. Oysa Tasavvuf büyüklerinin eserleri batıl, bidat ve hurafe şeyler ile doludur. Allah Teâlâ Kur’an ve Sünnete aykırı batıl, bidat ve hurafe şeyler ilham etmeyeceğine göre Tasavvuf büyüklerine yazdıran, ihtar eden, ilham eden şeytanlardan başkası değildir. Kur’an bu hakikati ise şöyle haber vermektedir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
İşte böylece Biz, hem insanlar, hem de cinler arasından şeytanları, bütün Peygamberlerin can düşmanı yaptık! Bu şeytanlar, aldatmak amacıyla, birbirlerine yaldızlı sözler ilham ederler. Gerçi Rabbin dileseydi bunları yapamazlardı. O hâlde, bırak onları, uydurdukları ile baş başa kalsınlar! (En’am Suresi: 112)
Bu ayeti kerimede insan ve cin şeytanların peygamberlere ve izinden giden müminlere düşman olduklarını haber vermektedir. Bu şeytanlar, hakikati tersyüz ederek insanları saptırmak için gerçekte zararlı olduğu hâlde, görünüşte son derece çekici ve baştan çıkarıcı yaldızlı sözler ve şeytani fikirler ilham ederler. Allah dileseydi o şeytanların iradelerini ellerinden alırdı ve bu kötülükleri yapamazlardı. Fakat Allah, imtihan hikmeti gereğince onlara biraz mühlet verdiğini haber vermektedir. Şeytanlar bu yaldızlı sözleri özellikle küfrün elebaşlarına ve yoldan saptıran bidat ehline ilham ederler. Şeytanlar onları yaldızlı sözlerle büyüleyerek yavaş yavaş hissettirmeden batıl yollara saptırmaya çalışır.
Bazıları bu ilhamların rahmani olduğunu zannederek itaat ederler ve yoldan saparlar. Bazıları ise bu ilhamların şeytandan olduğunu bildikleri halde ona itaat ederler. Muhyiddin Arabî, Celalettin Rûmî, Said Nursi ve Tasavvuf büyükleri yazdıkları kitapların kendilerine yazdırıldığını, ihtar edildiğini, ilham edildiğini, indirildiğini ve peygamberin onayından geçtiğini söyleyerek kitaplarının hatasız, dokunulmaz ve vahiy kaynaklı olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa bu kitapların içeriği batıl, bidat ve hurafe şeyler ile doludur. Tasavvuf büyüklerini ve eserlerini iyice analiz ettiğinizde bu insanların cinlere musallat olmuş veya cinlerle işbirliği yapan saptırıcılar olduklarını görürsünüz.
Celâlettin Rumi Tasavvuf inancının en önemli temsilcilerinden biridir. Celâlettin Rumi Kur’an’a alternatif kitaplar yazan, İslam’ı batıl, bidat ve hurafelerle bozan bir saptırıcıdır. Aynı zamanda Celâlet tin Rumi ve örgütü Moğollarla işbirliği yapan bir ajandır. Tıpkı bu asrın hubeli ABD ile işbirliği ve ajanlık yapan FETÖ ve örgütü gibi. Moğolların Anadolu’yu istila ettikleri dönemde yaşayan Celâlettin Rumi Moğollarla işbirliği yaparak işgale karşı direnen Âlimlere, Ahilere ve Türkmenlere karşı mücadele etmiştir.
Celâlettin Rumi Moğollarla uzlaşarak Ahilere karşı savaştığı için Moğollar ona “Şeyhu’r-Rum” yani “Rum Diyarının Şeyhi” unvanını vermişler. Daha sonra Anadolu’daki bütün şeyh ve müritlere Mevlana’ya bağlanmaları mecburiyeti getirilmiştir. Celâlettin Rumi’nin oğlu Alaattin Çelebi Ahi Türkmenlerle beraber Moğol zulmüne karşı mücadele etmiş ve babası Celâlettin Rumi ile ters düşmüştür. Bu sebepten Alaattin Çelebi Ahilerin başkanı olan Nasrettin Hoca adıyla tanınan Ahi Evren’le birlikte Kırşehir’de yakalanarak öldürülmüştür. Celâlettin Rumi, kendi öz oğlu Ahi Türkmenlerle birlikte oldu diye öldürülmesine göz yummuş ve cenaze namazına bile katılmamıştır.
Celalettin Rumi’nin Moğollarla işbirliğini ve Müslümanlara ihanetlerini detaylı araştırmak isteyenler Selçuk Üniversitesi tarih bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mikail Bayram Hocanın yaptığı araştırmaları içeren kitapları okumalarını ve videolarını dinlemelerini tavsiye ederiz. Prof. Dr. Mikail Bayram Celalettin Rumi’nin Moğollarla yaptığı işbirliğini ve Müslümanlara yaptığı ihanetleri ortaya dökerek Celalettin Rumi’nin gerçek yüzünü birde tarihi açıdan ortaya çıkarmıştır.
Celalettin Rumi’nin Bidat ve Küfür Sözlerinden Bazıları:
“Bu kitap Mesnevi kitabıdır, mesnevi, hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının, asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı, Tanrı’nın en aydın yolu, Tanrı’nın en açık bürhanıdır…”
“Mesnevi Âlemlerin Rabbinden inmedir: Bâtıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir.” [2]
Celalettin Rumi bu söyleriyle Mesnevi adlı eserinin vahiy kaynaklı ve hatasız olduğunu söylüyor. Bu sözleriyle aklınca ayetlere nazire yaparak kendi kitabını Kur’an’la eşdeğer tutuyor.
“Hazineyi açtılar, hepiniz elbiseler giyin, Mustafa gene geldi, hepiniz iman edin.”
Celalettin Rumi bu söyleriyle kendini Allah Resulü Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e eşdeğer tutuyor ve bununla da yetinmeyerek, peygamberden üstün olduğunu kinaye yoluyla şöyle ifade ediyor.
“Bugün Ahmed benim:
Ama dünkü Ahmed değil.
Bugün anka benim:
Ama yemle beslenen kuşcağız değil”
Celalettin Rumi devamında “Enelhak” diyerek Allah olduğunu zırvalıyor.
“Enelhak kadehiyle
Bir yudumcuk içen sızdı.
Tanrılık şarabından
Şişelerle, küplerle içtim ben, sızmadım,
Ben, sultanların aradığı sultan.”
“Ben hacetler kıblesiyim.
Gönlün kıblesiyim ben.
Ben Cuma mescidi değilim,
İnsanlık mescidiyim ben.”
“Gönlü saf sûfiyim ben;
Benim tekkem âlem,
Medresem dünya benim.
Değilim abalı sûfilerden.”
“İster münacaat eri ol sen,
Meyhane indi istersen;
Bundan sanki ne çıkar?
Yok, Cumartesiymiş, yok Cumaymış,
Bence ne fark var? [3]
Celalettin Rumî bu mısralarda ve başka sözlerinde sufilerin uydurduğu vahdeti Vücut inancı doğrultusunda Hallacı Mansur gibi “Enelhak” iddiasında bulunarak haşa Allahlık iddiasında bulunu yor.
Celalettin Rumi iyi ve kötü, doğru ve yanlış diye bir şey olmadığını, oynananın sadece karşı rakipler olmadığından, ciddiyeti olmayan bir oyun olduğunu söylemekte, dolayısıyla da Sufizmin bu husustaki temel düşüncesini vurgulamaya çalışıyor. Musa ile Firavunun aynı şahıs olduğunu, dolayısıyla küfür ile İmanın aynı şey olduğunu zırvalıyor.
“Renksizlik âlemi, renge esir olunca bir Musa, öbür Musa ile savaşa düştü.
Renksizlik âlemine ulaşırsan Musa ile Firavun’un karıştığı âleme erişirsin.” [4]
Hatta oynanan bu oyunda taraf tutulmak istenirse, Firavunun tarafının tutulması gerektiğini zira haksız olanın Musa olduğunu şöyle zırvalıyor.
“Bu işler, kovalayanı yanıltmak için ata çakılan ters nallardır; ey saf kişi! Firavun‘un Musa’dan nefretini, sen Musa’dan bil”! [5]
Tasavvuf dinine mensup sufilerin zihniyeti dikkate alındığında, Celalettin Rumi’nin ne demek istediği ve Kuran’dan ne kadar uzak olduğu net olarak anlaşılır. Diğer sufilerin durumu Celalettin Rumi’den farklı değildir.
Sufiler insanları saptırmak ve batıl yollarına bağlamak için bazen Peygamberleri ve Müminleri aşırı derecede yücelterek kutsarlar âdete putlaştırırlar. Bazen de Peygamberleri ve Müminleri kötülerler ve aşağılarlar öyle ki nemrutları, firavunları Peygamberlerin ve Müminlerin üzerine çıkarırlar. İslam vasat bir dindir Sufiler ise vasat olmamak için ifrat veya tefrit arasında gidip gelirler.
Sufilerin insanları batıl yollarına bağlamak için kullandıkları bir başka metot ise şudur; Akla ve duyulara hitap eden ilme ve öğrenmeye karşı çıkarlar ve bunun yerine Bâtıniliği şiddetle savunurlar. Onların batıni anlayışına göre minare deniliyorsa derin bir kuyu anlamak lazımdır. Birine bunu yutturdular mı artık ona kabul ettiremeyecekleri hiçbir batıl kalmaz.
Öyle ki, İslam Allah bir diyorsa Sufiler buna karşılık her şeyin Allah olduğunu zırvalarlar. İslam Cennetin güzelliğinden bahsediyorsa Sufiler buna karşılık cennetin pekte güzel bir yer olmadığını ve ahmakları kandırmak için kurulmuş bir tuzak olduğunu zırvalarlar. İslam cehennemin kötü bir yer olduğundan bahsediyorsa Sufiler buna karşılık cehennemin güzel bir yer olduğunu ve içindekilerin ondan çıkmak istemediklerini zırvalarlar.
Cenneti kötüleyen Sufiler, cehennemi övmekten geri durmazlar: Celalettin Rumi için cehennem bir ceza yeri değil, arızi kötülükleri temizleyen, insana hiçbir zarar vermeden olgunlaşma kazandıran bir yerdir; Ateşi ise kırmızı şarap gibidir. Allah bu Müşrik kâfiri kahretsin.
Celalettin Rumi bu konuda şöyle demektedir:
“Cehennem ateşi, ancak kabuğu yakar. Ateşin içle hiçbir işi yoktur.
Ateşi içe yayılım verirse mutlaka bil ki onu pişirmek içindir, yakmak için değil.
Tanrı, hüküm ve hikmet sahibi oldukça bu kaide daimidir.
Geçmiş zamanda da böyledir, gelecek zamanda da.
Lâtif iç, hatta kabuklar bile onun tarafından yarlıganırken artık nasıl olur da içi yakar? Uzaktır ondan bu.
Hattâ inayet eder de bu inayeti yüzünden başına vurursa bile ona iştah verir, o kırmızı şarabı içirir.”[6]
Celalettin Rumi kendisinin dinler konusundaki görüşünü anla tırken, kendisinin böyle şeylere bağlı olmadığını, mızrağın kalkanı deldiği gibi, böyle şeylerden kurtulup uzaklaştığını anlatmaktadır. Ona göre, geceyle gündüz birdir, dolayısıyla aydınlıkla karanlık da birdir ve kesin hakikat diye bir şey yoktur. Kesin hakikat kabul etmemekle de, bütün dinler ve bütün şeriatların aynı olduğunu yani herhangi bir bir gerçeği temsil etmediklerini zırvalamaktadır.
Celalettin Rumi bu konuda şöyle demektedir:
“Mızrak, kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle geçtim. Onlar, beni tutamadıkları gibi onlardan bana bir şeyde bulaşmadı.”
“Ondan dolayı bence bütün şeriatlar,
Bütün dinler birdir. Bence yüz binlerce yılla bir saat aynı.” [7]
Celalettin Rumi halka haram olan şarabın kalenderlere helâl olduğunu şöyle zırvalamaktadır.
“Zevk veren her şey, şu aşağılık kişiler, bir delil elde edip dadanmasınlar diye nehye dilmiştir. Yoksa şarap, ceng, güzel sevmek ve sema, haslara helâldir, aşağılık kişilere haram.” [8]
Celalettin Rumi’nin bu sözüne şöyle bir cevap yerinde olacaktır;
İslam’a müntesip olan biz Müslümanlara İçki, kumar, zina, hırsızlık, eşcinsellik haramdır. Tasavvuf dinine müntesip olan, aynı zamanda panteist fikirlere ve Bâtıniliğe de inanan Celâlettin Rumi gibi müşriklere ise neyin helal olduğu ve neyin haram olduğu bizleri pekte ilgilendirmiyor. Ateşi bol olsun.
Celalettin Rumi Musa Peygamberi suçlayıp Firavunu haklı görmekte ve şöyle zırvalamaktadır:
“Bu işler, kovalayanı yanıltmak için ata çakılan ters nallardır; ey saf kişi! Firavun’un, Musa’dan nefretini, sen, Musa’dan bil! [9]
Celalettin Rumi Cebriyeciliği destekleyerek şöyle zırvalamaktadır:
“Kimin haddi vardır ki kendiliğinden, Tanrı hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin!
Çünkü Tanrı, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir.
O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur.
Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini bil!” [10]
Bu sözlerden anlaşıldığı gibi Celalettin Rumi kader konusunda Cebriyeciliği desteklemektedir. Onlara göre iyilik ve kötülük mukadderatın eseri olup, iyi ve kötü, suç ve suçlu yoktur. Hâlbuki İslam dininde, iyi ve kötünün varlığı, sabit bir gerçeğin ifadesidir.
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Yoksa kötülük işleyip duranlar, iman edip güzel ve yararlı işler yapan kimselerle kendilerini bir tutacağımızı; hayatlarının, ölümlerinin aynı olacağını mı sanıyorlardı? Ne kadar çirkin hüküm veriyorlar! (Casiye Suresi: 21)
De ki: “Ey insan; kötü ve zararlı şeylerle iyi ve faydalı şeyler bir olmaz, kötü olanların birçoğu senin hoşuna gitse bile! Öyleyse ey akıl sahipleri, Allah’tan sakının ki, kurtuluşa erebilesiniz! (Maide Suresi: 100)
Hiç kuşkusuz Allah âdil davranmayı, iyilik yapmayı ve ya kınlara ikramda bulunmayı emrediyor. Utanç verici hareketleri, çirkinlikleri ve saldırganca tutum ve davranışları yasaklıyor! Size öğütler veriyor ki, düşünüp ibret alasınız. (Nahl Suresi: 90)
Sana ulaşan her iyilik, Allah’tandır. Başına gelen her kötülük de, senin kendindendir. Biz seni, insanlığa bir Peygamber ola rak gönderdik. Şâhit olarak da, Allah yeter: (Nisa Suresi: 79)
Ne zaman utanç verici bir iş yapsalar, “Biz atalarımızdan böyle gördük; Bunu bize emreden Allah’tır!” derler. De ki: “Allah, böyle utanç verici çirkinlikleri asla emretmez! Siz, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? (Araf Suresi: 28)
Celalettin Rumi’nin Kuran Karşıtı Sözlerinden Bazıları:
“Tanrı’dan vasıtasız verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz uçup gider. [11]
Bilindiği gibi, Kuran Cebrail vasıtasıyla Peygambere vahye dilmiştir. Celalettin Rumi’ye göre böyle bir ilim istikrarsız olup uçup giden bir ilimmiş, geçerli olması için kendisine Allah tarafından vasıtasız gelmeliymiş. Aslında demek istediği, kendisine de peygamberlere verildiği gibi peygamberlik verilmedikçe iman etmeyeceğini söylemesidir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Onlara Kur’an’dan bir ayet tebliğ edilse, derler ki: “Allah’ın elçilerine verilenlerin aynısı bize de verilmedikçe, asla iman etmeyeceğiz!” Oysa Allah, elçilik görevini kime emanet edeceğini gayet iyi biliyor. Böyle suç işlemeyi alışkanlık hâline getirenler, Allah’ın huzurunda aşağılık bir duruma düşecekler ve kurdukları hile ve entrikalar yüzünden şiddetli bir azaba mahkûm edilecekler! (En-am Suresi: 124)
Kur’an’a teslim olmayan Müslüman olmayı içine sindiremeyen bu adam açıkça peygamberlik de ilan edemeyince sinsice insanları inkârcılığa sevk etmek için şeytanlıklarını ortaya dökerek şöyle zırvalıyor:
“Şeyh, Tanrı gibi aletsiz işler görür, Müritlere sözsüz dersler verir.”[12]
“Kardeş, sözden el çek ki bizzat Tanrı, senden Ledün ilmini meydana çıkarsın.”[13]
Celalettin Rumi Müslüman olmadığını açıkça ilan etmiyor Müslüman kisvesi ile İslam’ı bozmayı Müslümanları dinsiz yapmayı hedefliyor. Bunun için Müslümanları ilimden ve Kur’an’dan uzaklaştırmak için şu hikâyeyi uyduruyor.
Mesnevide anlatılan bir hikâyede Çinlilerle, Rumlar resim yapma yarışmasına girişmişler, arada perde çekişi olduğu halde Çinliler duvara resim yapmışlar, Rumlar ise karşı duvarı cilalamışlar, perde aradan çekilince Rumların duvarına Çinlilerin resmi aksetmiş ve böylece Rumlar kazanmışlar. Bu örnekle kayıtlı yazılı olanı ret ediyor ve bununla vasıtasız bilgiyi övüyor, gerçi örnek çelişkili ve tutarsız fakat yine de iddiasını buna bağlamaya çalışıyor ve şöyle diyor:
“Oğul, Rum ressamları, sofilerdir. Onların; ezberlenecek dersleri, kitapları yoktur.” [14]
“Onlar, fıkhı ve nahvi, terk etmişlerdir ama mahvolmayı ve yokluğu ihtiyar etmişlerdir.”[15]
Celalettin Rumi Hac farizasını da tahrif ederek alay etmeye kal kışıyor ve şöyle zırvalıyor:
Pir “Ey Beyazid nereye gidiyorsun, gurbet pılı
Pırtıısını nereye kadar çekip süreceksin? Dedi.
Beyazid, “Hac mevsimi Kabeya gidiyoruz” Dedi.
Pir dedi ki, “Yol masrafı olarak yanında ne var?”
Bayezid, “İki yüz dirhem gümüşüm var.
Ridamın ucuna sımsıkı bağladım işte” deyince,
Pir, “Etrafımda yedi kere tavaf et.
Bu tavafı hac tavafından daha makbul bil.”
“O dirhemleri de, ey cömert kişi, bana ver.
Bil ki hac ettin, muradın hâsıl oldu.”
“Umre ettin, ebedi ömre nail oldun,
Saf bir hale geldin, Safa’ya koştun,
Saiy erkânını yerine getirdin.” [16]
Celalettin Rumi bu sözleri ile Hac farizasını da gereksiz bir şey olarak görerek alay ediyor ve Hac yerine kendi etrafında tavaf edilmesinin yeterli olacağını zırvalıyor.
Celâlettin Rumi’nin Eserlerinde Geçen Diğer Batıl İddialar İse Şunlardır
Mesnevi’nin Tanrı tarafından indirildiği içine batıl giremeyeceğini iddia ediyor.
Mesnevi’nin vahiy kaynaklı olduğu ve içeriğine itiraz edilemeyeceğini iddia ediyor.
Tanrıyı Kimya hatun suretinde gördüklerini ve onunla eylendiğini iddia ediyor.
Cihadı kötülüyor, Mücahitlere terör iftirası atıyor.
Yahudi ve Hristiyanların cennete gireceğini iddia ediyor
Batıl dinleri yüceltip Şeriatı aşağılamaya çalışıyor.
Dinlerin karışımından aşk ve hoşgörü dini türetmeye çalışıyor.
İslam’ı batıl ve bidat şeyler ile bozmaya çalışıyor.
Eşcinsel, lezbiyen, gey, biseksüel ve transexs gibi ahlaksız hikayeler yazıyor.
Ve daha birçok hezeyanlar ve sapıklıklar.
İslam’a ve Müslümanlara ihanette Celalettin Rumi, Fetullah Gülen’den geri kalır hiçbir tarafı yoktur. Hatta birçok hususta Celalettin Rumi çok daha şerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü asırlar dolusu koyunlaştırılmış insan sürüsü evliya diye bu sufi ve batıni sapığın peşinden giderek helak oldular. Halk bu adamın gerçek yüzünü hala bilmiyor ve hala deşifre edilmedi. Allah adına yalanlar uyduran, ayetleri tahrif eden, sünneti inkâr eden, batıl ve bidatler ile dini bozan bu adam ayrıca Moğollara ajanlık yaparak Müslümanlara da ihanet etmiştir.
FETÖ ihanet şebekesini deşifre edenler Celâlettin Rumi ve izinden giden şu Tasavvuf önderlerinin de durumunu araştırmalarını bekliyoruz; Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Muhyiddin Arabi, Hallacı Mansur, Beyazıdı Bestami, Mehmet Zahid Kotku, İskender Evrenesoğlu, Nazım Kıbrısi, Mahmut Ustaosmanoğlu, Cübbeli Ahmet, Muhammed Raşit, Nihat Hatipoğlu… Celalettin Rumi’nin yolundan ve izinden giden aynı inancı ve itikadı savunan bu Tasavvuf önderlerinin itikadını ve inancını araştırın sonra Kur’an ve Sünneti hakem yapın ve karar verin. İşte meydan buyurun kendiniz araştırın kendiniz görün.
Eğer “Bu iş zahmetli, bu iş sabır ister, bizim zamanımızda yoktur ”derseniz. Hakkı söyledikleri için dinlemediğiniz, susturduğunuz, baskı altına aldığınız, zindanlarda çürüttüğünüz ümmetin gerçek âlimleri bu araştırmaları yapmış yazısını, kitabını yazmış ümmetin istifadesine sunmuştur. Şirkin tasavvuf elbisesi giyip evliya masalla rıyla ümmeti nasıl uyuttuğunu ve saptırdığını göreceksiniz.
Tasavvuf Büyüklerinin Kendi Eserlerinden Küfür Akideleri! (Kitap) tıklayın ve okuyun.
https://www.islam-tr.net/konu/tasavvuf-buyuklerinin-kendi-eserlerinden-kufur-akideleri-kitap.8043/
Geçmişte veya günümüzde İslam coğrafyasını işgal ve istila eden emperyalistler İslam ülkelerini siyasi, askeri ve ekonomik yönden işgal ederken diğer taraftan barış ve hoşgörü edebiyatı yapan Müs- lüman geçinen din baronlarıyla da sıkı bir işbirliği yapmışlardır. İşte bu sebeptendir ki Moğollar, Haçlılar, Bizans, BM, AB, Amerika, İngiltere, Rusya, Cin gibi kâfirler Celalettin Rumi, Bahaeddin Şah-ı Nakşibendi, Nazım Kıbrısi, Mahmut Ustaosmanoğlu ve Fetullah Gülen gibi din simsarlarını severler ve muhafaza ederler. İbret alınıp tedbir alınmazsa tarih te kerrür etmeye devam edecektir.
Müsennif VELİOĞLU
DİPNOTLAR
[1] Mesnevi 14
[2] Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi, Mevlâna, MEGSB. Yayınları, İstanbul 1988 çeviren Veled İzbudak. Cilt 1. Önsözden
[3] Mevlânâ Celâleddin, İnkılâb Kitabevi, İstanbul 1985 Abdulbâki Gölpınarlı, sayfa 203, 226 292, 297
[4] Mesnevi. Mevlâna, Cilt 1. Sayfa 198 Bent 2467-2468
[5] Mesnevi. Mevlâna, Cilt 1. Sayfa 199 Bent 2481
[6] Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi, Cilt VI Mevlâna MEGSB. Yayını. 1988 Çeviren, Veled İzbudak sayfa 311 – 312, beyitler 3928-3929-3930-3931-3932
[7] Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi, Cilt I Mevlâna sayfa 280, beyitler 3503-3504
[8] Abdulbaki Gölpınarlı’nın Mevlana Celâlettin isimli kitabının sayfa 198 – 199 – 200. İnkılap Kitabevi 1985 baskısı
[9] Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi, Mevlâna, MEGSB. Yayınları, İstanbul 1988 çeviren Veled İzbudak. Cilt 1. Sayfa 199
[10] Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi Cilt 1 Mevlana MEGSB. Yayınları 1988 baskısı, sayfa 309-310 b.3889 – 3892
[11] Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi Cilt 1 Mevlana MEGSB. Yayınları 1988 baskısı, sayfa 276 b.3449
[12] Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi Cilt 2 Mevlana MEGSB. Yayınları 1988 baskısı, sayfa 101 b.3323
[13] Mesnevi Cilt 1 Mevlana, sayfa 291 b.3642
[14] Mesnevi Cilt 1 Mevlana, sayfa 278 b.3483
[15] Mesnevi Cilt 1 Mevlana, sayfa 279 b.3497
[16] Mesnevi Cilt 2 Mevlana, sayfa 272 b.2238, 2239, 2240, 2241, 2242, 2243