Allah’a hamd Rasulune salat ve selam olsun. Hakkı batıldan ayırma basiret ve dirayetini kullarından dilediğine veren, dilediğini doğru yola iletip ,dilediğini karanlıkta bırakan Allah’a hamdolsun. Alimleri aramızdan çekip aldığı şu ahir zamanda ilme ve hakikate sarılıp bağlı kalanlardan eylesin. Konumuza gelince:
Müslüman tarafsız olmaz. Her olayda tarafı bellidir.
614 yılında Persler ile Rumlar arasında yapılan savaşı[1] Rumların kaybetmesine Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) üzülmüştü…. Hz . Ömer r.a durumu görünce: “Ey Allah’ın Rasûlu neden üzülüyorsun ki…Her iki taraf da kâfir…”deyince Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) :”Olsun en azından Rumlar kitap ehliydi” dedi…[2]
Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e kitap ehliyle savaşmak Mecusilerle savaşmaktan daha ehvendi… Her hâlükârda ehli kitabın ara bulunabilecek bir kitabı vardır.
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) düşmanları arasında ayrıma gitmesi şaşılacak bir şey değildir.
Bizim düşmanlarımız arasında ayrım yapmamız daha şerlisinin gelmesini istemememizin sebepleri açıktır:
- Eğer darbecilerin önünde duracak bir halk kitlesi olmasaydı Tevhid ehli Müslümanlar teker teker tutuklanacak hapsedilecek veya daha da kötüsü darağaçlarında sallandırılacaktı….
- Açmış olduğumuz Kur’an kurslarımız, tüm tevhidi İslami vakıf ve dernekler kapatılacaktı.
Zaten askerin rahatsız olduğu mesele demokrasi değil bu yönde çalışmaların önünün açık olmasıydı. Demokratlar evet sokaklara iktidarlarının yok olmamaları için çıktılar ama bizim sokaklara dökülüşümüz inandığımız değerlerimizi süpürebilecek felaket idi…
Bu hususta demokratlarla aynı amelde buluştunuz diyenlere deriz ki:
Bir mahallede çıkan yangından Yahudi malı için endişe edebilir. Müslüman Camisi için endişe etmemeli midir? Bu noktada herhangi birinin çıkıp: “ siz de Yahudilerle aynı safta elinize kova aldınız” deme hakkı cür’eti var mıdır?
Diyeceksiniz ki bu akidevi meseledir.
Evet biz onların bayrakları altında çıkmış onların sloganlarıyla aynı saflarda can cana yürümüş olsa idik bu böyleydi… Ancak onlar demokrasisini istedi ve bizim de istediğimiz belliydi…
- Eğer cuntacılar başarılı olsaydı – belki siz o günleri görmemiş olabilirsiniz ama- camilere baskınlar yapılıp mütedeyyin Müslümanlar bile gözaltına alınacak, sırf kuran öğretiyor diye işkenceden getirilecekti. Uzağa 1980’lere gitmeye gerek yok bu dediklerimiz 1995 yılında bizzat yaşandı… Bilen bilir…
- Eğer cuntacılar emellerine ulaşsaydı kıymetli bacım sen ne ilahiyatta ne de bir başka fakültede kafanda perukla bile okuyamayacaktın… Hatta İffetli kadınlarımızın namuslarına dil uzatıldığı ve Allah korusun el uzatıldığını görecektin…
Darbeciler darbeyi mevcut durumun devam etmesi için yapıyorlardı. Birkaç sene öncesinde bile, en ufak bir İslami rehavette muhtıra yayınlayanlar bu adamların ta kendileri idi…
Ve en önemlisi… Suriye… Türkiye kaybedilse Suriye’deki cihad da kaybedilmeye mahkûmdu. Şu halde bile tağutların kararı, en ufak bir etkisi mübarek Şam cihadını etkilemektedir. Kardeşlerimizin gözü üzerimizdedir. Bizzat kardeşlerimiz bizlere:” Ne olur bir şeyler yapın, nasıl olacaksa öyle yapın. Mısır’dan ders alın. Demir postallara izin vermeyin. Onlara geçit vermeyin!” diye serzeniş ettiler…
Biz bunun sokaklara dökülmek ile sağlanacağına kanaat ettik. Eğer başka bir şey gerekseydi onu da yapardık. Fakat maslahatın celbi mefsedetin def’i bununla iktifayı gerektirdi.
Rasûlullah ‘ın sahabeleri de kendi maslahatları için girişimde bulunmuşlar hatta bu hususta mevcut durum ve maslahatlarının zarara uğramaması için Necaşi’ye dua etmişlerdir.
Ümmü Seleme (radiyallahu anha)’dan:
“…. Necaşi’nin ülkesinde, hayır yurdu ve hayır komşuluğu üzerine ve bunun devamını umarak yaşamaktaydık. Ta ki krallığı konusunda birinin ona karşı çıkmasına kadar. Allah’a yemin olsun ki (Habeşistan’da) olduğumuz sürece bundan daha şiddetli bir üzüntüye kapılmamıştık. Çünkü o adamın Necaşi’ye galip gelerek, Necaşi ‘nin hakkımızı koruyup gözettiği gibi bizim hakkımızı gözetmeyeceğinden endişeliydik.Necaşi ile aralarında Nil nehri vardı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’in ashabı “Kim çıkıp şu kavmin çarpışmasına müşahede edip durumu bize bildirecek.” dediler. Zubeyr bin Avvam (radıyallahu anhu) “ben” dedi. O topluluğun yaşça en küçüğü idi. Sonra ona bir kırba şişirdiler ve göğsüne (can simidi olarak) bağladılar. Bu kırbanın üzerinde yüzdü . Nil’in kıyısına topluluğun karşılaştığı yere kadar çıktı ve sonra aralarına sızdı. Biz de Necaşi’nin düşmanına karşı galip gelip ülkesinde hâkimiyetini koruması için ona dua ettik. Necaşi Habeşlilerin emirliğini tekrar eline aldı. Bizler (Habeşistan’dan) Mekke’ye Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’in yanına varıncaya dek hayır (ve selamet) yurdunda idik.”[3]
Biz burada tağutu Necaşi olarak göremeyiz. Ve bazılarının yaptığı gibi ” bizim Necaşi’miz ” diyerek kıyaslama aymazlığına da düşmeyiz.
Nitekim bizim Necaşi’miz(!) ‘in hükmü altında biz güvende değiliz. Yukarıdaki hadisin değişik fraksiyonlarında sahabe açıkça “Necaşi bizi gözetip koruyordu.” demektedir.[4] Oysaki bizim Necaşi tam tersine abilerinin maslatı için hiçbir suçumuz yokken sırf aziz ve hamid olan Allah’a inandığımız için 12.5 yıl şu yazının sahibine ceza vermiştir. Bizim Necaşi’miz Ruslarla anlaşma yaparak Çeçen Mücahidleri onlara teslim etmiştir. Bizim Necaşi’miz Süleyman Ebu Gays’ı CIA’e kendi eliyle Guantanamo’da işkenceden geçirilmek üzere yakalayıp teslim etmiştir.[5] Bizim Necaşi’miz mücahidlerle PKK’yı aynı kefeye koymaktan geri durmamıştır. (Sabah Gazetesi 08.11.2013) Ve bizim Necaşi’miz her mütedeyyin Müslümanı en ufak bir İslami çalışmada eline silah almasa bile mücahidleri seven tanıyan gönül veren kimseleri El Kaide diyerek hapislere doldurmuştur. Ve her fırsatta operasyonlara devam edeceğini açıklayıp korku salmıştır. Daha bundan birkaç ay önce (17 Nisan 2016) Diyanet’in Kutlu Doğum Haftası programında konuyu tekrardan ele almış “…El Kaide’nin tüm zulümleri sadece Müslümanlara karşıdır. Bu örgütlerin İslam’a verdiği zararları, İslam düşmanları dahi verememiştir” demiştir. Bu noktada Fetö ile aralarında herhangi bir fark yoktur. Ve aba altından sopa göstermeye devam etmiştir: ‘Operasyonlara sonuna kadar devam edeceğiz’” (17.4.2016 DHA)[6]
Ne yaparsınız ki bizim payımıza düşen Necaşi’nin adaleti(!) ve insafı bu kadardır…
Merhum ağabeyimin deyimiyle “Tarzan zorda”dır. Ve yardım istemektedir. Camilerden selalar okunarak minarelerden Demokrasiyi savunma koruma çağrısı yapılmaktadır. Oysaki Allah’ın dinine karşı dikilmiş demokrasi putunun Allah’ın evlerinden haykırılması nice önce darbenin yapıldığını gösteren en önemli emaredir.
Erdoğan hakkında minberut tevhid vel-cihad Şer’i heyetinden Ebu Ducane El Mısri (Ki kendisi Mücahidin El Kitabı’nın yazarıdır. ) sorulan soruya verdiği cevap açıktır:
“Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen bütün yöneticiler ve hükümet liderleri kafirdir. İsimlerinin tayyib (iyi/güzel) ya da şerir (kötü) olması, Arap ya da Türk olmalarının bir kıymeti yoktur. Bundan dolayı bazı kimselerin dile getirdiği Erdoğan’ın Siyonist devlete yönelik karşı çıkışının da bir değeri ve kıymeti yoktur. Zira bu, Tayyib Erdoğan’ın ulusal çıkarlarını korumak, saf halkını kandırma adına yapmış olduğu bir çıkıştan başka bir şey değildir. Nitekim bunun aynısını Saddam Hüseyin müstekbirliğinin zirvesinde olduğu, insanların peşinden koştuğu ve desteklediği, kucak açıp alkışladığı dönemlerde yaptığını aynısıdır. Ve hakeza aynı şekilde bu Kaddafi’nin ve diğer yöneticilerin yaptığının aynısıdır. Tüm bu yöneticilerin yaptıkları, toplumlar kendilerinden, icraatlarından ve ordularından bıktığı ve ümidini kestiği anda insanlarla dalga geçmek ve nihayetinde de çok basit sözlerle onları kandırmak adına gerçekleştirilmiş şeylerdir.”
“….Diyoruz ki; Erdoğan eğer samimi ise, o halde yapmış olduğu bu açıklamaların hakikatini ve doğruluğunu gösteren fiili girişimler ve ameller nerede? Erdoğan’dan veya hükümetinden İsrail’e karşı gözle görülür bir şey acaba yapılmış mıdır?Ayrıca Türkiye’nin işgalci Siyonist İsrail devleti ile mükemmel diplomatik ilişkilerinin olduğu herkes tarafından da bilinmektedir. Buna rağmen Erdoğan’ın İsrail’e karşı fiili bir tavrı görülmemiş, diplomatik düzeyde hiçbir ilişkinin sonlandırılmasına gidilmemiş, ticari mallarına yönelik bir boykota girişilmemiştir. “
“Değerli kardeşim!
Bizim Müslümanlar olarak tek ölçümüz Tevhid’dir. Kim tevhidin gereklerini yerine getirir ve tevhidi bozan şeylerden de uzak kalırsa o bizim sevdiğimiz, dostumuz ve kardeşimizdir…
Kim de tevhidini bozar ve buna aykırı hareket ederse, bu kimse Yahudi bir devlete bazı dönemlerde savaş açmış bile olsa, o kimse asla bizim kardeşimiz değildir ve nitekim bizden değildir.
Öyleyse ne bir adım öne götüren ve ne de bir adım geriye getiren bazı açıklamalar yapan bir kimsenin durumu nasıl olmalıdır?
Fakat işin garip tarafı hükümetleri tarafından aşağılanmış ve ezilmiş zavallı halklar bu gibi açıklamaları sanki çok büyük ve muazzam bir şeymiş gibi görmektedirler.Hatırlatmak isteriz ki; şu günümüzde laikliği kendine ilke edinmiş, Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen, Allah’a hâkimiyet hakkı tanımayan, halkın hâkimiyetini öngören, batıya sevgi ve dostluk besleyip Müslümanlara sevgi ve dostluk beslemeyen Türk devletinin İslam âlemindeki diğer devletlerden farkı yoktur. Nitekim bundan dolayı Türkiye mücahidlerle savaşmakta ve onları tutuklamaktadır. İsrail’e karşı ise savaşmamaktadır. İşte bundan dolayı Müslümanların düşmanı olan haçlılarla dostluk kurmakta, onlara yardım etmektedir. Türkiye’de hiçbir gün geçmemektedir ki, suçsuz Müslüman gençler tutuklanmış olmasın. Bu gençlerin dinlerine yardım etmek ve cihadı sevmekten başka hiçbir suçları yoktur. Allah bizlere yeter. O ne güzel vekildir.” [7](Tevhid ve Cihad Minberi / Şer’i Fetva Kurulu Ebu Ducane El Mısri El Farsi)
Fakat bizim buradaki meselemiz hükümete destek olmak rejime kan vermek değildir. Buradaki mesele Müslümanların başlarına örülen tuzağın defi durumu daha kötüye götürmeme meselesidir. Müslümanlar kendi maslahatlarını gözetmek zorundadırlar. Nitekim burada kendi ortam şartlarının ve mevcut rahatlarının devam edişini arzulayan Habeş muhacirleri bu durumlarının devam etmelerini istemişlerdir. Bu haseple Necaşi’nin mağlup olmaması adına duada bulunmuşlardır. Nitekim onlar Necaşi’nin mağlubiyetinin kendilerinin sürülmeleri ya da zarar görülmeleri olarak açıklamışlardır.
Bir kafirin diğer kafire karşı desteklenmesi konusunda da tevhid ehli çağdaş alimlerce fetvalar da mevcuttur.
Bunlardan en muteberi Süleyman bin Nasır el-Ulvan’ın (Allah onu muhafaza etsin) fetvasıdır. Suud’da mücahidlere desteği ile bilinen tağutlara boyun eğmediği için 15 yıl hapse mahkûm edilen tevhid üzere sağlam basabilmiş muasır ve mücahid âlimlerdendir.
4 Haziran 2003 tarihinde yayınladığı fetvada, Müslümanların kendi maslahatları uğruna kafir devleti başka bir kafir devlete karşı destek olmalarının yukarıda bahsettiğimiz (Rumlarla ilgili) hadis çerçevesinde caiz olduğunu dile getirmiş, ancak bunun akil takva sahibi ilim ehlince maslahat ve mefsedet çerçevesinde ele alınması gerektiğinin altını çizmiştir. Az bir pahaya karşı dinlerini satan ve Müslümanları kafir ve tağutlara destekçi ve hizmetçi yapan âlim sıfatı ile gezen kimselerin fetvalarına kulak asmamalarını da öğütlemiştir.[8]
Burada Müslümanların maslahatları ortadadır. Biz bunların şer’i ölçüde devam ettirilmesini Müslümanların can, mal ve namus mahremiyetinin korunması açısından önemli buluyoruz.
Bu konuda esas unsur vela bera ilkesidir. Biz onlardan her anlamda beriyiz. Bizim yapmamız gereken meşru çerçevede şer’i hudutlar içerisinde Müslümanların başlarına gelebilecek felaketin önüne geçmektir. Bu konuda bütün Müslüman kardeşlerimizi duyarlı olmaya davet ediyoruz. Allah ayaklarımızı dinde sabit kılsın. Doğrular Allah’tan hata ve yanlış bizdendir…
Erman ÇALIŞ
13 Şevval 1437
17 Temuz 2016
[1] Bu savaşta 90.000 Hristiyan katledildi. Kudüs Perslere kaldı ve bu katledilenlerin 30.000’i işkence ile öldürüldü kafatasları İran Kisrası 2. Hüsrev’in sarayının duvarına dizildi.
[2] Rum Suresi bu olayların akabinde inmiştir. İnmiştir. Ayrıca bu sureden bizler Müslümanların maslahatları gereği kafir de olsalar yenilgi ve kazanmalarına üzülüp sevinmesin caiz olduğunu anlıyoruz. (Bakınız Rum 4. Ayet:”Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah’ındır. Ve o gün mü’minler sevineceklerdir.)
[3] Ahmed B. Hanbel rivayet etmiştir. İshak dışında hadisin ricali sahihdir. İshak duyduğunu açıklamıştır. (Mecmu’ uz Zevaid / Heysemi C.6 S.27)
[4] Siyeri Ibn-i Hişam, es-Sîre ; es-Serahsî, Muhammed İbn Ahmed Ebî Sehl, Şerhu’s -Siyeri’l-Kebîr, IV, 191,192; İbnu’l-Esir, el-Cezerî, Teysîru’l-Vusûl ilâ Câmi’i’l-Usûl , II, 195-200; İbn Kesir, İmâduddin Ebû’l-Fida İsmâil İbn Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihaye, Mektebetu’l- Meârif, Beyrut 1966, IV, 262; Ebû Zehra, Son Peygamber Hz. Muhammed, II, 408
[5]http://www.pressmedya.com/turkiye/13795/suleyman-ebu-gaysa-tuzak.html
[6] 17.4.2016 DHA ve Diğer Ajanslar
[7] http://www.islam-tr.net/forum/konu/recep-tayyib-erdogan-ve-hukumetinin-hukmu.19444/
[8] http://www.almoslim.net/node/81955 / نصرة دولة مسلمة حاكمها كافر على دولة كافرة معتدية