Bedenlere Verilen Kaderi Cezalar

 

Bedenlere verilen cezalar da iki çeşittir:

Biri dünyadaki, diğeri ahiretteki cezalardır.

Bu cezaların ve azapların şiddeti ve süresi günahların yol açtığı fesada, insanda yaptığı tahribe göre farklı olur. Dünya ve ahiretteki günahlardan ve cezalarından sadece birine şer nisbet edilmez. Şer bunların tümüne verilen bir isimdir. Onun temelinde de nefsin ve kötü amellerin şerri yatar. Bu ikisi Rasûlullah'ın hutbesinde şu sözüyle Allah'a sığındığı iki temel şerdir:

"Nefsimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığınırız."

Kötü ameller nefislerin şerrinden kaynaklanır. Dolayısıyla her türlü şerrin kaynağı nefis olduğu ortaya çıktı. Zira kötü ameller onun dalları, meyvalarıdır.

Buradaki kötü amellerimiz diye anlattığımız "seyyiât-i âmâlinâ" terkibinin yapısı ve anlamı hususunda ihtilaf edilmiştir:

Bazıları: Anlamı "amellerimizin kötü olanlarından" demektir, demişlerdir. Bu durumda terkip, nev'in cinsine (türün çeşidine) izafeti türünden bir terkip olur Yani anlamı şöyledir:

"Amellerin iyileri de vardır, kötüleri de. Biz bunların kötülerinden Allah'a sığınıyoruz."

Bazılarına göre ise anlam:

"amellerin kötü cezalarından" dır. Bu durumda cümlenin takdiri şöyle olur:

"Amellerimizin cezalarından -ki onlar bize kötülük yapar, acı verir- Allah'a sığınırız."

Bu anlamda alındığı takdirde bu duada her türden şerden Allah'a sığınılmış olunur ki, bu o görüşü tercih sebebi olur.

Çünkü nefislerin şerri kötü amellere yol açar, onlar da kötü cezalara yol açarlar. Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Önce "nefislerin şerri" ifadesiyle aynı zamanda, onun yol açtığı "kötü amellere" de işaret etti ve bunu tekrar söyleme gereği duymadı. Çünkü "nefislerin şerri" kötü amellerin aslını teşkil eder. Sonraki terkipte de şerrin sonunu dile getirdi. Ki o da kula kendi eliyle yaptığı amelden dolayı kötülük yapan kötülükler, yani cezalar ve acılardır. Böylece bu "sığınma duası" şerrin aslını, dalını, sonunu ve neticesini birden içermiş, (tüm bunlardan Allah'a sığınılmış) olur.

Meleklerin mü'minlere yaptıkları dualardan biri şudur:

"Ve onları kötülüklerden koru. Her kimi o gün kötülüklerden korumuşsan ona rahmet etmişsindir." (Gâfir, 9)

Bu dua hem kötü amellerden, hem de onların sahibine "kötülük yapan" cezalarından koruması talebini içermektedir; zira Yüce Allah onları kötü amellerden koruduğunda aynı zamanda (kıyamet gününde) kötü cezadan korumuş olur (yani ayette geçen her iki kötülük de kötü amel anlamındadır ve ondan Allah'a sığınmak, cezasından da sığınmayı içerir.) Gerçi şu da var:

"Her kimi o gün kötülüklerden korumuşsan..." ifadesindeki kötülüklerden maksadın "korunulması istenen kötü amellerin o gündeki cezaları" olma ihtimali daha büyüktür (Böylece dua o anlamı direkt ifade eder.)

Soru:

Melekler dualarının başka yerinde zaten Allah'ın onları cehennemden korumasını istemişlerdir. Cehennemden korunmak "kötü cezadan onlardan korunma" nın ta kendisidir. Bu onlardan korumasını istedikleri "kötülüklerin "kötü ameller" olduğunu gösterir. Böylece meleklerin bu duaları Rasûlullah'ın (Sallallahu aleyhi ve sellem) biraz önce geçen "sığınma duası" nın bir benzeridir. Sözümüze ayetteki "o gün" ifadesiyle cevap verilemez; çünkü duada Allah'tan istenilen, kötü amellerin şerrinden korumasıdır. O kötü ameller ise haddi zatında kötü ve şerlidirler.

Cevap:

Allah'ın kötülüklerden (günahlardan) koruması iki türlü olur.

Birincisi: Günahları işlememesi için yardım etmesidir. Böylece ondan günahlar sadır olmaz.

İkincisi: Affetmek suretiyle onun cezasından koruması, böylece cezalandırmamasıdır. Böylece âyet, her iki hususun da Allah'dan istendiğini ifade etmiştir. "O gün" zarfı da emir cümlesinin ("onları koru") değil, şart cümlesinin ("her kimi korursan") zarfıdır.

Meleklerden aktarılan bu sözlerin içeriğini bir tefekkür et; iman ve salih ameli övmüşler, mü'minler için mağfiret dileyerek onlara iyilikte bulunmuşlardır. Mağfiret dilemenin öncesinde Allah'a ilminin ve rahmetinin genişliğiyle tevessül etmişlerdir. Zira ilminin geniş olması mü'min kullarının günahlarını ve bunların sebeplerini günahlardan tamamen uzak kalamayacak kadar zayıf olduklarını, düşmanlarının, nevalarının, doğalarının dünya ve süsünün kendilerine süslü gösterilmesinin istilası altında olduklarını bilmesi; onları daha yeryüzüne ilk koyduğunda, onlar analarının karnında cenin iken bilmesi; geçmiş bilgisiyle onların mutlaka kendisine karşı günah işleyeceklerini, kendisinin ise affetmeyi ve bağışlamayı sevmesini bilmesi, ve bir başkasının bilmediği pek çok şeyi bilmesi anlamını içerir.

"Rahmetinin genişliği" de onun hiçbir tevhid ehli mü'mini helak etmeyeceği geniş rahmet dairesinden ancak bedbahtların çıkacağı herşeyi kuşatan rahmetinin kuşatmadığı kimseden daha bedbaht kimsenin bulunmadığı gerçeğini içerir. Bunu söyledikten sonra O'ndan yoluna -ki o; kendisine, yani kendisini tanımaya, sevmeye ve itaat etmeye ulaştıran yoldur- uyan, hastalanmadığı şeylere "tevbe" deyip sevdiği yola uyan tevbekârları bağışlamasını istemişlerdir. Sonra da onları cehennem azabından koruyup cennetine koymasını, onları ve mü'minleri ataları, torunları ve eşleriyle birlikte vaad ettiği Adn cennetlerine koymasını istemişlerdir. Yüce Allah elbette vaadinden dönmez. Ancak o cenneti onlara belli vaad ederken ortaya bir takım sebep ve vesileler koymuştur. Meleklerin, rahmetiyle -ki mü'minleri güzel ameller, melekleri onlara duaya muvaffak etmesi bu rahmetin tecellisidir- mü'minleri cennete koyması için Allah'a dua etmeleri bu sebeplerden biridir.

Yüce Allah daha sonra, meleklerin, bu duaların sonunda şöyle dediklerini haber vermiştir:

"Şüphesiz Aziz ve Hakim olan sensin":

Yani bunun kaynağı ve sebebi senin mükemmel gücün, mükemmel bilgindir. Çünkü "izzet" gücün kemali, "hikmet" de ilmin -bilginin kemalidir. Yüce Allah bu iki sıfatla, dilediği hükmü verir emreder, yasaklar, sevap ve ceza verir. Yaratmanın ve hüküm vermenin kaynakları da bu iki sıfattır.

Asıl konuya dönelim:

Günahların cezaları şer'î cezalar ve kaderi cezalar olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar ya kalpte ya beden ya da her ikisindedir. Ölüm sonrasında berzah âleminde verilen bir takım cezalar, öte dünyada insanların bir araya toplandığı yerde bir takım cezalar vardır.

Günahın mutlaka cezası vardır. Ancak kul, cehaletinden dolayı içinde bulunduğu cezayı hissetmez. Çünkü acıyı hissetmeyen sarhoş, uyuşuk ve uykudaki kişi gibidir; uyandığında acıyı hisseder.

Günahların cezaya yol açması ateşin yanmaya, kırmanın kırılmaya, suda kalmanın boğulmaya, zehirin ölüme, mikropların hastalıklara yol açması gibidir. Ceza bazen hemen gelir, bazen -az veya çok- gecikir. Nitekim hastalık da sebebinden gecikir veya aynı vakitte olur. Bu noktada kul çoğu zaman yanlışa düşer. Bir günah işler ve tesirini hemen görmez. Onun yavaş yavaş, zaman içerisinde görüleceğini bilmez. Nitekim zehirler ve mikroplar da etkilerini yavaş yavaş yaparlar.

Kul ilaçlarla, perhizle ve zararlı atıkları dışarı atmakla tedavi olursa ne âlâ, aksi takdirde onu ölüme sürükler. Tek bir günah dahi gereği yapılmadığı takdirde helâka sürükler. Peki her saat, günah üstüne günah işleyen kişinin hâli nice olur?

Yüce Allah'ın ceza olarak gösterdiği şeyleri aklına getir. Bunların sana ulaşma ihtimalini düşün. Ben bunların bir kısmını sana anlatacağım. Akıllı kimseye inandıktan sonra bunların bir kısmı dahi yeterli olur.

1 - Bunların biri;

- Kalplere ve kulaklara mühür vurulması,

- Gözlere perde çekilmesi,

- Kalplere kilit ve mühür vurulması ve perdelenmesi,

- Yüreklerin ve gözlerin ters çevrilmesi,

- Kişiyle kalbi arasına girilmesi,

- Kalbin Allah zikrinden gafil edilmesi,

- İnsana kendisinin unutturulması,

- Allah'ın kalbini temizlemesi,

- Göğsün -kişi gökyüzüne çıkarken olduğu gibi- dar ve sıkıntılı yapılması,

- Kalplerin haktan çevrilmesi,

- Kalbin hastalığına hastalık katılmasıdır.

İmam Ahmed'in Huzayfe'den rivayet ettiği gibi-ters yüz yapılması ve yozlaştırılmasıdır. Huzeyfe şöyle der:

"Kalpler dört çeşittir:

Birisi latif ve içinde aydınlatıcı bir lamba bulunan kalp. Bu mü'minin kalbidir.

İkincisi perdeli, sarılı kalp. Bu kâfirin kalbidir.

Üçüncüsü ters yüz olmuş, yozlaşmış kalp. Bu münafığın kalbidir.

Dördüncüsü de iki madde, iman maddesi ile küfür maddesi tarafından beslenen kalptir. Bu da, bu ikisinden galip olandandır."

2 - Günahın bir cezası da tâat hususunda kişinin ayağının yere çaktırılması, kımıldamaz hale getirilmesidir.

3 - Günahın bir diğer cezası kalbin sağır, ahras, kör yapılmasıdır. Kalp ile ona fayda vermeyen hakikat arasındaki durum; sağırın kulağıyla ses, körün gözü ile renkler, ahrasın dili ile konuşma arasındaki durum gibidir. Böylece anlaşılmış oluyor ki körlük, sağırlık ve ahraslık kalpde hakiki ve zatî (zatında olan), azalarda ise arazîdir (asıldan kaynaklanmayan)

Yüce Allah: "Şu var ki gözler kör olmaz, bilakis göğüslerdeki kalpler kör olur" (Hacc, 46)

Burada göz organının kör olmasını inkar kastedilmemektedir. Nasıl öyle olsun ki; başka bir âyette "Köre güçlük yoktur" (Nûr, 61) denilmiş, bir başkasında "Surat astı ve döndü. Kör geldi diye" (Abese, 1-2) buyurulmuştur.

Bilakis anlatılmak istenen tam körlüğün hakikatte sadece kalp körlüğü olduğu, göz körlüğünün ona nazardan körlük sayılmayacak kadar basit olduğudur. O yüzden de "tam ve güçlü bir körlük" e nisbeten yok sayılması mümkündür. Bunun örnekleri hadislerde çoktur; örneğin Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem):

"Güçlü kişi güreşte başkasını yenen değildir. Bilakis o öfkelendiğinde kendine hâkim olan kimsedir"

"Asıl fakir gezip dolaşan bir iki lokma elde eden kişi değildir. Fakir, insanlardan istemeyen, dolayısıyla fakirliğinin farkına varılmayıp kendisine sadaka verilmeyen kişidir."

Özetle: Günahların bir cezası da kalbin kör sağır ve ahras yapılmasıdır.

Günahın bir cezası da bir yerin dibine geçirilmesi gibi kalbin dibine geçirilmesidir. Sahibi farkına varmadan kalp esfel-i safiline (en alçaklara) geçirilir. Onun batırılmasının alâmeti pisliklerde, rezaletlerde ve alçaklarda gezip durmasıdır. Allah'ın yükselttiği ve kendine yaklaştırdığı kalbin Arş'ın etrafında gezip durması gibi.

Günah işleyen iyilikten, hayırdan, yüce amellerden, sözlerden ve ahlâktan uzaklaştırılır.

Seleften bir zat şöyle der:

"Bu kalpler gezicidirler. Bazıları Arş etrafında, bazıları ise pislik etrafında gezerler."

4 - Günahların bir cezası da kalbin başka bir hayvanın kalbine dönüştürülmesidir. İnsanın bedeni maymun, domuz gibi hayvana dönüştürüldüğü gibi kalbi de, ahlakî amelleri ve doğası itibariyle kendisine benzediği hayvanın kalbine dönüştürülür. Kalplerin bazıları sahibiyle arasındaki benzerlikten dolayı domuz kalbine veya köpek, merkep, yılan, akrep vs. kalplerine dönüştürülür.

Süfyan b. Uyeyne şu âyeti böyle tefsir eder:

"Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar" (En'am, 38)

O der ki:

- İnsanların bazıları normal yırtıcı hayvanların ahlakı,

- Bazıları köpeklerin ahlakı,

- Domuzların ahlakı,

- Merkeplerin ahlakı üzeredirler.

- Kimisi tavus kuşunun tüyüyle süslenmesi gibi elbisesiyle süslenir.

- Onlardan kimi merkep gibi inatçı ve geri zekâlıdır,

- Kimisi horoz gibi başkasını kendisine tercih eder,

- Kimisi güvercin gibi evcildir, dost olur, onunla dost olunur.

- Bazıları deve gibi kinli,

- Bazıları koyun gibi her yönüyle iyidirler.

- Bazıları tilki gibi kurnazdırlar."

Nitekim Yüce Allah cehennem ehlini bazen merkeplere, bazen köpeğe, bazen (genel olarak) hayvanlara benzetmiştir. İçteki bu benzerlik öyle güçlenir ki zahiri görüntüye de yansır. Ancak bu görüntü gizli olur ve ancak feraset ehli kimseler tarafından görülür. Bu benzerliğin amellerde zuhur etmesini ise herkes görür. Bu güçlenir ve kişinin şekli iğrenç hale gelir. Allah dilerse daha sonra tam şekil değişimi yaşanır.

Yüce Allah -yahudilere ve benzerlerine yaptığı gibi -onların zahirî görüntülerini tamamen hayvana dönüştürür. Nitekim yüce Allah yahudileri maymunlara ve domuzlara dönüştürmüştü.

Sübhanallah! Nice ters yüz olmuş kalpler, nice hayvan kalbine dönüştürülmüş kalpler, nice bastırılmış kalpler vardır da sahibi bunun farkında değildir. Nice insanların övmesine kanan, Allah'ın onu koruyuşuna aldanan, Allah'ın nimetleriyle istidrac edilen (azap tuzağına doğru çekilen) kimseler vardır! Tüm bunlar birer ceza ve zelil kılmadır. Cahil ise bunların bir keramet ve iyilik olduğunu sanır.

Günahların bir cezası da Allah'ın, (günah işlemek suretiyle) tuzak kurana tuzak kurması, hile yapana hile yapması (karşılığını vermesi) alay edenle alay etmesi, haktan meyletmiş kalbi daha da meylettirmesidir.

Günahların bir cezası da kalbi ters yüz etmesidir. Böylece kişi batılı hak hakkı batıl, iyiliği kötü kötülüğü iyilik olarak görür. Bozgunculuk yapar, ama ıslah ettiğini düşünür. Allah yolundan alıkoyar, ama Allah (c.c.) yoluna çağırdığını sanır. Sapıklığı hidayet karşılığında satın alır, ancak hidayet üzere olduğunu sanır. Heva-hevesine uyar, ama Allah'a uyduğunu sanar. Tüm bunlar işlenen günahların cezasıdır.

 

İÇİNDEKİLER

2. GÜNAH VE ETKİSİ