İnsanların en aldanmışları
dünyaya ve onun peşin nimetlerine aldanan, bunu ahirete tercih edip, ahiret
yerine buna razı olan kimselerdir. Hatta bunların bazıları:
"Dünya peşin para, ahiret ise veresiyedir"
derler.
Bunlardan kimisi: "Vaad olunan incidense peşin
ödenen zerre daha iyidir" der.
Kimisi: "Dünyanın zevkleri peşin, ahiretinki ise
şüphelidir; o yüzden şüphelinin ardına düşüp peşini bırakmam"
Bu, şeytanın en büyük aldatmaca
ve kandırmacalarındandır. Dilsiz hayvanlar bunlardan daha akıllıdırlar. Çünkü
hayvanlar kendilerine zarar verecek bir şeyden korktuklarında, dövülseler dahi
oraya yaklaşmazlar. Bunlar ise kendilerini helâka götürecek şeylere dalarlar.
Böylesi biri ya inanıyordur, ya
inanmıyordur. Eğer Allah'a, peygamberine Allah'la (c.c.) buluşmaya, O'nun (c.c.)
amellerin karşılığını vereceğine inanıyorsa
Kıyamet günü insanların en çok pişman olanı olacaktır. Çünkü yaptığını bile bile
yapmıştır. Eğer inanmıyorsa ahirette daha az pişman olacak ve daha az
hayıflanacaktır.
"Peşin para veresiyeden
hayırlıdır" sözünün cevabı şudur:
Peşin ile veresiyenin değerleri aynı ise peşin
daha hayırlıdır. Eğer değerleri farklıysa ve veresiye daha üstün ise veresiye
peşinden daha hayırlıdır. Dünya, başından sonuna ahirete göre bir nefes gibi
iken, nasıl olur da ahirete değişilir?
Nitekim Ahmed'in Müsned'inde ve
Tirmizî'de, Müsetred b. Şeddâd'ın rivayetiyle zikredilen hadiste Rasûlullah
şöyle buyurmuştur:
"Dünya ahirete göre birinizin denize parmak batırması
gibidir. Baksın bir; parmağında ne kadar yaşlık var kalıyor. Dünya o ıslaklık,
ahiret ise deniz gibidir"
Bu peşini o veresiyeye tercih
etmek en büyük ahmaklık, en çirkin cehalettir. Bütün dünyanın ahirete oranı
böyleyken, sadece bir insanın ömrünün, ahirete oranı nasıldır?
Akıllıya yaraşan
hangisidir, peşini tercih edip ahiretteki daimî nimetten mahrum kalmak mı, yoksa
değeri ve pahası biçilmez, sonsuz sayıdaki sürekli nimeti elde etmek için basit
önemsiz ve hemen son bulacak nimeti terketmek mi?
Başka birinin "Şüpheli hatırına
kesini terketmem" sözüne gelince; ona şu cevap verilir:
Sen Allah'ın vaad ve
vaîdinden, peygamberlerin doğruluğundan şüphede misin, yoksa buna kesin inancın
var mı?
Eğer buna kesin inanıyorsan, yakında sona erecek fani bir peşini, hiç kat'î ve sonsuz bir şeye tercih ediyorsun. Eğer şüphede isen Allah'ın varlığına,
kudretine, vahdaniyetine ve peygamberlerinin Allah'tan haber verdiklerinin
doğruluğuna işaret eden âyetlere bir göz at, tefekkür et, kendi içinde tartış.
Ta ki peygamberlerin Allah'tan getirdiklerinin şüphe götürmeyen kesin hakikatler
olduğunu, göresin.
Allah'a yakışmayan sıfatlar nisbet eden kimse O'na (c.c.)
sövmüş, O'nu yalanlamış, Rabblığını, ve mülkün sahibi olduğunu inkar etmiş olur.
Çünkü sağlıklı bir fıtrata sahip her kişinin nezdinde, hakiki hükümdarın aciz,
hiçbir şeyi bilmeyen, işitmeyen görmeyen, konuşmayan, emretmeyen nehyetmeyen,
ödül ve ceza vermeyen, dilediğini aziz dilediğini zelil kılmayan, mülkünün dört
bir yanına elçilerini göndermeyen,
hükümranlığı altındakilerin halleriyle ilgilenmeyip onları kendi hallerine
bırakan ve onlara boş hayaller veren biri olması imkansız ve muhaldir. Bu, insan
hükümdarların dahi hükümdarlığını zedeler ve onlara bile yaraşmazken, hakikî
hükümdara nasıl yaraşır?
İnsan nutfe halinden büyüyüp
kemale erene kadar ki halini düşünürse kendisine bu ehemmiyeti verip çeşitli
evrelerden ve hallerden geçiren zatın onu ihmal edip kendi haline bırakmasının;
ona hiç emretmemesinin, onu nehyetmemesinin, kendisine karşı görevlerini ona
öğretmemesinin, ödül ve ceza vermemesinin asla yaraşmayacağını bilir.
Kul
hakkiyle düşünecek olsa gördüğü veya görmediği her şey onun için tevhid,
nübüvvet ve öbür dünyaya, Kur'an'ın Allah (c.c.) kelâmı olduğuna delil olur. Bunun
delil oluş yönünü "Eymânu'l-Kur'an" (Kur'an'daki yeminler)
isimli kitabımda, şu âyeti anlatırken açıkladım:
"Hayır. Gördüklerinize ve
görmediklerinize yemin ederim ki, bu şerefli bir elçinin sözüdür."
(Hakka, 38-40)
Ayrıca "ve kendinizde de âyetler
var; görmüyor musun?" (Zâriyât, 21) ayetinde de buna değindik ve insanın; yaradanın varlığına ve birliğine, peygamberlerinin doğruluğuna delil olduğunu;
yüce ve mükemmel sıfatlarının ispatı olduğunu söyledik.
Böylece firsatı
değerlendirmeyenin kişi her iki durumda da; inanması ve tasdik etmesi ile şüphe
duyması ve yalanlaması durumlarında da kendini aldatmıştır.
Hem ahirete yakinen inanmak hem
de gereğini yapmamak nasıl olur?
Şayet akıllı biri çıkıp da "Öte
dünyaya, cennet ve cehenneme şüphe götürmez bir şekilde kesin inanç varken, onun
gereğine göre amel etmekten geri durmak nasıl olur? Büyük bir cezayla
cezalandırma veya en güzel şekilde ikram ve ihsanlarda bulunma için yarın
gelmesi istenen bir insanın gafil ve rahat biçimde sabahlaması, hükümdarın
huzuruna çıkışı aklına getirmemesi, ona hiçbir hazırlık yapmaması mümkün müdür?"
denilirse...
Deriz ki Vallahi bu doğru ve
çoğu insanlar hakkında geçerli bir sorudur. Bu ikisinin bir arada oluşu en
hayret verici şeylerdendir. Amelden geri kalmanın bazı sebepleri vardır:
Bunlardan biri bilgi zayıflığı
ve yakîn noksanlığıdır.
Bilginin ve bilmenin standart olduğu ve değişmeyeceği
düşüncesi ise en bozuk ve en geçersiz görüşlerdendir. Halil ibrahim (a.s.)
Allah'tan, gücünün yeteceğini bildiği halde yakîni artsın ve gıyaben bildiği
gözle görülür şekilde bilinene dönüşsün diye ölüleri diriltişini kendisine
göstermesini istemiştir.
Ahmed de Müsned'de Rasûlullah'tan
şöyle rivayet etmiştir:
"Haber verme,
apaçık görme gibi olmaz."
Bilgi azlığının yanına bir de
menfî şeylerle iştigal etmesi nedeniyle ahireti aklına getirmemesi eklenirse;
bunlara ayrıca:
- doğanın talebleri,
- hevâ hevesinin galebesi,
- şehvetinin istilası,
- nefsin süslemesi,
- şeytanın aldatması,
- vaad gününün uzak görülmesi,
- geleceğe dair uzun hayaller
gaflet,
- dünya sevgisi,
- tevile sığınma ve
alışkanlıklara bağımlılık eklenince...
İşte bu durumda insanın imanını
ancak gökleri ve yeryüzünü tutup düşmesine engel olan tutabilir. Bu sebepten
dolayı insanlar iman ve amel yönünden farklı farklıdırlar. Bu kalpte zerre
miktarı iman kalmasına kadar varır.
Bu sebeplerin tümünün kaynağı
basiret ve sabrın azlığıdır. Bu yüzden yüce Allah sabır ve yakin ehlini övmüş;
onları dinin önderleri kabul etmiştir; Yüce Allah şöyle buyurur:
"Sabrettikleri ve
âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru
yola ileten önderler yetiştirmiştik." (Secde, 24)