Din iki kısımdır.
1 - Birisi emir-nehiy
içeren "şer'î din",
2 - Diğeri hesap ve ceza - mükâfaat dinidir.
Her ikisi de yalnız
Allah'a aittir. Öyleyse:
1 - Hüküm verme olsun,
2 - Amellerin karşılığını verme olsun,
"Din" tamamiyle yalnız Allah'a aittir.
Sevgi de her ikisinin aslını teşkil eder.
Çünkü Yüce Allah bir şeyi meşru kılmış, emretmişse onu sevmiş, ondan hoşnut /
razı
olmuş, bir şeyden nehyetmişse, sevdiği ve razı olduğu ile ters düştüğünden onu
sevmemiş, ondan nefret etmiştir.
İşte O'nun emir ve nehiyle ilgili dini tümüyle
sevgi ve rızasına dayanmaktadır.
Kulun Allah'a şeriatla kulluk
etmesi ancak onu severek ve ondan hoşnut / razı olarak ibadetini yapması demektir.
Nitekim Rasûlallah:
"Rabb olarak Allaha, din olarak İslâm'a peygamber olarak
Muhammed'e razı olan kimse imanın tadını duyar." buyurmuştur.
İşte bu din;
- Sevgiyle kurulmuş,
- Sevgi için konulmuş
- Sevgi üzerine tesis
edilmiştir.
Mükâfaat - ceza
dinide böyledir.
Çünkü o iyilik yapana iyilikle, kötülük yapana kötülükle
karşılık vermeyi içerir ki bunların her ikisi Rabb'in sevdiği şeylerdir.
Çünkü
bunlar O'nun adaleti ve fazlukeremidir. Bu iki şey de Yüce Allah'ın kemâl
sıfatlarındandır. Yüce Allah da sıfatlarını ve isimlerini sever, onları
sevenleri de sever.
Her iki din Yüce Allah'ın
üzerinde bulunduğu "doğru yol" dur.
Çünkü Yüce Allah emir ve nehyinde, mükâfaat
ve cezasında "doğru yol" üzeredir.
Nitekim Yüce Allah Hud'un (a.s.) kavmine
şöyle dediğini haber buyurur:
"Ben Allah'ı şahit tutuyorum siz de şâhid olun ki,
ben sizin (Allah'a) ortak koştuklarınızdan uzağım. Haydi hepiniz bana tuzak
kurun, sonra bana hiç göz açtırmayın. Ben, sizin de Rabb'iniz olan Allah'a
dayandım. Hiçbir canlı yoktur ki O, onun (alnından yakalayıp) perçeminden tutmuş olmasın (idaresi
ve yönetimi O'nun elinde olmasın,
onu dilediği gibi idare edip yönetmesin) Gerçekten Rabbim, doğru yol üzeredir."
(Hûd, 54-56)
Allah'ın Nebisi Hud; Rabb'inin
yaratmasında, emir ve nehyinde ödüllendirme ve cezalandırmasında, kaza ve
kaderinde vermesinde ve mahrum etmesinde, afiyetinde ve belâsında, muvaffak ve
başarısız kılmasında doğru yol üzere bulunduğunu...
Tüm bunlarda isimlerinin ve
sıfatlarının gerektirdiği adalet, hikmet, rahmet, ihsan, fazl-ü kerem, ödülü ve
cezayı lâyık oldukları yere koyma, muvaffak kılma, rezil etme, verme, men'etme,
doğru yola iletme ve saptırmayı hak edene yapma gibi mükemmelliğinin
gereklerinden ayrılmadığını...
O yüzden en mükemmel övgü ve
senayı hak ettiğini bilince, bu bilgiye dayanarak topluca bir arada bulunan
kavmine;
Kendinden emin bir gönül,
Allah'tan korkan ve ona (c.c.) bağlanmış bir kalple şöyle seslendi:
"Ben Allah'ı şâhid tutuyorum siz de şâhid olun ki, ben sizin
(Allah'a) ortak
koştuklarınızdan uzağım. O Allah'tan başka (taptığınız ilâhlardan!) Haydi
hepiniz bana tuzak kurun, sonra bana hiç göz açtırmayın. Ben, benim de Rabbim
sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Hiçbir canlı yoktur ki O, onun
(alnından yakalayıp) perçeminden tutmuş olmasın (idaresi
ve yönetimi O'nun elinde olmasın,
onu dilediği gibi idare edip yönetmesin) Gerçekten Rabb'im
doğru yol üzeredir."
(Hûd, 54-56)
Sonra Allah'ın gücünün kapsamlılığını,
O'nun
dışındaki herşey üzerindeki hakimiyetini,
Herşeyin O'nun büyüklüğünü boyun
eğmesini şöyle dile getirmiştir.
"Hiçbir canlı yoktur ki O,
onun (alnından yakalayıp) perçeminden tutmuş olmasın."
(Not: Alnından tutmak, perçeminden
yakalamak, zaptu rapt altına almak anlamına deyimdir. "Perçem" alnın
üst kısmına denir. Bu tasvirle ezici irade, tartışmasız üstünlük ve karşı
konulmaz egemenlik ifade ediliyor.)
Öyleyse alnı / perçemi başkasının
elinde olan, başkasının saltanatı ve hakimiyeti altında bulunan kimseden ne diye
korkayım?
Bu en büyük cehalet, en çirkin
zulüm olmaz mı?
Sonra Yüce Allah'ın hükmettiği
ve takdir ettiği herşeyde doğru yol üzere bulunduğunu, dolayısıyla zulmünden ve
haksızlık etmesinden korkutmayacağını haber vermiştir.
Öyleyse Allah'tan başka
kimseden korkmam; çünkü herşeyin alnı / perçemi O'nun elindedir. Rabbimin
zulmetmesinden ve haksızlık etmesinden endişeye düşmem; çünkü O doğru yol
üzeredir.
- Yüce Allah'ın kullarına verdiği hükmü ezelîdir, kesindir.
- Onlara kaza
ve kaderi tamamen âdilcedir.
- Tüm kainat sadece O'nundur.
- Hamd ve övgü yalnız
O'na mahsustur.
- Kullarına yaptığı tasarrufta hiçbir zaman adaletten ve fazl-u
keremden ayrılmaz.
- Verir, aziz kılar doğru yola iletir ve muvaffak kılarsa bu
fazlı ve rahmetiyledir.
- Mahrum bırakır, zelil eder, saptırır ve rezil-rüsvay
ederse, bu da adaleti ve hikmetiyledir.
O her ikisinde de doğru yol
üzeredir.
Sahih bir hadiste Rasûlullah
şöyle buyurmuştur:
"Bir kul keder ve hüzün veren bir belâya müptela olurda:
"Allah'ım!
ben senin kulunum,
erkek kulun
ve kadın kulunun oğluyum.
Perçemim
/alnım senin
elindedir.
Hakkımda verdiğin yargının (hükmün) gerçekleşmesi kesindir. Hakkımdaki
kaza ve kaderin (kararın ve takdirin) âdildir.
Allahım! senden, kendini onunla
isimlendirdiğin, veya yaratıklarından birine öğrettiğin, veya Kitab'ında
indirdiğin / belirttiğin, ya da katındaki gayb ilminde olmasını tercih ettiğin
her türlü ismini vesile ederek istiyorum.
Kur'an-ı Kerim'i kalbimin baharı,
göğsümün / gönlümün nuru, hüznümün cilâsı, derdimin ve kederimin gidericisi kıl"
der ise, yüce
Allah mutlaka onun keder ve hüznünü giderip yerine sevinç ve sürür verir."
Sahabiler:
"Ey Allah
Rasûlü! Bu duayı öğrenmeyelim mi?" dediler.
Rasûlullah:
"Bilakis, işitenin bunları
öğrenmesi gerekir." buyurdu.
Hadisteki:
Hüküm Rabb'in hem
kevnî (kainattaki hükümranlığı) hem de emri (yargı) hükmünü,
Kaza ve kaderde
kulun hem kendi seçimiyle olanı hem de seçimi olmaksızın gerçekleşeni kapsar.
Her iki hüküm kesindir,
önlenemez. Her iki kaza-kader de zulüm içermez.
İşte bu hadisenin ve ayetin bir
şerhidir, aralarında büyük bir ilişki vardır.