Şayet: "Bilakis o durumda da
hüsnü zan geçerli olur. Allah'ın rahmeti, affı ve cömertliği kızgınlığından çok
olur." denirse...
Deriz ki: Evet öyle... Allah
(c.c.) tüm bunlardan daha yüce, cömert, asil ve merhametlidir. Fakat bu lâyık
olduğu yere konar. Zira Allah hikmet, izzet, intikam, şiddetle yakalama, cezayı
hak edeni cezalandırma gibi vasıflara da sahiptir. Hüsnü zannın dayanağı sadece
Allah'ın sıfatları ve isimleri olsaydı muttaki ile günahkâr; mü'minle kâfir, dost
ile düşman ortak olurdu. O sebeple Allah'ın gazabını celbetmiş, lanetine maruz
kalmış, haramlarını çiğnemiş bir günahkâra O'nun isim ve sıfatları bir fayda
vermez. Bilakis hüsnü zan ancak tevbe eden, pişman olup günahlardan tamamen
sıyrılan, geri kalan ömründe hayır ve tâate yönelen, sonra da hüsnü zan
besleyen kimseye fayda verir. İşte hüsnü zan budur. Birincisi ise aldanmadır,
avunmadır. Her işimizde Allah'tan yardım dileriz.
Bu konuyu fazlaca uzattığımızı
düşünme. Çünkü Allah'a hüsnü zan besleme ile hüsnü zan deyip avunmayı
birbirinden ayıramayan kimsenin buna ihtiyacı çoktur. Allah şöyle buyurur:
"İman
edenler, hicret edip Allah yolunda cihad edenler. Allah'ın rahmetini umanlar
onlardır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir"
(Bakara, 218)
Allah
tembelleri ve fasıkları değil, ötekileri ümit edebilir kimseler olarak
zikretmiştir. Başka bir âyette:
"Rabbin, işkenceye uğradıktan sonra hicret eden,
sonra cihad eden ve sabreden kimseleri... Şüphesiz Rabbin onları bağışlayıcı ve
çok merhametlidir..." (Nahl, 110) buyurmuştur.
Yüce Allah bu şeylerden sonra,
onu yapan kimselere bağışlayıcı ve merhametli olduğunu söylemiştir.
Sonuç olarak meseleyi bilen kişi
ümidi doğru yerde besler; aldanmış cahil kimse ise yersiz davranır.