Kişi bunu kalbinde, gözleriyle,
gecenin zifiri karanlığını hissettiği gibi, hakiki olarak hisseder. Gözü için
karanlık ne ise kalbi için günahın karanlığı odur. Çünkü itaat nûr, masiyet
karanlıktır. Bu karanlık ne kadar artarsa kişinin şaşkınlığı o kadar artar.
Sonunda farkına varmadan bid'atlere, sapıklıklara ve helak edici şeylere düşer.
Çünkü o, gecenin karanlığında tek başına yürüyen bir kör gibidir. Kalpteki
karanlık öylesine güçlenir ki bu gözde belli olur, sonra daha da güçlenir ve
yüze yansır. Yüzde, herkesin gördüğü bir karartı haline dönüşür.
Abdullah b. Abbas (r.a.)
şöyle der:
"İyi amel yüze
parlaklık, kalbe nur, rızka bolluk/ bereket, bedene güç, insanların kalbine
muhabbet verir.
Günah ise yüzde
siyahlık, kalpte karanlık, bedende zayıflık, rızkta kıtlık ve insanların
kalbinde nefret yapar."
Günahlar kalbi ve bedeni
zayıflatır. Onun kalbe verdiği zayıflık belli bir husustur. Hatta zayıflatılması
onu tamamen öldürene kadar devam eder.
Bedeni zayıflatmasına gelince;
Mü'minin gücü kalbindedir. Kalbi güçlendiği oranda bedeni de güçlenir.
Günahkâr
ise bedenen güçlü olsa da, ihtiyaç halinde onun gücü son derece zayıftır. Ona en
çok ihtiyaç duyduğu anda kendisine ihanet eder.
Bir düşün; İranlıların ve
Bizanslıların bedenleri en çok ihtiyaç duydukları anda kendilerine nasıl ihanet
etti ve mü'minler onlara bedenlerinin ve imamlarının gücüyle, nasıl galip
geldiler?
İbadetten mahrum kalması.
Günahın tek cezası, bu olsaydı ceza olarak yeterdi. Günah kişiyi, onu işlemediği
takdirde yapacak olduğu ibadet ve tâatten men'eder. Başka bir ibadetin yolunu
keser. Yaptığı günahtan dolayı üçüncü, dördüncü... hayırların yolu kesilir.
Yaptığı bir günahtan dolayı her biri dünya ve dünyadakilerden daha hayırlı bir
çok ibadet ve hayır yolunun önü o kişiye kesilir. Bu, yediği bir lokmadan dolayı
hastalanan, böylece ondan daha hoş bir çok lokmadan mahrum kalan kişinin haline
benzer. Yardımı ancak Allah'tan dileriz.
Günahlar, ömrü kısaltır ve
bereketini götürür. Çünkü takva ömrü uzattığı gibi, günahlar da onu kısaltır.
Alimler bu hususta farklı
görüşlere sahiptirler.
Bazıları ömrün kısalması
bereketinin gitmesi demektir, demişlerdir. Bu görüş doğrudur. Ömrün bereketinin
gitmesi günahların etkilerinden bir tanesidir.
Bazıları şöyle demişlerdi:
Masiyetler ömrü, rızık gibi hakikaten azaltır. Çünkü Yüce Allah rızkın bereketi
için bir çok sebepler koymuştur; rızık bunlarla çoğalır, bollaşır. Bunun gibi
ömrün bereketi (=uzunluğu) için de bir takım sebepler koymuştur; ömür bunlarla
artar ve uzar.
Bunlar şöyle derler:
Ömrün,
belli sebeplerden dolayı eksilmesi gibi, belli sebeplerden dolayı uzaması
imkansız değildir. Zira rızıklar, eceller, mutluluk ile mutsuzluk, sıhhat ile
hastalık, zenginlik ile fakirlik Yüce Rabb'in kaderi ile olsa da, O kaderde
belirlediklerini bir takım sebeplerle ilintili olarak belirler.
Bazı âlimler de şöyle
demişlerdir:
Günahların ömrü kısaltmasından maksat kalplerin ömrünü
kısaltmasıdır. Çünkü hakiki hayat kalbin hayatıdır. O yüzden yüce Allah kâfiri
diri değil ölü saymıştır. O "onlar ölüdürler, diri değildirler"
(Nahl, 21) buyurur.
Öyleyse, hakikatte hayat
kalbin hayatıdır. İnsanın yaşadığı süre içindeki ömrü sadece, Allah ile birlikte
hayat bulduğu anlarıdır. Onun ömrü sadece o vakitlerdir. Öyle olunca, yapılan
her iyilik, takva, itaat, ve ibadet vs. hakiki ömür olan bu anları artırmış
olur. Onun dışındaki anlara ömür denmez.
Özetle... Kul Allah'tan yüz
çevirip günahlarla iştigal ettiğinde hakiki hayatının (=kalbî hayat) günlerini
zayi etmiş olur ve bunun acısını "Ah keşke hayatım için birşeyler yapsaydım"
(Fecr,
24) dediği gün hisseder. Günahla iştigal eden kişi; ya bununla birlikte dinî ve
dünyevî bazı faydalar için gayret gösteriyordur ya da göstermiyordur. Eğer hiç
göstermemişse ömrünün tümünü zayi etmiş, hayatını tamamen boşa harcamış olur.
Şayet o yolda az-buçuk gayreti varsa bu engellerden dolayı yolu uzar, o yolun
aksi istikametindeki iştigali oranında hayır yolları, ona zorlaşır. Bu ise,
ömründe hakiki bir kısalma demektir.
Meselenin sırrı, işin özeti
şudur:
İnsanın ömrü, yaşadığı süredir.
Yaşaması ise ancak Rabbine yönelmesi, peygamberini sevme, Allah'ı zikretme ve
rızasını tercih etme yoluyla nimetlerinden istifade etmesidir.
Günahların bir başka etkisi de
benzerlerini ekmeleri, birbirlerini doğurmalarıdır. Öyle ki sonunda onları
terketmek ve sıyrılmak kul için çok güç hale gelir. Seleften bir zat şöyle der:
"Günahın cezalarından biri de
başka bir günah doğurmasıdır. İyi amelin ödüllerinden biri ardından gelen ikinci
bir iyi ameldir. Kul iyi bir amel işlese, yanındaki "beni de işle" der. Onu
yaptığında üçüncü bir hayırlı amel de aynısını söyler... Böylece kazanç
katlanır, sevap çoğalır.
Günahlar da böyledir. Sonunda
taatler ve günahlar kişide yerleşik haller, ayrılmaz nitelikler ve sabit
melekeler haline dönüşür. Öyle ki iyi bir insan tâat yapmaktan aciz kalsa
daralır. Kendini sudan ayrılmış balık gibi hisseder. Bu durumdan ancak ona
tekrar döndüğünde kurtulur; rahatlar, huzur bulur, sevinir.
Mücrim de günahı bırakıp tâate
yöneldiğinde sıkılır, göğsü daralır, ve günaha tekrar dönene kadar eli kolu
bağlı gibi olur. Hatta çoğu fasıklar hiçbir zevk almadıkları ve içlerinde ona
karşı dürtü bulunmadığı halde sırf günahtan ayrı kalmanın verdiği elemle günaha
dalarlar. Nitekim bunların elebaşı Hasan b. Hâni şu şiirinde bu hususu açıkça
ifade eder:
Kadehin biri zevkine içtiğim.
Diğeri ondan hicranımı teskin
için.
Başkası şöyle der:
O şifamdı; aslında derdimin
ta kendisi
İçkicinin içkiyi tedavi için içişi gibi
Kul bir süre kendini ibadete
zorladıktan sonra ona alışır, sever ve onu başka şeylere tercih eder. Sonunda
Allah rahmetiyle ona melekler gönderir. Melekler onu tâate dürtükler, teşvik
eder, yattığı ve oturduğu yerden kaldırıp ibadete yöneltirler.
Masiyet ehli kimse de günahlara
alışır, kalbi onlara ısınır. Sonunda Allah ona, sürekli günaha dürtükleyici
şeytanlar gönderir.
Birinci kulda tâat askerleri
Allah'ın verdiği yardımla güçlendiler ve onun en büyük yardımcıları oldular.
İkinci kulda da masiyet askerleri verilen desteklerle güçlendiler ve onun
yardımcıları oldular.
Masiyetlerin kul için en
tehlikeli etkilerinden biri de kalbin hayır yapma iradesini zayıflatıp, günah
işleme iradesini güçlendirmesi; tevbe irade ve isteği kalbinden tamamen
çıkıncaya kadar tevbe iradesini yavaş yavaş zayıflatmasıdır. O ancak canının
yarısı çıkınca tevbe eder. O vakit diliyle yalancıların tevbe ve istiğfarlarını
söyler durur. Ama kalbi hâlâ günahlara bağlı onda ısrarlıdır; güç yetirdiğinde
hemen yapmaya kararlıdır. Bu hastalıkların en büyüğü ve uçuruma en yakın
olanıdır.
Bir süre sonra kişinin kalbinden
günahların çirkinliği kaybolur ve günahlar onun adeti haline gelir. Artık
insanların onu görmesini ve hakkında
konuşmalarını yadırgamaz, rahatsız olmaz.
Bu, fasıklar için arsızlığın
zirvesi, zevkin kemâlidir. Öyle ki bunlar yaptıkları günahlarla övünür, onu
bilmeyenlere anlatır ve "Ey filan! ben şöyle şöyle yaptım" derler.
Bu tür insanlar bir türlü
iyileşmezler. Bunlara genelde, tevbe kapısı kapanır, tevbe yolu tıkanır.
Nitekim Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurur:
"Ümmetimin,
günahlarını açığa vuranlar dışında hepsi iflah olur. Şu da açığa vurmaktan
sayılır: Allah (c.c.) kulunun yaptığı günahı, örtmüştür. Sabah olduğunda adam
kendini ifşa ederek:
"Ey filan,
ben bu gün şöyle şöyle, böyle böyle yaptım" der. Rabbi geceleyin günahını
gizlemişken o kendini ifşa eder."
Her bir masiyet yüce Allah'ın
helak ettiği ümmetlerden birinin mirasıdır.
- Lûtilik Lût'un (a.s.) kavminden
mirasdır.
- Malı alırken fazla, verirken az
tartmak Şuayb'ın kavminden mirasdır.
- Yeryüzünde fesat yapmak ve
büyüklenmek Firavun'un kavminden mirasdır.
- Kibirlilik ve zorbalık Hûd'un
kavminin mirasıdır.
İşte âsi kişi Allah'ın düşmanı
olan bu ümmetlerden birinin elbisesini giymiş demektir.
Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah
babasının Zühd kitabında, Malik b. Dinar'ın şu sözünü zikretmiştir:
"Yüce Allah israiloğullarının bir peygamberine şöyle vahyetti:
"Kullarıma
söyle; düşmanlarımın yollarına girmesinler, düşmanlarımın elbiselerini
giymesinler, düşmanlarımın gemisine binmesinler düşmanlarımın yiyeceklerini
yemesinler. Sonra onlar gibi, düşmanlarım olurlar."
Ahmed'in Müsned'de Abdullah b.
Ömer'in rivayetiyle zikrettiği hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Kıyametin
biraz öncesinde, sadece ortağı bulunmayan Allah'a kulluk edilmesi için kılıçla
gönderildim. Rızkım mızrağımın altındadır! Zillet ve kölelik benim emrime
muhalefet edenlere kılındı! Her kim bir topluma benzerse onlardan olur."
Masiyet kulun Allah nezdinde
değersizleşmesine, gözünden düşmesine sebeptir.
Hasan-ı Basri der ki:
"Onlar
Allah nezdinde değersizleştiler de O'na (c.c.) âsî oldular. Nezdinde değerli
olsalarda Allah (c.c.) onları korurdu."
Kul Allah nezdinde
değersizleşince de ona hiç kimse değer vermez. Nitekim Yüce Allah:
"Allah her kimi hakir ve
değersiz yapmışsa ona değer verecek hiç kimse yoktur"
(Hac, 18) buyurmuştur.
İnsanlar muhtaç olduklarından
veya şerrinden korktuklarından o günahkâra saygı gösterseler de, o kaderinde en
hakir, en düşük şeydir.
Kul günahları işleye işleye
onları basit görmeye, kalbinde küçümsemeye başlar. Bu ise helak alametidir.
Çünkü günah kulun gözünde ne kadar küçülürse Allah nezdinde o kadar büyür.
Buhârî Sahîh'inde ibn Mesud'dan (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
"Mü'min günahlarını
dibinde bulunduğu ve üzerine yıkılmasından korktuğu bir dağ gibi görür. Günahkâr
ise günahlarını burnuna konan ve eliyle şöyle yaptığında uçan bir sinek gibi
görür."
Kişinin yaptığı günahın
uğursuzluğu çevresindeki insanlara ve hayvanlara da döner. Böylece günahları ve
zulmü nedeniyle o da yanar başkaları da.
Ebû Hureyre (r.a.):
"Zalimin
zulmünden toy kuşları bile yuvalarında ölürler" demiştir.
Mücahid der ki:
"Kuraklık
şiddetlenip yağmur kesildiğinde hayvanlar insanların günahkârlarına lanet eder
ve "Bu ademoğlunun masiyetinin uğursuzluğu sebebiyle" derler.
İkrime de şöyle der:
"Yeryüzünün
hayvanları ve haşeratları, hatta papuç tartan böcekleri ve akrepler (insana
lanet eder) ve "insanoğlunun günahları nedeniyle yağmurdan mahrum edildik"
derler.
Kişinin günahının cezası
yetmiyormuş gibi, ona bir de hiçbir günahı bulunmayanlar lanet ederler.
Masiyet sahibine, mutlaka zillet
ve hakirlik verir. İzzetin tümü ise Allah'a itaattedir. Yüce Allah:
"Her kim
izzet istiyorsa izzetin hepsi sadece Allah'ındır."
(Fâtır, 10)
"Yani izzeti Allah'a itaatte
arasın. Zira onu ancak Allah'a itaatte bulur."
Seleften bir zat şöyle dua
ederdi:
"Allahım! Beni sana itaatle aziz kıl, sana isyanla zelil kılma".
Hasan-ı Basrî der ki:
"Günahkârları
katırlar çatlarcasına hızlı, beygirler rahvanca keyifli götürseler yine de
günahkârların kalpleri günahtan ayrılmaz. Allah kendisine âsi olanları mutlaka
zelil eder."
Abdullah b. Mübarek der ki:
"Günahın kalpleri öldürdüğünü
gördüm
Onlara devam zillet bırakır
Günahların terki kalplerin
hayatıdır
Kendin için en hayırlısı
günaha âsî olman.
Dini, hükümdarlar, kötü
âlimler
Ve kötü ruhbanlardan başka
kimler ifsad etti ki?"
Günahlar aklı ifsad ederler.
Çünkü aklın bir nuru vardır, masiyet ise bunu kaçınılmaz olarak söndürür. Nuru
sönünce de akıl zayıflar, eksilir.
Seleften bir zat:
"Aklı yardımına
koşan hiç kimse, günah işlemez" der. Bu açık bir şey. Zira çağırsaydı aklı onu masiyetten men'ederdi. Çünkü kendisi yüce Rabb'in avucunda ve hükümranlığı
altındadır. Allah (c.c.) onu görmektedir. Kendisi O'nun evinde, sergisinin
üzerindedir. Melekler yanındalar ve onu görmekteler. Kur'an vaizi onu bundan
nehyetmekte, ölüm vaizi engellemekte, cehennem nasihatçisi onu men'etmektedir.
Masiyet sebebiyle elinden kaçırdığı dünya ve ahiret nimetleri onu yaptığında
elde ettiği sevinç ve lezzetin kat kat fazlasıdır. Hâl böyle iken sağlıklı bir
akla sahip hiç kimse tüm bunları göz ardı edebilir mi?
Günahlar çoğaldığında sahibinin
kalbini mühürler ve kişiyi gafillerden eder. Nitekim seleften bir zât:
"Hayır, onların işleyip
kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur"
(Mutaffifin,
14) âyetinden "Günahtan sonra günah işlemek" demek olduğunu söylemiştir.
Hasan-ı Basrî de:
"Bu, günah
üzerine günah işlemektir. Sonunda kalp kör olur" demiştir.
Meselenin aslı şudur:
Kalp masiyet sebebiyle paslanır. Masiyetler çoğaldıkça pas da çoğalır ve sonunda
âyette "rân" diye ifade edilen hâle (kalın pas tabakası) dönüşür. Daha sonra
kalp mühürlenir, damgalanır, ve kilitlenir. Böylece kalp bir örtü ve dış tabaka
altında kalır. Bu durum hidayet ve basiret hâlinden sonra olursa her şey alt üst
olur. Öncekinin aksine döner. Artık o noktadan sonra düşmanı ona dost olur ve
dilediği yâna götürür.
Günahlar kulu Allah Rasûlü'nün (Sallallahu
aleyhi ve sellem) lanetine maruz bırakır. Çünkü O belli günahların sahiplerine lanet
etmiştir.
Rasûlullah saçı saça ilave edene
ve ettirene, dövme yapana ve yaptırana, dişlerini birbirinden ayırtıp inceltene
ve bunu yaptırana lanet etmiştir.
Faizi yiyene, yedirene, kâtibine
ve şahidine lanet etmiştir.
Üç talakla boşandıktan sonra
eski kocasına tekrar dönebilmesi için onunla geçici olarak evlenen adama ve bu
yolla, tekrar evlenme yolu açan kadına lanet etmiştir.
Hırsıza lanet etmiştir.
İçkiyi içene, dağıtana,
meyvasından çıkarana ve çıkartana, satana, alana, parasını yiyene, taşıyana ve
kendisine götürülene lanet etmiştir.
Arazilerin sınırlarını ve işaret
taşlarını değiştirene lanet etmiştir.
Ebeveynine lanet edene lanet
etmiştir.
Canlı bir şeyi fal okuyla kura
çekmede hedef gibi kullanana lanet etmiştir.
Kadınımsı erkeklere ve erkeğimsi
kadınlara lanet etmiştir.
Allah'tan (c.c.) başkası adına
hayvan kesene lanet etmiştir.
İslâm'da olmayan bir şeyi
türetene veya onu koruyup kollayana lanet etmiştir.
Suret yapanlara lanet etmiştir.
Lût kavminin işini yapana lanet
etmiştir.
Babasına ve annesine sövene
lanet etmiştir.
Hakkı anlatanı susturan, böylece
doğru yola kör ve bihaber kalana lanet etmiştir.
Hayvanla cinsel ilişki yapana
lanet etmiştir.
Bir hayvanın yüzüne demiri
ısıtıp basarak işaret yapana lanet etmiştir.
Bir müslümana zarar veren veya
hile yapan kimseye lanet etmiştir.
Kabirleri ölümü hatırlama
maksadını taşımaksızın sürekli ziyaret eden kadınlara ve kabirler üzerine mescid
ve ışıklandırma yapanlara lanet etmiştir.
Kocasına karşı hanımının,
efendisine karşı kölesinin aklını çelene lanet etmiştir.
Kadına arka organından yanaşana
lanet etmiştir.
Kocasıyla ilişkiyi reddedene,
meleklerin sabaha kadar lanet edeceklerini haber vermiştir.
Kendisini babasından başkasına
nisbet ettirene lanet etmiştir.
Bir kardeşine demir (=öldürücü
silah) kaldırana lanet etmiştir.
Sahabîlere sövene lanet
etmiştir.