Bu sözün ruhu ve sırrı;
Şanı
yüce isimleri mübarek ve kendinden başka ibadete layık ilâh bulunmayan Rabbi; sevgide,
tevekkül, saygı duyma gibi hususlarda birlemek, bunları yalnız O'na has
kılmaktır.
O'ndan gayri sevilen her şey O'nun (c.c.) sevgisine bağlı olarak ve
O'na (c.c.) olan sevgiyi artırmaya bir vesile olarak sevilir.
O'ndan başkasından korkulmaz,
O'ndan başkasından umulmaz,
O'ndan gayrisine tevekkül
edilmez.
Ancak
O'na yönelinir,
Ancak O'ndan sakınılır,
Yalnız O'nun adıyla yemin
edilir,
Ancak O'na bakılır.
Yalnız O'na tevbe edilir,
Yalnız O'nun emrine itaat
edilir,
Ancak O'ndan (c.c.) sevap
umulur,
Sıkıntılı anlarda ancak O'ndan
yardım istenip yalnız O'na sığınılır.
Ancak O'na secde edilir,
Hayvan ancak O'nun için ve O'nun
adıyla kesilir.
Tüm bunlar bir kelimede bir araya gelirler. O da:
"Her türlü kulluğun
yalnız O'na yapılmasıdır." "Lâilâhe illallah" şehadeti işte böyle tezahür eder.
O
yüzden Allah'dan başka ibadete layık ilâh bulunmadığına hakikî şahitlikte bulunan kimseye
cehennem ateşi haram kılınmıştır ve bu şehâdetin hakikatini yerine getirenin ve
uygulayanın cehenneme girmesi imkansızdır.
Yüce Allah'ın (kurtuluşa ermiş
müminler hakkında) buyurduğu gibi:
"Onlar ki şahitliklerini yerine getirirler."
(Meâric, 33)
Bu, şahitliğini açıkta ve
gizlide, kalbinde ve kalıbında
(bedeninde) gerçekleştirmiş kişidir.
Çünkü:
- Bazı insanların şahitlikleri
(kelime-i şehadet sözleri) ölüdür.
- Bazılarınınki uykudadır,
uyartıldığında uyanır.
- Bazılarınınki yatmış
vaziyette,
- Bazılarınınki ayakta haldedir.
Bunun kalpteki yeri ruhun
bedendeki yeri gibidir.
- Bazı ruhlar ölü,
- Bazı ruhlar hasta ve ölüm
yatağında,
- Bazıları hasta ve yaşama daha
yakın,
- Bazıları ise bedenin
gereksinimlerini yerine getirmeye devam eden sağlıklı ruhlardır.
Sahih bir hadiste Allah Rasûlü
şöyle buyurur:
"Hakikaten ben öyle bir söz biliyorum ki ölüm anında onu her
söyleyen kulun ruhuna ruh katar."
Bedenin hayatı ondaki ruhla olduğu gibi ruhun
hayatı da içinde bu sözün bulunmasıyla olur. Bu söz üzere ölen kişi cennettedir,
orada dilediği gibi gezer. Bu sözü gerçekleştirmek ve uygulamak üzere yaşayan
kimsenin ruhu ebedî cennette keyif sürer, orada en hoş ve en mutlu yaşamı sürer.
Yüce Allah:
"Her kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva-hevesinden men'ederse
onun yurdu cennet olur." (Nâziat, 40-41)
Evet, Rabbiyle buluştuğu günde de
yeri-yurdu cennettir.
Allah'ı tanıma, sevme, O'nunla
(c.c.) yalnızlığını giderme, O'nunla buluşmak için can atma, O'nunla huzur bulma,
O'ndan ve O'nunla beraber olmaktan hoşnut olma cenneti de; kişinin ruhunun bu
dünyadaki sığınağı ve yurdudur.
Bu dünyada yurdu bu cennet olan kişinin Rabbiyle
buluştuğu gündeki yurdu da o ebedî cennetler olur. Bu dünyada bu cennetten
yaşamlarında zorluklarla karşılaşsalar dünyada sıkıntılı yaşasalar da
cennetlerdedirler.
Fasıklar ise, dünyevî geçimleri çok rahat olsa da aslında
cehennemdedirler.
Yüce Allah:
"Erkek veya kadın,
her kim mü'min halinde salih amel işlerse, andolsun ki ona hoş bir hayat
yaşatacağız" (Nahl, 97) buyurur.
"Hoş hayat" tan maksat
"dünya cenneti"dir. Yüce
Allah yine:
"Allah her kimi doğru yola iletmeyi dilerse onun göğsünü İslama
açıverir. Her kimi saptırmak isterse onun da göğsünü, (o kimse) göğe
çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar" (En'am, 222),
buyurur.
Göğsün açık ve geniş olmasından
daha hoş bir nimet, göğsün dar olmasından daha acı bir azap var mıdır?
Yüce Allah şöyle buyurur:
"İyi
bil ki Allah dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar ki
inandılar ve sakınmaktadırlar. Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlara!
Allah'ın kelimeleri değişmez. (Onun verdiği söz, mutlaka yerine getirilir.)
İşte büyük kurtuluş budur." (Yûnus, 62-64)
Demek ki kendisini Allah'a
adamış mü'min, insanlar arasında yaşamı en hoş, aklı en rahat, göğsü en açık,
kalbi en mutlu kimsedir. Bu, ahiretteki cennetten önce girdiği dünya cennetidir
onun.
Allah Rasûlü:
"Cennet
bahçelerinin yanından geçerseniz orada otlanın"
buyurmuş,
Sahabiler
"Cennet bahçeleri nedir?" diye sorunca:
"Zikir halkaları"
buyurmuştur.
Başka bir hadisinde Rasûlullah (Sallallahu aleyhi
ve sellem):
"Evim ile
(camideki) minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir" buyurmuştur.
İftarsız ve sahursuz ard arda oruç tutmayı yasakladığında sahabiler peygambere
kendisinin bunu yaptığını hatırlatmışlar, O ise, şöyle buyurmuştur:
"Ben sizin
gibi değilim. Ben hep Rabbimin yanındayım. O beni yediriyor, içiriyor."
Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem) burada Rabbi katındaki (manevî) gıdanın en güzel yiyecekler ve
içecekler yerine geçtiğini, bunun sadece kendisine özgü bir şey olup başkasının
buna sahip olmadığını, yeme-içmesini terkettiğinde onun yerine geçecek, ona
gerek bırakmayacak bir alternatife sahip olduğunu haber vermektedir.
Şairin dediği gibi:
O kadar hoş sözlü ki onu
hatırlayınca
Yeme-içme ihtiyacını
unutursun.
Yüzünde seni aydınlatan bir
nûr vardır.
Ondan bahsetmen sana şarkı
söyleme zevki verir.
Yolculuğunun bıkkınlığından
şikâyetçi olsan,
Buluşma ümidi seni teselli
eder, buluşunca da dirilirsin.
Bir şey kula ne kadar lazım ve
faydalı ise, onu kaybetmekten o derece çok ızdırap ve acı duyar. Bir şeyin de
yokluğu ona ne kadar faydalı ise onun varlığından o kadar çok ızdırap duyar.
Kul
için kesinlikle Allah'a (c.c.) yönelmek, O'nu (c.c.) zikretmekle meşgul olmak,
sevgisiyle hazlanmak ve rızasını istemek kadar faydalı hiçbir şey yoktur. Hatta
bu olmaksızın onun ne yaşamı, ne sevinci, ne de mutluluğu vardır. Dolayısıyla
bunun yokluğu onun için en acı verici ve en zor bir şeydir.
Ruhun bu azap ve
işkenceyi hissetmemesinin, nedeni ise başka şeylerle uğraşmasıdır. Böylece,
kendisi için en iyiden mahrum olmanın elem ve ızdırabını hissetmez.
Bu kimse
evi, malları, ailesi ve çocukları yanmış, ama sarhoşluğundan ötürü kendinden
geçmiş kimseye benzer, kendine gelinceye, sarhoşluk perdesi kalkıncaya ve
sarhoşluk uykusundan uyanıncaya kadar bu musibetlerin elem ve acısını hiçbir
şekilde hissetmez. Ama kendine geldiğinde tüm bunların farkına varır.
Perdenin kaldırılıp ahiret
penceresinin açıldığı dünyadan ayrılıp Allah'a gittiğinin farkına vardığı vakit
de kulun durumu aynen böyledir. Hatta
buradaki elem, ızdırap ve pişmanlık kat kat fazladır. Çünkü dünyada başına bir
musibet gelmiş kimse bunun başka yollarla telafi edilmesini umar ve başına gelen
belânın geçici olduğunu, daimî olmadığını bilir. Ama, kurtulma imkânının
olmadığı, telafisinin imkansız olduğu, artık dünyayla ilişkisinin kalmayacağı
bir musibete duçar olmuş kimsenin hali nicedir. Yüce Allah hayatını sona
erdirmek suretiyle onu bu azap ve pişmanlıktan kurtarsaydı çoktan razı olurdu.
Çünkü ölüm, onun en büyük istek ve arzusu haline gelmiştir. Tüm bu acı ve
ızdıraplar sadece, kaçırılan bir fırsattan dolayı duyulan pişmanlığın acısıdır.
Bir de bedene yapılacak ölçülmesi imkansız azap ve işkence vardır; bu kulun hali
nice olur o zaman?
Şimdi, onsuz hayatı
düşünemediğin dünyada en çok sevdiğin şeyi düşün. Farzet ki o etinden alındı
veya en çok ihtiyaç duyduğun şeyden engellendin. O durumda halin nice olur?
Bu, alternatifi olan, benzerini
elde edebileceğin bir şey. Peki, alternatifi bulunmayan kimseyi kaybedip ondan
mahrum olduğunda halin nice olur?
Şairin dediği gibi:
Kaybedecek olsan her şeyin bir
alternatifi benzeri var.
Allah'ı kaybedecek olursan yok
O'nun alternatifi
Bir kudsî hadiste Yüce Allah
şöyle buyurur:
"Ey Adem
oğlu! Seni bana kulluk edesin diye yarattım; öyleyse oynama, oyalanma; senin
rızkına kefil oldum; öyleyse kendini yorma, parçalama.
Ey Adem oğlu!
Beni iste, hemen yanında bulacaksın. Beni bulunca her şeyi bulacak, beni
kaybettiğinde her şeyi kaybedeceksin. Ben, senin en çok seveceğin varlığım!"