Konuşmalara gelince; onların
korunması ağızdan bir tane olsun boş söz çıkarmamakla, o da; sadece dinine bir
kâr ve artı getirecek şey konuşmakla olur. Bir şey konuşmak istediğinde onda bir
kâr ve fayda var mı yok mu diye bakar. Hiç bir kârı yoksa dilini tutar,
konuşmaz. Bir kârı varsa, bu kez de bunu söylediğinizden daha kârlı bir sözü
kaçırmış olur mu olmaz mı diye bakar, öyle olacaksa, onu yine konuşmaz.
Eğer kalptekini öğrenmek
istiyorsan dilin hareketine bak; çünkü o seni -sahibi istese de istemese de-
kalpte olana mutlaka götürür.
Yahya b. Muaz der ki:
"Kalp
kazan gibidir, içindekiler kaynar durur. Onun kepçesi de dildir"
Konuşurken
adamın diline (konuşmasına) bak; o sana -acı veya ekşi, tatlı veya acı-
kalptekini kepçeleyip sunmaktadır. Kazandan kepçeyle çıkardığınla yemeğin tadına
baktığın gibi, onun bir kepçe olan dilinin kalbinden çıkardığıyla kalbindekinin
tadını bilirsin. Böylece işin hakikatini öğrenirsin.
Enes'in rivayet ettiğine göre
Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Kulun kalbi
düzgün olmadıkça imanı düzgün olmaz, dili düzgün olmadıkça da kalbi düzgün
olmaz."
Rasûlullah'a, insanları
cehenneme en çok neyin soktuğu soruldu,
"Ağız ve ferç (cinsel organ)!"
buyurdu. Tirmizî sahih bir hadistir, demiştir.
Muaz (r.a.) Rasûlullah'a onu
cennete sokacak, cehennemden uzaklaştıracak ameli sordu. O da onun başını ve
zirvesini açıkladıktan sonra:
"Sana bunların hepsini kapsayan şeyi söyleyeyim
mi?" dedi.
O "Evet Ya Rasûlullah!" dedi. Rasûlullah kendi dilini tuttu ve:
"Bunu
koru, engelle" dedi. O (r.a.):
"Biz hakikaten konuştuklarımızdan sorumlu muyuz?"
dedi. Rasûllullah:
"Anan seni kaybetsin ey Muaz! İnsanları yüzleri üzeri -bir
rivayete göre: çeneleri üzeri- (cehenneme) atan dillerinin kazandıklarından başa
nedir ki?" buyurdu. Tirmizî: Bu hasen-sahih hadistir, demiştir.
Hayret edilecek bir durum ki
insana haram yemek, zulüm, zina, hırsızlık, içki içme, harama bakma vs.den
korunmak ve kaçınmak kolay geliyor da dilinin hareketini kontrol altına almak
zor geliyor.
Zühd, dindarlık ve çok ibadette
parmakla işaret edilen adamı görürsün; ne dediğini bilmeksizin ve önemsemeksizin Allah'ın gazabını
celbedecek öyle sözler sarfederki, tek kelimesinden dolayı doğuyla batı
arasındaki mesafeden daha derinlere düşer. Fuhşiyattan ve zulümden şiddetle
sakınan nice insanların ne dediğine dikkat etmeksizin, sürekli hayatta olanlara
ve ölmüşlere iftira attığını görürsün.
Hadisenin dehşetini öğrenmek
istiyorsan Müslim'in sahih'inde Cündüb b. Abdullah kanalıyla rivayet ettiği
Rasûlullah'ın şu hadisine bak:
"Adamın biri:
Vallahi Allah filanı affetmeyecek," dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.):
"Kimmiş o benim hakkımda ahkam keserek
filanı affetmeyeceğimi söyleyen. İşte... O filanı affettim, kendisinin amelini
ise yok ettim, sildim." dedi.
İşte Allah'ın dilediği kadar (yıllarca) O'na
ibadet eden bu âbidin tek bir sözünden dolayı bütün amelleri silinmiştir.
Aynı hadisi Ebû Hureyre de
rivayet etmiştir. Ebû Hureyre sonunda şöyle demiştir:
"Dünyasını ve dinini helak
eden bir cümle konuştu."
Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre
kanalıyla rivayet ettikleri hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur.:
"Kul
dikkatsizce Allah'ı razı edecek öylesi bir söz söyler ki Allah bununla onu
yüksek derecelere yükseltir. Yine kul, farkında olmadan/dikkatsizce Allah'ın gadabını celbedecek
öylesi bir söz söyler ki Allah onu cehennemine sokar."
Müslim'in rivayeti şöyledir:
"Kul, ne
kadar çirkin olduğunu bilmediği bir söz söyler. Ondan dolayı cehenneme, doğuyla
batı arası (derinliğine) atılır."
Tirmizî'nin Bilal b. Haris
Müzenî'nin rivayetiyle zikrettiği hadisin lafzı da şöyledir:
"Biriniz Allah'ı
razı edecek öyle bir söz söyler ki, ulaştığı noktayı tahmin edemez; Allah
buluşuncaya kadar ondan hoşnutluğunu yazar. Biriniz Allah'ı kızdıracak öyle söz
söyler ki, o kadar çirkin olduğunu tahmin edemediği bu söz Allah'ın onu, Allah'a
varacağı güne kadar gadabını yazmasına sebep olur."
Tirmizî Enes'ten (r.a.) şöyle
rivayet etmiştir: Sahabeden biri vefat etmişti. Bir adam "Cennetle sevin" dedi. Rasûlullah:
"Nereden biliyorsun? Belki de kendisini ilgilendirmeyen bir şey
konuşmuş veya kendisinden bir şey eksiltmeyecek bir malda cimri davranmıştı?"
dedi. Tirmizî: Bu hasen bir hadistir, demiştir.
Buharî ve Müslim'in Ebû
Hureyre'den rivayet ettiklerini göre Rasûlullah:
"Her kim Allah'a ve ahiret
gününe inanıyorsa hayır konuşsun veya susun." buyurmuştur.
Müslim'in rivayetinin lafzı
şöyledir:
"Her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa bir şeye tanık olunca
hayır konuşsun veya sussun."
Tirmizî'nin sahih senedle
rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasulü:
"Kişinin İslâmının iyiliğinden biri de
kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesidir" buyurmuştur.
Tirmizî Süfyan b. Abdullah
Sekafî'den şöyle rivayet etmiştir: Dedim ki:
"Yâ Rasûlullah! bana İslâm'da öyle
bir şey söyle ki, senden sonra kimseye ondan sormayayım." Rasûlullah:
"Allah'a
inandım, de sonra dosdoğru ol" buyurdu. Sonra:
"Ya Rasûlullah, hakkımda
en çok korktuğun şey nedir?" dedim.
Kendi dilin tuttu ve
"Bu" buyurdu. Hadis sahihtir.
Peygamberin hanımı Ümmü Habîbe
Rasûlullah'dan (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle rivayet etmiştir:
"Âdem oğlunun sözlerinin hepsi de
lehine değil, aleyhinedir. Ancak bir iyiliği emir veya bir kötülükten nehiy ya
da Allah'ı zikir müstesna." Timizi: Hadis hasendir, demiştir.
Başka bir hadiste şöyle
buyurmuştur:
"Kul
sabahladığında tüm âzâlar bile hatırlatmada bulunarak şöyle derler: Bizim için
Allah'tan kork. Çünkü biz sana bağlıyız. Düzgün olursan düzgün olur. Eğrilirsen
eğriliriz."
Seleften bir zât "sıcak bir gün"
"Bu gün soğuk" gibi sözlerinden dolayı kendisini hesaba çekerdi. Büyük bir âlim
(vefatından sonra) rüyada görüldü. Halini sordular. Dedi ki: söylediğim bir
sözden dolayı hesaba çekiliyorum. "İnsanların yağmura ne kadar da ihtiyaçları
var" demiştim. Bana: "Nereden biliyorsun? Ben kullarımın yararına olanı daha iyi
bilirim" denildi
En kolay hareket eden uzuv
dildir ve dil, kula en zararlı uzuvdur.
Selef ve Halef âlimleri insanın
tüm söylediklerinin mi yoksa iyi ve kötü olanlarının mı kaydedildiği hususunda
iki farklı görüşe sahiptirler ve en doğruya yakını birincisi, yani hepsinin
kaydedildiğini söyleyen görüştür.
Seleften bir zât şöyle der:
"Adem oğlunun
sözlerinin hepsi de aleyhinedir. Ancak Allah rahmani olan ve benzeri sözler
müstesna,"
Ebû Bekir (r.a.) dilini tutar ve
"İşte beni helaklara bu
sürükledi" derdi. Söz senin esirindir. Ağzından çıkınca sen onun esiri olursun.
Allah (c.c.) her konuşanın dilinin yanındadır:
" (İnsan), hiç bir söz söyleyemez
ki yanında (onu) gözetleyen dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın"
(Kâf,
18)
Dilin iki büyük âfeti-felaketi
vardır. Kişi bunun birinden kurtulsa diğerinden kurtulamaz. Konuşma âfeti ve
susma âfeti. Bazen her birinin, vaktinde, diğerinden büyük günahı olduğu olur.
Örneğin hakkı söylemeyip susan
dilsiz şeytandır, Allah'a (c.c.) âsîdir, başına bir şey gelmesinden korkmadığı
halde yapmışsa riyakâr ve yağcıdır. Batıl konuşan da, konuşan bir şeytan ve
Allah'a âsî biridir. İnsanların çoğu konuşmasında ve susmasında bu iki türden
birindendir, itidalden sapmıştır. İtidal ehli ise -ki doğru yolun sahipleri
onlardır- dillerini batıl konuşmadan engeller ve ahirette kendilerine fayda
getirecek durumlarda soruna kadar serbest bırakırlar. Onların -bırak
ahiretlerine zarar vereceği- boş ve yararsız bir kelime dahi konuşmadıklarını
görürsün. Kul kıyamet günü dağlar gibi sevaplarla gelir ve dilinin onu tamamiyle
yıkıp mahvettiğini görür. Yine dağlar gibi günahlarla gelir ve dilinin Allah'ı
zikir ve benzeri şeylerle onları yıkıp yok ettiğini görür.
Adımlara gelince; onları korumak
ayağı ancak, sevap umduğu yere doğru hareket ettirmekle olur. Eğer attığı adımda
kazanılacak bir sevap yoksa oturması onun için daha iyidir. Kul mubaha doğru
attığı her adımı, onunla ibadeti ve Allah'a (c.c.) yakınlaşmayı niyetlemek
suretiyle bir ibadete dönüştürebilir. Böylece adımı bir ibadet olur. Asıl
tökezleme, ayağın tökezlemesi ve dilin tökezlemesi olmak üzere iki tane
olduğundan yüce Allah'ın şu âyetin de bunlar birlikte zikredilmişlerdir:
"Rahman'ın kulları ki yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine
lâf atarsa "selâm" der (geçer)ler." (Furkan, 63)
Yüce Allah burada onları
sözlerinde ve adımlarında düzgün ve doğru yol üzere olmakla vasıflandırmıştır.
Yüce Allah şu âyette bakışlarla akla gelen hayal ve düşünceleri birlikte
zikretmiştir.
"(Allah) gözlerin hain (bakışlar)ını ve göğüslerin gizlediği
düşünceleri bilir." (Mü'min, 19)
Bunların hepsini fuhşiyatın
haramlılığı ve ırzı korumanın vacipliğinin girişinde zikretmiştik.
Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve
sellem) :
"insanları
cehenneme en çok sokan şeyler ağız (dil) ile ferçdir." buyurdu.
Buhârî ve Müslim Rasûlullah'dan
şunu rivayet etmişlerdir.
"Bir müslümanın kanı (nın dökülmesi) ancak şu üç şeyden
biri sebebiyle helâl olur: Zina etmiş evli, cana karşı can (kısas) ve dinini
terkedip cemaati (müslümanları) bırakan".
Bu hadiste zinanın küfür ve öldürme ile
birlikte zikredilmesi, Furkan süresindeki âyete ve İbn Mesud'un rivayet ettiği
hadise benzemektedir.
Rasûlullah bunları en
yaygınından en az yaygına doğru sıralamıştır. Çünkü zina, öldürmekten, öldürmek
de irtidattan (dinden dönmeden) daha yaygındır. Yine O büyük günahtan daha büyüğüne göre sıralamıştı.
Zira zinanın zararı dünyanın sağlık ve selametini tehdit eder. Çünkü kadın zina
ettiğinde ailesine, eşine ve akrabalarına leke getirir. Onları insanlar önünde
boynu eğik yapar. Kadın zinadan hamile kaldığında; şayet bebeğini öldürürse
zinaya öldürmek de eklemiş olur. Eğer kocasıyla evliyken doğurursa kendisinin
ailesine ve eşinin ailesine onlardan olmayan bir yabancı sokmuş ve kendilerinden
olmadığı halde çocuğu onlara vâris kılmış olur. Çocuk onları görür, onlarla
başbaşa kalır ve onlardan olmadığı halde onlara nisbet edilir, onların soyundan
ailesinden kabul edilir. Ve daha pek çok zararları. Erkeğin zinasına gelince; o
da soyların birbirine karışmasına yol açar. Adam namuslu kadını bozmuş,
kirletmiş, helâka ve bozulmaya maruz bırakmış olur. Kısaca bu büyük günah dünya
ve ahireti harap eder. Zina ile nice haramlar helâl kılınmış, nice haklar
çiğnenmiş, nice zulümler vuku bulmuştur.
Zinanın bir özelliği de
fakirliğe, ömrün kısalmasına yol açması, insanlar arasında sevimsizlik ve nefret
giysisi giydirmesidir. Zina kalbi dağınık ve dalgın yapar, (öldürdüğü kalbi
öldürür), öldürmediğini en azından hasta eder, kişiye keder, hüzün ve korku
verir, sahibini melekten uzaklaştırıp şeytana yaklaştırır. Öldürmeden sonra
ondan daha zararlı ve kötü bir şey yoktur. O yüzden cezası en çirkin en dehşetli
ve en zor biçimde öldürülmek yapılmıştır. Kişiye, hanımının veya akrabasından
bir kadının öldürüldüğünü duyması, onu zina ettiğini duymasından daha hafif
gelir.
Sa'd b. Ubâde:
"Bir adamı bir
kadınla zina eder halde görsem onu acımaksızın kılıçla öldürürüm" dedi.
Bu Rasûlullah'a ulaşınca şöyle buyurdu:
"Sa'd'ın kıskançlığına hayret mi
ediyorsunuz? Vallahi ben ondan daha kıskancım, Allah da benden daha kıskançtır.
Allah, kıskançlığından dolayı açık ve gizli tüm fuhşiyatı haram kılmıştır."
Buhârî ve Müslim.
Yine Buhârî ve Müslim'de
Rasûlullah'dan (Sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadis rivayet edilmektedir:
"Allah kıskanır, mü'min de
kıskanır. Allah'ın kıskanması kulunun, haram kıldığı şeyi yapmasıdır."
Buhârî ve Müslim'de rivayet
edilen hadiste Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.
"Allah'dan daha kıskanç
kimse yoktur.O yüzden açık ve gizli tüm
fuhşiyatı haram kılmıştır. Kendinden özür dilenmeyi (tevbe edilmeyi) Allah'dan
daha çok seven yoktur. O sebeple müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak
peygamberler göndermiştir. Övülmeyi Allah'dan daha çok seven hiç kimse yoktur. O
yüzden kendisini övmüştür."
Buhârî ve Müslim de
Resûlullah'ın
Güneş tutulmasındaki hutbesinde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Ey Muhammed
ümmeti! Vallahi hiç kimse Allah'ın erkek veya kadın kulunun zina etmesini
kıskanmasından daha çok kıskançlık duyamaz. Ey Muhammed ümmeti! Şayet benim
bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. "Rasûlullah sonra
ellerini kaldırdı ve "Allahım! tebliğ edip ulaştırdın mı?" dedi.
Güneş tutulması namazı
sonrasında özelikle bu büyük günahtan bahsedilmesinde, düşünen için büyük bir
sır vardır. Çünkü zinanın aşikâre yapılması dünyanın harap oluşunun
emârelerindendir. Bu aynı zamanda kıyametin alametlerindendir.
Nitekim Buhârî
ve Müslim Enes'ten şöyle rivayet etmişlerdir:
Vallahi size öyle bir hadis
söyleyeceğim ki onu size benim dışımda hiç kimse anlatmamıştır.
Rasûlullah'ı
şöyle derken işittim:
"Kıyametin
alametlerinden bazıları ilmin kalkıp cehaletin yaygınlaşması, içki içilmesi,
zinanın yaygınlaşması, erkeklerin azalıp kadınların çoğalmasıdır. Öyle ki elli
kişinin başında (geçimlerini vs. sağlayan) bir erkek bulunur."
Yüce Allah'ın kullarıyla
muamelesi tarih boyunca söyle süregelmiştir:
Zina yaygınlaşıp aşikâre
yapıldığında Allah gadaplanır, gadab şiddetlenir ve bu yeryüzünde bir
cezalandırma şeklinde tecelli eder.
Abdullah b. Mesud (r.a.):
"Bir kasabada faiz ve zina
yaygınlaşırsa Yüce Allah mutlaka, oranın helak edilmesine izin verir."
demiştir.
İsrailoğullarından bir âlim,
oğlunun göz ucuyla bir kadına baktığını gördü. Baba birden koltuğundan yere
düştü ve "Yavaş oğlum" dedi. Omuriliği kırıldı, hanımı çocuk düşürdü. Âlime:
"Benim için öfkelenmen böyle mi? senin neslinde ebediyyen hiçbir hayır
olmayacak" denildi.
Yüce Allah zina cezasına diğer
cezalara vermediği şu üç özellik vermiştir:
Bir: En dehşetli ve çirkin biçimde öldürülme. Bu cezanın
(bekar için) hafifletilmişinde ise iki ceza birlikte vardır: Birisi sopalanmak
suretiyle bedene, diğeri yurdundan bir yıl sürgün edilmek suretiyle kalbine
ceza/azap.
İki: Allah kullarını, dini konusunda onlara acımaktan,
yani cezayı uygulamaktan men'etmiştir. Çünkü yüce Allah şefkat ve merhametiyle
birlikte onlara bu cezayı koymuştur. O merhametlilerin en merhametlisisi olduğu
halde, rahmeti onu bu cezayı vermekten engellememişse, kalbinize doğan, şefkat
duygusu da sizi bu cezayı uygulamaktan alıkoymasın.
Bu bütün cezalarda geçerlidir.
Fakat zina cezasında özellikle zikredilmesi, hatırlatılmaya büyük ihtiyaç
duyulduğundandır. Çünkü insanlar kalplerinde hırsız, iftiracı ve içkiciye
duydukları katı kalplilik ve sertliği zina eden kimse için duymazlar. Kalpleri zinâkâra diğer günahları isteyenlerden daha çok acır. Vakıa bunun şahididir.
İşte o yüzden insanlar bu duyguya kapılıp Allah'ın cezasını uygulamamaktan
nehyedilmişlerdir.
Bu merhametin sebebi şudur:
Zina
üst, orta ve alt tabakanın işlediği bir günahtır. Nefislerde ona son derece
güçlü bir eğilim vardır. Bunu yapan çoktur. Sebebi çoğunlukla aşktır. Kalplerin
fıtratında da aşıklara acıma vardır. Çoğu insanlar aşığa yardımı ibadet ve
Allah'a yaklaşma vesilesi sayarlar. Aşık olduğu kişi ona haram da olsa, insanlar
böyle düşünürler. İnsanların bu durumu garipsenecek bir durum değildir. Çünkü
bu, diğer hayvanların benzerleri olan bizlerin fıtratına konmuştur, içimizde
yerleşiktir. Bir de böylesi şeyleri kadınlar ve hizmetçiler gibi kısa akıllılar
bize bol bol anlatırlar.
Ayrıca bu günah genelde iki
tarafın rızasıyla olur ve onda tecavüz, zulüm ve gasp gibi nefislerin
hoşlanmadığı şeyler vuku bulmaz.
Bir de nefislerde, onlara
hükmeden bir şehvet vardır. O yüzden hadiseyi gözünde çok büyük ve çirkin
görmez. Kalbini şefkat kaplar ve bu onun cezayı uygulamasını engel olur.
Bunların tümü iman zayıflığından kaynaklanmaktadır. İmanın kemali; kişideki,
onunla Allah'ın emrini uygulayacağı "kuvvet" ile onunla ceza uygulanana acıyıp
şefkat edeceği bir "merhamet" ledir. Böylece, emrinde ve
merhametinde yüce Allah'la uyuşmuş olur.
Üç: Yüce Allah zinakârların cezalarının mü'minlerin gözü
önünde uygulanmasını, hiç kimsenin göremeyeceği şekilde ıssız bir yerde
yapılmamasını emretmiştir. Bu, cezanın faydasını ve vazgeçiricilik hikmetini
gerçekleştirmede daha etkindir. Evlinin cezası yüce Allah'ın Lût kavmini
taşlamasından gelmedir. Çünkü zina ve lûtilik fuhuş olma hususunda ortaktırlar.
Her ikisinde Allah'ın yaratmasındaki ve emrindeki (şeriatındaki) hikmete ters
düşen fesad vardır. Çünkü lûtiliğin sayılamayacak kadar çok zararı vardır.
Kendisine yapılan için öldürülmek bundan daha hayırlıdır. Çünkü o, ileride
telafi edilmesi ve düzelmesi imkansız bir çok zarar ve fesada yol açar, ondan
her türlü iyiliği götürür (ruhunu çökertir) Yeryüzü haya suyunu yüzünden çeker.
Artık o kişi Allah'tan da insanlardan da haya etmez. Kendisine yapanın suyu onun
kalbinde ve ruhunda, zehirin bedendeki etkisini yapar.
Âlimler lûtiliğin kendisine
yapıldığı kimsenin cennete girip girmeyeceği hususunda iki görüşe sahiptirler.
Şeyhu'l İslam'dan bu iki görüşü söylerken işittim.
Cennete girmeyeceğini
söyleyenler bir takım deliller getirmişlerdir.
Bunların biri Lûtilikte mef'ul
kişi veled-i zinadan daha kötü, rezil ve iğrençtir. O hiçbir hayra muvaffak
kılınmamaya, hayırla arasına engel konulmaya layıktır. Her ne hayır yapsa Allah
ceza olarak ona, onu bozan bir şey musallat eder. Küçüklüğünde böyle gördüğün
birini büyüdüğünde -genelde- daha kötü halde görürsün. O hiçbir faydalı ilme
hiçbir salih amele ve samimi bir tevbeye muvaffak kılınmaz.
Meselenin doğrusu şudur:
Bu
belâya uğrayan kişi eğer tevbe eder, Allah'a döner, samimi tevbe ile salih
amele muvaffak kılınırsa, büyüklüğünde küçüklüğünden daha iyi olur.
Kötülüklerini iyiliklere dönüştürür, ayıbını çeşit çeşit ibadet ve tâatlerle
yıkar, gözünü ve fercini haramlardan korur, Allah'a (c.c.) muamelesinde dürüst
olursa bu kimse affedilir, cennetliklerden olur. Çünkü Yüce Allah tüm günahları
bağışlar. Tevbe her günahı yok ediyor, Allah'a eş
koşmayı, peygamberlerini öldürmeyi, sihri ve küfrü vs. dahi siliyorsa, bu günahı
da silmekten geri / aciz kalmaz. Yüce Allah'ın adaleti ve lütfuyla belirlediği:
"Günahtan tevbe eden hiç günahı olmayan gibidir" şeklindeki hikmetli kaidesi,
şirkten, adam öldürmeden ve zinadan tevbe edenin günahlarını sevaplara
dönüştüreceğini garanti etmesi, bununda affedilmesini gerektirir. Çünkü bunlar
her türlü günahtan tevbe eden hakkında geneldir.
Yüce Allah da :
"(Benim adıma)
kullarıma de ki: Ey kendilerine zulmeden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid
kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. O şüphesiz çok bağışlayıcı,
çok merhametli O'dur."
(Zümer, 53) buyurmuştur.
Bu genellemeden bir günah dahi
çıkmaz. Ancak bu, sadece tevbe edenler hakkındadır.
Ancak kendisine lûtilik yapan
kişi eğer büyüklüğünde küçüklüğünden daha kötü olursa samimi bir tevbeye de,
salih bir amele de, yaptıklarını telafi etmeye de, kötülükleri sevaplara
dönüştürmeye de muvaffak kılınmaz. Bu kişinin güzel bir samimi, ölüme muvaffak
kılınıp cenneti hak etme ihtimali de uzaktır. Bu onun amelinin cezasıdır. Çünkü
Yüce Allah bir iyiliği başka bir iyilikle (ona muvaffak kılmakla) ödüllendirdiği
gibi, bir günahı da, kişinin başka bir günahıyla cezalandırır. Günahların
cezaları birbirlerini katlarlar. Ölüm anında bir çok kimseye baktığında,
işledikleri kötü amellerinin cezası olarak, güzel ölümle aralarına girildiğini
görürsün.
Hafız Ebû Muhammed Abdulhak b.
Abdurrahman Eşbîli (r.a.) şunları söylemektedir:
İyi bil ki kötü ölümün. Allah
bizi ondan korusun- bir takım sebepleri, yolları ve kapıları vardır. Bunların en
büyüğü dünyaya çöreklenmek, ahiretten yüz çevirmek, Allah'ın haramlarına
yönelmek ve onları pervasızca işlemektir. İnsana bir hatası, bir çeşit günahı,
Allah'tan yüz çevirmesinin bir yönü cür'etkârlıktan bir nasibi galebe çalar ve
kalbini ele geçirir, aklını esir alır, nurunu söndürür, üzerine perdelerini
gönderir. Artık ona hiçbir hatırlatma fayda vermez, onda hiçbir nasihat etki
etmez.
Söylenenleri -tekrar tekrar
söylesen de- çok uzaktan gelen sesler gibi işitir ve ne kastedildiğim, ne denmek
istendiğini bir türlü anlayamaz.
Devamla der ki:
Anlatılır ki;
Halife Nâsır'ın adamlarından biri ölmek üzereydi. Oğlu "Lâilâhe illallah" de
diyor, o "Nasır benim efendim" diyordu. Oğlu tekrar tekrar söylüyordu. Adam
sonra bayıldı. Uyandığında yine "Nasır benim efendim" diyordu Ona bir
"Lâilâhe
illallah, de" denildiğinde, O "Nasır benim efendim" diyordu. Sonra oğluna
"Ey
filan (kendisini kastediyor), Nasır seni sadece kılıcınla tanıyor, öldürmek,
öldürmek!" dedi ve hemen öldü.
Devamla derki:
Tanıdığım birine "Lâilâhe illallah, de" denildi. O ise
"Filan evde şunları tamir edin, falan
bahçede şunları yapın" diyordu.
Devamla der ki:
Ebû Tâhir Silefî,
kendisinin bana anlattığı şu hadiseyi anlatmama izin verdi. Bir adam ölmek
üzereydi. Ona "Lâilâhe illallah de" denildi. O Farsça "Deh yazdeh deh yazdeh"
-yani on bire on- deyip duruyordu.
Bir başkasına da ölüm anında
"Lâilâhe illallah, de" denildi. O ise sürekli "Müncab hamamına nereden gidilir?"
diyordu.
Hafız Ebû Muhammed derki:
Bu
şiirin hikâyesi şöyledir.
Bir adamın evinin kapısı hamamın kapısına benziyordu.
Bir gün evinin önünde dururken oradan güzel bir cariye geçti ve
"Müncab hamamına
nereden gidilir?" dedi.
Adam "İşte burası Müncab hamamı" dedi.
Cariye önden,
adam da arkasından girdi. Cariye orasının adamın evi olduğunu ve adamın onu
aldattığını anlayınca onunla birlikte olmaktan sevinç duyuyormuş gibi gözüktü ve:
"Yanımızda hayatımızı renklendirecek ve bize neşe katacak birşeylerin bulunması
uygun değil mi?" dedi.
Adam: Hemen şimdi istediğin ve canının çektiği herşeyi
getireceğim dedi ve kapıyı kilitlemeden çıkıp gitti. Alacaklarını alıp geri
döndüğünde cariyeyi çıkıp gitmiş halde buldu. Bunun üzerine adam kara sevdaya
tutuldu ve sürekli onu zikreder oldu. Yollarda ve sokaklarda yürür ve şöyle
derdi:
Vaâh bir gün yorgun halde soran kadın:
Müncab hamamına nasıl gidilir
diye.
Yine bir gün böyle söylerken bir
cariye pencereden şöyle cevap verdi:
Onu eline geçirir geçirmez
hemen Eve bir bekçi bulsan veya
kapıyı kitleseydin ya.
Adamın sevdası daha da arttı ve
şiddetlendi. Bu hâl üzere devam etti ve dünyadaki son sözü de bu oldu.
Süfyan-ı Sevrî bir gece sabaha
kadar ağladı. Sabahleyin ona:
"Tüm
bunlar günah korkusundan mı?" dediler.
Yerden bir saman çöpü aldı ve:
"Günahlar
bundan da basit. Ben sadece kötü ölümle ölme korkumdan ağlıyorum" dedi.
Bu son derece müthiş bir
anlayış...
O kişinin, işlediği günahların
onu ölüm esnasında rezil ederek güzel ölümüne engel olmalarından korkması!
Ahmed b. Hanbel Ebû Derdâ'nın
ölüm esnasında sürekli bayılıp ayıktığını, ve şu âyeti okuduğunu rivayet
etmiştir:
"Gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilkin ona inanmadıkları
gibi. Ve bırakırız onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar."
(En'am, 110)
Bu yüzden selef günahlardan,
güzel ölüme engel olacağı sebebiyle korkmuşlardır.
Hafız Ebû Muhammed devamla şöyle
der:
İyi bil ki kötü son (sûi hatime) -Allah bizi ondan korusun- dışı düzgün,
içi temiz kimseye olmaz. Allah'a şükür böyle bir şey duyulmadı da bilinmiyor da!
Bu ancak akitteki (iman) bozukluktan, günahlarda ısrardan ve büyük günahlar
işlemekten dolayı olur. Çoğunlukla bu hâl kişinin üzerinde hakimiyet kurar ve
kişi tevbe etmeden, içini ıslah etmeden, Allah'a yönelmeden ölüm gelip çalar. O
ânî kazada şeytan onu ele geçirir, o dehşette onu kapıverir...
Allah'a sığınırız.
Der ki: Anlatılır ki:
Mısır'da
ezan ve namaz için sürekli mescide gidip gelen itaat güzelliği üzerinde ve
ibadet nuru bulunan birisi vardı. Bir gün -âdeti üzere- ezan için minareye
çıktı. Minarenin hemen altında bir hristiyanın evi vardı. Oraya baktı ve adamın
kızını gördü. Hemen aşık oldu. Ezanı okumadan indi. Eve, kızın yanına girdi.
Kız: Ne oldu, ne istiyorsun? dedi.
Adam: seni istiyorum, dedi.
Kız: Neden? dedi.
Adam: Sen benim aklımı esir aldın, kalbimi çaldın, dedi.
Kız: seninle zina etmeye
kesinlikle razı olmam, dedi.
Adam: Öyleyse seninle evlenirim, dedi.
Kız: Sen müslümansın, ben ise hristiyanım. Babam beni seninle evlendirmez, dedi.
Adam: Ben
de hristiyan olurum, dedi.
Kız: (Onu) yaparsan bende yaparım (seninle evlenirim), dedi.
Adam onunla
evlenmek için hristiyan oldu ve onlarla birlikte evlerinde kaldı. Aynı gün bir
ara evin damına çıktı. Oradan düştü ve öldü. Böylece hem kızı elde edemedi hem
de dinini kaybetti.
Hâfiz Ebû Muhammed devamla şöyle
der:
Anlatıldığına göre adamın biri birine aşık oldu, ona vuruldu. Sevgisi
kalbine öyle yerleşti ki, bu ona acı vermeye baladı. Sonunda yatağa düştü. Diğer
adam ise ondan uzak durdu, daha da uzaklaştı. Aracılar aralarında gidip
geldiler. Sonunda diğer onu ziyaret edeceğine söz verdi. İnsanlar gelip ona bunu
haber verdiler. O buna son derece sevindi ve kederi, üzüntüsü ortadan kalktı. Bu
belirlenen randevuyu beklerken arabulucuları gelerek ona söyle dedi:
"Benimle
birlikte yolun yarısına kadar geldi sonra geri döndü. Onunla konuşup gelmeye
zorladıysam da, "Benimle sevinde, neşelendi. Şüphe uyandırıcı konuma düşmek,
günahla itham olunacağım yerde bulunmak istemem" dedi. Israr ettimse de kabul
etmedi ve geri döndü!" Bunu işiten ızdıraplı adam tekrar hastalandı, öncekinden
kötü bir hâle geldi. Hâli yüzünden okunuyordu. Dedi ki:
Ey Selem, ey hastanın
rahatlığı Ey bir deri bir kemik kalmışın şifası, Senin hoşnutluğun gönlüm için
daha tatlı Yaradanın ve Celal sahibinin rahmetinden.
Ona: Ey adam, Allah'tan kork,
dedim. "Evet öyle dediğim gibi!" dedi. Yanından kalktım, daha evinin kapısından
çıkmadan onun ölüm çığlığını işittim. Uğursuz sondan Allah'a sığınırız.