Kulluğun özelliği boyun eğme,
sevilen önünde zelil olmadır.
Her kim bir şey veya kimseyi sever ve ona boyun
eğerse kalbi ona kulluk etmiş, onu ilâh edinmiştir.
Hatta "kulluk"
sevginin
derecelerinden bir derecedir. Ona "teteyyüm" (sevgisinden kul köle olmak) de
denir.
Sevginin ilk basamağına "Alaqa",
yani bağlanma adı verilir. Böyle denmesi, sevenin sevgiliye bağlanmasından
dolayıdır.
Şair der ki:
Leylâya bağlandım, o büyüleyici
bir kadın.
Göğsünden dolayı akranları
küçücük kalmış onun yanında.
Sonra "Sabâbe" (kuvvetli sevgi)
gelir. Böyle isimlendirilmesi kalbin sevgiliye eriyip dökülmesinden (insıbâb)
dolayıdır.
Şair şöyle der:
Sevgililer sahabeden dert
yanıyorlar.
Keşke onların yaşadıklarını tek
başıma ben yaşasam
Sevgi lezzetinin tümü kalbimin
olsa
Ve benden önce de sonra da hiç
kimse onunla karşılaşmasa.
Sonra "Ğarâm" (aşırı tutkunluk)
gelir. Böyle isimlendirilmesi sevginin kalpten hiç ayrılmaması, onu tutunup
kalması nedeniyledir. Alacaklı da, borçluyu sürekli sıkıştırdığından ve ondan
ayrılmadığından "Ğarîm" diye isimlendirilmiştir. Yüce Allah'ın:
"O'nun
(cehennemin) azabı, ğaram (ara vermeyen devamlı bir işkence)dir."
(Furkân, 65)
buyruğunda geçen "Ğarâm" da ondaki bu "devamlılık, ayrılmazlık" anlamından dolayı
böyle isimlendirilmiştir. Bu kelime sevgide son zamanlarda çok kullanılmıştır,
ancak eski Arapların şiirlerinde az bulunmaktadır.
Sonra "ışq" (aşk) gelir. Bu
anormal, ve aşırı sevgidir. O yüzden Yüce Allah bununla nitelendirilmez hakkında
bu söylenmez.
Sonra da "şevk" gelir. Bu kalbin
sevgiliye hızla yol almasıdır. Allah (c.c.) hakkında kullanımı Ahmed b. Hanbel'in
Ammar b. Yasir'den naklettiği hadiste geçmektedir. Ona göre Ammar kısa süren bir
namaz kıldı. Ona bunun sebebi sorulduğunda şöyle dedi:
Ben onda Rasûlullah'ın etmekte
olduğu şu duayı okudum:
"Allah'ım senden gayb bilgin ve yaratıkların üzerindeki
kudretinle istiyorum ki yaşam benim için hayırlıysa beni yaşat, ölüm benim için
hayırlıysa beni öldür. Allahım! Senden görünür görünmez (her yer)de senden
korkmayı, öfkeli ve sakin halde hak sözü söylemeyi, fakir ve zengin iken
itidalli olmayı istiyorum. Senden bitmeyen nimetler istiyorum. Senden bitmeyen
mutluluk istiyorum. Senden ölüm sonrasında iyi yaşam istiyorum. Senden yüzüne
bakmak istiyorum, senden hiçbir zarar ve yoldan çıkarıcı fitne olmadan seninle
buluşma iştiyakını (kalbime koymanı) istiyorum. Allahım! bizi iman süsüyle
süsle ve bizi doğru yola iletilenlerden ve o yolu tutmuşlardan eyle."
Bir kudsi hadiste Yüce Allah
şöyle buyurur:
"Müttakîlerin bana olan iştiyakları arttı. Benim onlarla buluşma
iştiyakım ise daha çoktur."
Bu Rasûlullah'ın:
"Her kim
Allah'la buluşmayı arzularsa Allah da onunla buluşmayı arzular"
hadisiyle ifade ettiği anlamın ta kendisidir.
Bir basiret ehli insan Yüce
Allah'ın:
"Kim, bir gün Allah'ın huzuruna çıkacağını
ümid ediyorsa, Allah'ın belirlediği sürenin sonu elbette gelecektir."
(Ankebût,
5) buyruğu hakkında şunları söyler:
Yüce Allah dostlarının kendisiyle
buluşmaya, O'na kavuşmaya olan iştiyaklarını, O'nunla buluşmadıkları sürece
kalplerinin durulmayacağını bildiğinden dolayı onlara bir buluşma süresi ve
randevu belirledi. Onların içleri bununla sakinleşir, bununla yerinde durur.
Mutlak anlamda en hoş ve en zevkli yaşam (Allah'ı) sevenlerin, iştiyak
duyanların, ünsiyet bulanların yaşamıdır. Gerçek yaşam onların yaşamıdır. Kalp
için ondan daha hoş, güzel ve zevkli bir yaşam yoktur.
Yüce Allah'ın:
"Erkek ve
kadından her kim mü'min olarak salih amel işlerse muhakkak ona dünyada hoş bir
hayat yaşatırız." (Nahl, 97) buyruğundaki hoş hayat da budur işte.
Ondan kasıt mü'minlerle kâfirler, iyilerle kötüler arasında müşterek olan hayat ve yeme,
içme, giyme ve evlenme vs.nin hoş olması değildir.
Bilakis bu hususlarda Allah
düşmanları Allah dostlarından fazla şeylere sahiptirler. Yüce Allah, her salih
amel işleyen kişiye hoş bir hayat yaşattıracağına garanti vermiştir. O vaadinden
dönmez, sözüne sadıktır.
Tüm dert ve çabası Allah'ı hoşnut etme olan ve başka
hiç bir derdi bulunmayan, kalbi darmadağınık olmayıp, aksine Allah'a yönelen,
her bir vadiye yayılmış darmadağınık düşünce ve niyetleri Allah'da toplanmış,
sevgisi, zikri ve buluşma aşk ve şevki en yüce sevgiliye olan, O'nunla ünsiyet
bulup yalnızlığı giden, tüm derdi, kederi, niyeti, kalbindeki her düşünce ve
kasdı onun etrafında dönen kimseden daha hoş bir yaşama kim sahiptir?
O sussa
Allah'la susar, işitse O'nunla işitir, görse O'nunla görür. Tutması O'nunla,
yürümesi O'nunla, durması O'nunladır. O'nunla dirilir, emriyle ölür ve tekrar
dirilişi O'nunla olur.
Nitekim Sahîh-i Buhârî'de geçen kudsî bir hadiste Yüce
Allah şöyle buyurur:
"Kulum bana farz kıldığım şeyleri edâ etme gibi hiçbir
şeyle yaklaşamaz. Kulum daha sonra nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder,
sonunda onu severim. Onu sevince de onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu
eli, yürüdüğü ayağı olurum. Artık sadece benimle işitir, benimle görür, benimle
yürür. Yemin ederim ki benden isteyecek olsa ona veririm, bir şeyden sığınsa onu
korurum. Ben yapacağım hiçbir şeyde, ölmek istemeyen mü'min kulumun canını alma kadar tereddüt etmem. Ona
kötülük yapmak istemem, ama o iş olmak zorundadır."
Bu kudsî hadis-i şerifki onun
anlamını ve muradım katı kalpli, kaba tabiatlı kişinin anlaması imkânsızdır-
Yüce Allah'ın sevgisini kazanmanın yolunu ikiyle sınırlandırmıştır:
Farzlarını edâ etmek,
nafilelerle O'na yaklaşmak.
Yüce Allah kendisine
yaklaşanların işledikleri en iyi amellerin farzlar, sonra da nafileler
(sünnetler vs.) olduğunu, sevenin nafileler işleye işleye Allah'ın sevgili kulu
haline geldiğini, haber vermiştir. Allah tarafından sevilince kendisinin önceki
Allah sevgisi daha da artar ve bu sevgi kalbini sevgili dışında şeyleri
düşünmekten, onlarla ilgilenmekten alıkor. Bu sevgi tüm ruhunu ele geçirir ve
onda sevgiliden gayrisine hiç-biryer kalmaz. Sevgiliyi anmak, sevmek onun için
en yüce şey haline gelir. Kalbinin dizginlerini elinde ve ruhu üzerinde hükümran
olur. Tüm sevgi güçlerini onda toplamış ve yoğunlaştırmıştır.
Şüphesiz bu seven işittiğinde
sevdiğiyle işitir, gördüğünde onunla görür, tuttuğunda onunla tutar, yürüdüğünde
onunla yürür. O daima kalbindedir, onunla birliktedir. Onun arkadaşı ve
dostudur. Hadiste geçen "bâ" edatı beraberlik, arkadaşlık ifade eder. Bu eşsiz
benzersiz bir arkadaşlıktır. Soyut olarak anlatılmakla idrak edilmez. Mesele
bilgi değil hâlle ilgili bir husustur.
Bir şair şöyle der:
Hayalin gözümde, sânın dilimde.
Köşkün kalbimde... Nereye
kaybolacaksın?
Diğeri şöyle der:
İşin garibi ben onlara özlem
duyuyorum.
Karşılaştıklarıma soruyorum...
Oysa onlar hep benim kalbimde
Gözlerim arıyor onları, halbuki
göz bebeğimdeler
Kalbim özlüyor onları, oysa
sinemdeler.
Şu şiir daha da zarif:
"Kaybolup gittin" desem
kalbim beni doğrulamıyor,
Çünkü sen onda bir sır gibi
kaldın, hiçbir yere ayrılmadın.
Yok "bitmedin hep
yanımdaydın" desem.
Bu kez gözüm diyecek
"yalansın" diye.
İşte böyle... Doğru ile yalan
arasında şaşkın kaldım.
Sevene sevdiği kadar yakın hiç
kimse yoktur. Bazen sevgi onda öylesine yer eder ki kendinden de yakın olur,
kendini unutur, onu unutmaz. Şairin dediği gibi:
Onu zihnimden silmek istiyorum
ama
Her gece boyunca gözüm
gözüküyor.
Diğeri şöyle der:
Kalpten sizi unutması içinden
çıkarması isteniyor. Ancak tabiatım onu (kalpten) taşıyanlara karşı koyuyor.
Hadiste, kulak, göz, el ve ayak
zikredilmiştir. Çünkü bu âzâlar idrak etme ve yapma aletleridirler. Göz ve kulak
kalbe arzulama ve isteme duygularını, sevgi ve nefret hislerini celbederler.
Sonra el ve ayak kullanılır. Kul Allah'la işitip O'nunla görünce idrak edici
azaları korumada olur.
Bir düşün; kulak, göz, el ve
ayak zikredilmek suretiyle nasıl dile gerek bırakılmamıştır?
Zira işitme bazen
isteyerek bazen istemeden olur. Bakma da bazen aniden olur. Kulun onlarsız
edemeyeceği el ve ayağın hareketleri de öyle. Peki sadece kasden, isteyerek
hareket ettirilen, kulun sadece emrolunduğu hususta kullanabileceği dile ne
demeli?
Ayrıca dilin kalpten etkilenişi
diğer azaların etkilenişinden daha fazladır. Çünkü dil kalbin tercümanı ve
elçisidir.
Düşün; Yüce Allah nasıl
"Onun
işittiği kulağı, onun gördüğü gözü, onun tuttuğu eli, onun yürüdüğü ayağı
olurum" diyerek kişinin işitmesinde, görmesinde, tutmasında ve yürümesinde
Allah'ın onunla birlikte olduğunu beyan etti.
Bir düşün; acaba neden "Benim
için işitir, benim için görür" demedi de "Benimle işitir, benimle görür"
dedi?
(ilki lâm edatlı, ikinci bâ edatlıdır.)
Bazıları burada birincisinin daha uygun
olduğunu düşünebilir. Zira lâm buradaki gayeye, bunların Allah için yapıldığını
ifade etmeye daha yakındır. Bunların Allah için yapılması ise Allah'la
yapılmasından daha özel bir anlamdır. Fakat bu yanlıştır, vehimdir. Çünkü
buradaki bâ edatı sadece yardım alma anlamında değildir. Zira müttakîlerin de
günahkârların da hareketleri ve idrakleri hep Allah'ın izniyledir. Bilakis
buradaki bâ edatı "birliktelik, arkadaşlık" anlamındadır. Yani:
Onun
işitmesinde, görmesinde, tutmasında ve yürümesinde ben hep onun arkadaşıyımdır,
sürekli yanındayımdır. Şu kudsi hadiste ifade edildiiği gibi:
"Kulum beni andığı
ve dudakları benimle hareket ettiği sürece ben kulumla birlikte olurum."
İşte şu
âyet ve hadislerdeki "özel anlamda birliktelik" de budur; "Üzülme; şüphesiz
Allah bizimledir" (Tevbe, 40)
Peygamber Hz. Ebû Bekir'e, şöyle demişti:
"Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne düşünürsün?" "Şüphesiz Allah,
hakikaten iyilerle (muhsinler) beraberdir"
(Ankebût, 69)
"Muhakkak Allah müttakilerle ve iyilerle beraberdir."
(Nahl, 128).
"Sabret, Allah sabredenlerle
beraberdir." (Enfal, 46)
"(Musa dedi ki): Hayır,
beraberimde Rabb'im var, o bana
yolu gösterecek" (Şuarâ, 62)
"(Allah Musa ve Harun'a
şöyle dedi: ) Şüphesiz ben ikinizle birlikteyim, işitirim, görürüm."
(Tâhâ, 46)
Bu birliktelik manasını lâm
değil bâ harfi ifade eder. Kulun ihlası sabrı, tevekkülü ve kulluk makamlarına
ulaşması ancak bu "arkadaşlık bâ" sı ve bu "birliktelik"
ile mümkündür.
Kul ne vakit Allah'la birlikte
olursa zorlukları ona kolay gelir, hakkındaki tehlike ve korkular alt üst olur.
Her zorluk Allah'la kolaylaşır, her güçlük O'nunla yenilir, her uzak O'nunla
yakın olur. Keder, hüzün ve dertler sırf Allah'la ortadan kalkar. Allah'la
beraber hiçbir gam, keder ve hüzün yoktur. Ancak hadisteki "beraberlik bâ" sının
anlamı yitirildiğinde kalbi balık gibi olur:
Suyu terkettiğinde, oraya tekrar
dönene kadar, sıçrar, hoplar.
Kuldan Rabbine karşı sevgide
insicam meydana gelince, Rabb'i ona ihtiyaçlarını görme hususunda uyum gösterdi
ve şöyle dedi:
"Andolsun ki benden bir şey istese mutlaka ona verir, bir şeyden
bana sığınsa kesinlikle onu himayem altına alırım."
Yani: O, emirlerime uymak,
sevgime yakınlaşmak suretiyle benim muradıma ve isteğime uyduğu gibi, ben de,
yapmamı istediği hususlarda onun istek ve korkularında muradına uygun hareket
ederim. Bu çift taraflı uyum o kadar güçlenir ki, ölümü istemediğinden dolayı
Allah kulunun canını almakta tereddüt eder. Yüce Rabb kulunun hoşlanmadığından
hoşlanmaz ve ona kötülük yapmak istemez. Bu yönden onu öldürmek istemez. Fakat
öldürülmesi onun yararınadır. Çünkü Allah kulunu diriltmek için öldürür, sıhhat
vermek için hasta eder, zengin etmek için fakir yapar, vermek için engeller.
Babasının sulbündeyken cennetten çıkartılması da ona daha güzel bir hâl üzere
dönmesi içindi. Allah, kulunun babasına "Buradan çık" derken, oraya tekrar dönderme niyetindeydi. Asıl sevgili de budur, başkası değil.