Yüce Allah Kur'an'ın şifa
olduğunu haber vermiş ve şöyle buyurmuştur:
"Şayet biz onu yabancı (dilde) bir Kur'an
yapsaydık derlerdi ki: Ayetleri (anlayacağımız) biçimde açıklanmalı değil
miydi? Acaba yabancı söz mü geliyor? De ki: O, inananlar için doğru yolu
gösteren kılavuz ve şifâdır."
(Fussilet, 44).
"Biz Kur'an'dan mü'minlere şifa ve
rahmet olan şeyler indiriyoruz!" (İsrâ, 82)
Mine'l-Kur'ân: "den, dan" edatı
burada "bazı, bir kısmı" değil "beyan" anlamındadır. Çünkü, ilk âyette
belirtildiği gibi Kur'an'ın tümü şifadır. O kalplerin cehalet, şek ve şüphe
hastalıklarının şifasıdır. Yüce Allah gökten, Kur'andan daha kapsamlı, daha
faydalı, daha büyük ve hastalığı gidermede daha etkili bir şifa indirmemiştir.
Buhârî ve Müslim, Sahih'lerinde
Ebû Saîd-i Hudrî'den şöyle rivayet etmişlerdir:
"Bir grup sahabi çıktıkları
yolculukta bir bedevi köyünden geçerlerken onlardan kendilerini konuk etmelerini
rica ettiler. Ancak onlar bunu kabul etmediler. Bir ara köyün reisini bir yılan
soktu. Köylüler onu tedavi etmek için her yola başvurdular ise de hiç bir şey
fayda vermedi. Aralarından birisi:
"Şu konaklayan insanlara gidip de sorsanız,
belki onlarda fayda verecek bir şey vardır." dedi.
Bunun üzerine yanlarına
gittiler ve:
"Ey topluluk! Efendimizi yılan soktu. Her türlü yola başvurduysak da
ona hiç bir şey fayda vermedi. Herhangi birinizde faydalı bir şey var
mı?" dediler. Bir sahabi:
" Vallahi ben rukye (Kur'an'la tedavi) yapabilirim.
Ancak, biz sizden bizi misafir etmenizi istedik de kabul etmediniz. Bir karşılık
belirlemediğiniz sürece size rukye yapmayacağım." dedi.
Sonunda bir koyun
sürüsüne anlaştılar, Sahabi gitti; fatiha sûresini okuyor ve adamın üzerine
üflüyordu. Adam birden devenin bağdan çözülüşü gibi hızla ve zinde bir şekilde
yürümeye başladı. Köylüler, üzerinde anlaşılan koyun sürüsünü onlara ödediler.
Bazıları "aranızda" paylaşın, dediler, fakat rukye yapan:
"Hayır, Nebi (Sallallahu
aleyhi ve sellem)
gelene ve O'na bu olayı anlatana kadar bir şey yapmayalım. Bakalım size, ne
buyuracak?" dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve sellem) yanına gittiler ve olanları
anlattılar. Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"Onun rukye olduğunu nereden biliyorsun?"
buyurdu.
Sonra
"Bu sizin hakkınız; Aranızda paylaşın, bana da bir pay ayırın."
buyurdu.
İşte bu ilaç hastalığa etki
etmiş, ondan hiçbir eser bırakmamıştır. Bu, ilaçların en kolayıdır. Kul Fatiha
süresiyle tedaviyi becerirse onun hayret verici şifa etkisini görür. Mekke'de
kaldığım bir süre içerisinde çeşit çeşit hastalıklara yakalanıyor, ancak ilaç da
bulamıyordum. Onun için kendimi Fatiha ile tedavi ediyor, bu sûrenin hayret
verici tesirini görüyordum. Sonraları bir acıdan şikâyetçi olanlara bunu tarif
ediyordum ve bunların çoğu hızla iyileşiyordu.
Fakat burada dikkat edilmesi
gereken bir husus var. Zikirler, dualar veya rukye, şifa için okunan ayetler
haddizatında faydalı ve şifalıdırlar. Ancak bunlar kabul edilme şartlarının
bulunmasına ve yapanın himmetine (=manevi gücüne, konsatrasyonuna) ihtiyaç
duyarlar. Eğer yapıldığı halde şifa bulunmamışsa; bu ya yapanın tesirinin
zayıflığından, ya yapılanın, bunu kabule müsait biri olmamasından ya da ilacın
onda etki etmesini engelleyen bir engelin bulunmasındandır.
Bu, bedenî hastalıklarda ve
maddî ilaçlarda da böyledir; zira ilacın etki etmemesi bazen bedenin ilacı kabul
etmemesinden, bazen onun etki etmesini engelleyen güçlü bir engelden
kaynaklanır. Beden ilacı ne kadar çok kabul ederse ondan istifadesi o kadar çok
olur. İşte kalp de böyledir:
Şifa ve sığınma âyet ve
dualarını tam bir kabulle alır, bunu yapanda güçlü bir nefes ve hastalığın
gitmesine etki edecek derecede bir himmet bulunursa, bunlar onda etki ederler.