Bazılarının lûtiliği iki kadın
arasındaki sevişmeye kıyasları en geçersiz ve en yanlış kıyaslardandır. Çünkü
orada bir organın diğer organa girmesi yoktur. Seviciliğin benzeri iki erkeğin,
organlarını birbirine girdirmeksizin bir birlerine çıplak halde sarılmalarıdır.
Kaldı ki bazı hadislerde:
"Kadın kadınla cinsel ilişkiye girdiğinde her ikisi de
zinacıdır" ifadesi geçmektedir.
Fakat organın girmesi hadisesi olmadığından
orada had cezası uygulanmaz. Bunlara genel anlamda "zina" adı verilmiş olsa da,
bu, "göz zinası", "el, ayak ve dudak zinaları" türü bir adlandırmadır.
Buraya kadar anlattıklarımız
anlaşıldıysa şunu da belirtelim ki:
Âlimler kişinin kölesi bile olsa
biriyle yaptığı lûtîliğin hür bir erkekle yaptığı lûtilik gibi olduğunda ittifak
etmişlerdir. Her kim kişinin kölesiyle lûtilik yapmasının caiz olduğunu söyler
ve buna:
"Onlar ki ırzlarını korurlar.
Ancak eşlerine ve sahip olduklarına (yani cariyelerine) başka. Onlar
(bundan dolayı) yerilmezler" (Mearic, 30). âyetini
delil getirir, bunu kişinin cariyesiyle cinsel ilişkiye girmesine kıyas ederse;
o kişi kâfirdir. Dinden çıkmış mürted gibi tevbe etmesi istenir. Tevbe ederse ne
âlâ, yoksa boynu vurulur. Kişinin kendi kölesiyle lûtîliği günah ve hüküm
itibariyle başkasının kölesiyle lûtîliği gibidir.
Soru: Peki tüm bunlarla
birlikte bu zor hastalık için bir şifa, bu öldürücü hâl için bir çözücü var
mıdır?
Bu belâyı defetmenin yolu nedir?
Hevâ içkisiyle sarhoşluktan
ayıkma imkânı var mıdır?
Aşk artık kara sevda derecesine
ulaşmışsa o aşık kalbine hakim olabilir mi?
Bu halden sonra doktor onun kara
sevdasını tedavi edebilir mi?
Kara sevdalıyı birisi yerse,
sevgiliden bahsettiği için ondan zevk alır. Onu birisi azarlasa bu onu kendinden
geçirir ve arzuladığı istikamette yol aldırtır.
Kitabın başında kaydedilen,
fetvası istenen soru ve devası sorulan dert de bu idi.
Cevap: Evet. Orada kaydettiğimiz
gibi Allah her ne hastalık -dert vermişse ona bir de şifa-deva vermiştir. Onu
bilen bilir, bilmeyen bilmez.
Kalbin kara sevdaya tutulmasının
devası şu iki yolladır:
Birincisi: Ortaya çıkmadan önce
ortaya çıkmasını önleyici tedbirleri almalı.
İkincisi: Başa geldikten sonra
onu defetmek. Bunların her ikisi de Allah'ın yardım ettiğine kolay, yardım
etmediğine de hemen hemen imkânsızdır. Zira her şey O'nun elindedir.
Bu hastalığın ortaya çıkmasını
engelleyici iki yol vardır:
Birincisi: Daha önce
zikrettiğimiz gibi gözü bakmaktan alıkoymaktır. Çünkü bakış İblis'in zehirli
oklarından bir oktur. Bakışlarını serbest bırakan sürekli olarak bir pişmanlık
içerisinde olur.
Gözleri harama bakmaktan
alıkoymanın bir çok faydası vardır, bazıları şunlardır:
Bir: Bunu yapmakla insan
Allah'ın emrini yerine getirmiş olur ki, bu insanın dünya ve ahiret mutluluğunun
doruğudur. Kul için dünya ve ahiretinde O'nun emirlerine uymaktan daha yararlı
bir şey yoktur. Dünya ve ahirette mutsuz olan her kişi de sadece O'nun
emirlerini zayi edişinden dolayı mutsuz olmuştur.
İki: Bu kişinin helâkına sebep
olacak o zehirli okun etkisinin kalbine ulaşmasını engeller.
Üç: Bu kalpte Allah'la ünsiyet
peyda eder, kalbin derli toplu olmasını sağlar. Bakışları serbest bırakmak ise
kalbi dağıtır, darmadağın eder, Allah'tan uzaklaştırır. Kalp için bakışları
serbest bırakmaktan daha zararlı bir şey yoktur; çünkü o kul ile Rabb'i arasında
soğukluk meydana getirir.
Dört: Bu kalbi güçlendirir,
sevindirir. Bakışları serbest bırakmak ise onu zayıflatır, hüzünlendirir.
Beş: Bu kalbe nûr-aydınlık
sardırır. Bakmak ise kalbi karanlığa boğar. O yüzden Yüce Allah nûr âyetini gözü
haramdan korumayı emrinin akabinde zikretmiştir. Nûr sûresinin 30. âyetinde:
"Söyle erkek mü'minlere, gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar" buyurmuş, 35.
âyetinde de:
"Allah göklerin ve yerin nurudur; O'nun nuru, içinde kandil bulunan
içe oyuk bir pencere gibidir..." buyurmuştur.
Yani: "Allah'ın emir ve
yasaklarına riayet eden mümin kulunun kalbindeki nuru..." demektir.
Kalp nurlanmca tüm hayırlar dört bir yandan ona gelir. Karanlıklaşınca da her türlü
belâ bulutları dört bir yandan üzerine gelir. Artık bu bulutlar bid'at,
sapıklık, hevâya uyma, doğru yoldan kaçma, mutluluk vesilelerinden yüz çevirip
mutsuzluk vesileleriyle iştigal etme vs. şeklinde gelir. Bunları kalpten ancak
içindeki nur defeder. Ama o nur kalmayınca kişi zifiri karanlıkta gezen köre
dönüşür.
Altı: Gözleri haramdan alıkoymak
kişide, onunla hak ile batılı, doğru ile yalanı birbirinden ayırt edeceği doğru
bir firaset meydana getirir. Şücâ Kirmani şöyle derdi:
"Her kim zahirini sünnete
uyma ve içini sürekli bir murakebe (Allah'ın kendisini görüp gözetlediği şuuru)
ile ihya eder, gözünü haramlara bakmaktan korur, kendini şüphelerden uzak tutar
ve helâl ile beslenirse hiçbir feraseti onu yanıltmaz."
Hakikaten de Şüce hiçbir
ferasetinde yani tahmininde, tespitinde yanılmazdı.
Yüce Allah kuluna, yaptığı
iyiliğin ödülünü yaptığı iş türünden verir. Her kim bir şeyi Allah (c.c.) için terkederse, Allah
(c.c.) ona daha hayırlısını verir. O yüzden kim gözünü Allah'ın
haramlarından sakındırırsa, Allah buna karşılık, onun basiretinin (kalp gözünün)
nurunu artırır, ona ilim, iman, bilgi ve ancak basîretiyle ulaşacağı hiç şaşmaz
bir feraset kapısı açar.
Yüce Allah:
"Onlar sarhoşlukları
içinde şaşkın şaşkın gezinmekteydiler " (Hicr,
72) buyurmuş, onları aklın bozulması demek olan "sarhoşluk" ve
basiretin bozulması demek olan "şaşkınlık-sersemlik" le nitelemiştir. Demek ki haramlara bakmak, takılmak aklın
bozulmasına basiretin şaşkınlaşmasına ve kalbin sarhoş olmasına yol açar. Şairin
de söylediği gibi:
Sarhoşluk aşk sarhoşluğu bir de
içki sarhoşluğudur.
Sarhoş olan kişinin ayılması ne
zamandır?
Diğeri şöyle der:
Dediler: Maşukunun delisi oldun.
Dedim: Aşk delilikten daha büyük
hâldir.
Aşkta kişi ömrü boyunca ayılmaz.
Deli ise zaman zaman aklını
kaybeder.
Yedi: Gözleri haramdan
korumak kalbe sebat, cesaret ve güç verir. Yüce Allah o kişiye hem bilgi ve
hüccet gücü, (basiret) hem de kudret ve kuvvet vermiştir.
Nitekim bir hadiste şöyle
denmiştir:
"Hevâ hevesine muhalefet edenin şeytan bile gölgesinde kaçar."
Bunun tersini de hevâ ve
hevesine uyanda; nefsin zilleti, şeklinde görürsün. Allah onları sağlam adamdan
saymaz.
Nitekim Hasan-ı Basrî:
"Onları, katırlar uçarcasına, götürseler de
masiyet zilleti boyunlarındadır; Allah kendisine âsî olanları mutlaka zelil
kılar." demiştir."
Yüce Allah izzeti itaatin,
zilleti de mâsiyetin ayrılmaz arkadaşı yapmış ve şöyle buyurmuştur:
"İzzet
sadece Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere aittir." (Münâfikûn, 8)
"Gevşemeyin,
üzülmeyin. Eğer mü'minlersiniz en üstün ve galip sizlersiniz"
(Al-i İmrân, 139)
İman ise söz ve ameldir, dış
(zahir) ve iç (bâtın)dır.
Yine Yüce Allah:
"Her kim
izzet istiyorsa (bilsin ki) bütün izzet ancak Allah'a aittir; güzel sözler O'na
yükselir, onu da salih amel yükseltir." (Fâtır, 10)
Yani: Her kim izzet sahibi
olmak istiyorsa, onu, "hoş sözler" (zikir, dua vs.) ve "salih amel"
gibi Allah'a
o itaatte ve O'nu anmada arasın.
Kunut dualarının bir cümlesi
şöyledir:
"Şüphesiz
senin dost olduğun zelil olmaz, senin düşman olduğun izzet bulamaz."
Allah'a herhangi bir hususta
itaat eden o hususta O'na (c.c.) dost olur ve itaati oranında izzeti elde eder.
Her kim de Allah'a hangi hususlarda âsî olursa o hususta Allah'a düşmanlık
yapmış olur. Ve o günahı miktarınca zillete sahip olur. Kişi Allah'a hangi hususlarda itaat ederse, o
hususlarda Allah'ın dostluğunu kazanır ve o miktarda izzet elde eder. Hangi
hususlarda da âsi olursa o konuda Allah'ın dostluğunu kazanır ve o miktarda
izzet elde eder. Hangi hususlarda da âsî olursa o hususlarda Allah'ı düşman
olmuş olur ve o miktarda zilleti hak eder.
Sekiz: Harama bakmak
şeytanın kalbe girişine kapı aralar. Çünkü şeytanın bakışla birlikte kalbe girip
onu nüfuz etmesi havanın bir yere girmesinden daha hızlıdır. Şeytan o görüntüyü
süsler, sürekli gözünün önüne getirir. Onu kalbin sürekli meşgul olduğu bir put
yapar. Sonra onu hayallere, hülyalara daldırır, temennilerde bulundurur,
kalbinde şehvet ateşi yandırır, üzerine de ancak bu görüntüyle elde ulaşılacak
"günahlar odununu" atar, sonunda kalp iyice tutuşur.
O alevler, iniltiler ve yanıklar
hep bu ateşten dolayıdır; çünkü ateş kalbin dört bir yanını sarmıştır. Kalp
tandıra atılmış koyun gibidir. O yüzden haramlara bakmakla nazlananların cezası
da berzah aleminde ruhlarının bir ateşe konulup bedenleri diriltilene kadar
orada bırakılmaları şeklinde olacaktır. Sahihliğinde ittifak edilen bir hadise
göre Yüce Allah bunu peygamberine rüyasında göstermişti.
Dokuz: Gözü haramlardan korumak
kalbi, teskin eder. Bakmak ise ona sükûneti unutturur, bundan alıkoyar. Artık
her işinde ihmalkâr olur, hevâsına uyar, gaflette olur, Rabb'ini pek aklına
getirmez. Yüce Allah:
"bizi anmayı kalbine unutturduğumuz, heveslerine uymuş ve
işinde haddini aşmış kimselere uyma" (Kehf, 28)
buyurmuştur.
Göz harama ne kadar çok bakarsa
bu üç husus o kişide o kadar çok olur.
On: Göz ile kalp arasında, ikisi
arasında geçişe izin veren, birinin bozukluğundan ve düzgünlüğünden diğerinin de
aynen etkilenmesine yol açan bir geçit vardır. Kalp bozulduğunda göz, göz
bozulduğunda kalp bozulur. Sağlamlık hâli de böyledir. Göz bozulduğunda kalp de
harap olur, bozulur. Sonunda pisliklerin; çöplerin yeri olan çöplüğe dönüşür.
Artık orası Allah'ı tanıma, O'nu sevme, O'na yönelme, O'nunla ünsiyet bulma,
O'na yakınlıkla mutluluk duymaya uygun, yer olmaktan çıkar. Zira içinde bunların
zıddı olan şeyler vardır.
Bunlar gözü haramdan sakınmanın
bazı faydalarıdır. Kısaca işaret ettik, diğer anlamlan sen çıkarabilirsin.
Kalbin tutulmasını engelleyici
ikinci yol ise; kendisini bu işten alıkoyacak şeylerle meşgul olmasıdır. O da ya
kişiyi tedirgin edici bir korku veya kişiyi yerinde durdurmayan sevgidir. Kalp
elde ettiği sevgiliye karşı kaybedeceği (Allah rızası) nın ve sonuçta elde edeceği
zararın korku ve sıkıntısından azat olur, sevgisinin kendisi için daha iyi ve
hayırlı, onu kaçırmanın ise öbür (dünyevî) sevgiliyi elden kaçırmakdan daha
zararlı olduğu bilincinden ve bu korkudan uzak olursa eninde sonunda görüntülere
âşık olur.
Bunu biraz açıklayalım: Kişi bir
sevgiliyi ancak ondan daha çok sevdiği, kaybetmesinin kendisi için daha zararlı
olacağı kimse hatırına terkeder. Kişi bunu yapmak için şu iki şeye birden
ihtiyaç duyar; bunların sadece biri hiç bir fayda vermez:
Birincisi: Sevilenler ve
sevilmeyenler arasındaki derece farklarını bilecek, en sevileni diğerine tercih
edecek, en istenmeyenden kurtulmak için az istenmeyene tahammül etmesini bilecek
doğru bir basiret. Bu aklın özelliğidir.
İkincisi: Kararlılık ve sabır.
Kişi çoğu zaman iyilerin ve kötülerin arasındaki derece farklarını bildiği halde
nefsinin, gayretinin ve azminin zaafı nedeniyle hep değersiz, düşük ve alçak
şeylerle meşgul olur. Böyle kişi kendine de fayda vermez, başka kimseler de
ondan faydalanamazlar. Yüce Allah dinde önderliği ancak sabır ve yakîn ehli
kimselere vermiştir. O (c.c.) şöyle buyurur:
"Biz onların arasından,
sabrettikleri için, emrimizle doğru yolu gösteren rehberler çıkardık; onlar,
bizim âyetlerimize kesinlikle inanıyorlardı" (Secde,
24)
İlminden faydalanılan kişi, bu
kişidir. Aksi vasıftaki kimselerden ise başkaları istifade edemezler. Kimi
insanlar ise bilgilerinden kendileri faydalanırlar, ama başkaları onlardan
istifade edemezler. İlk kişinin ışığında kendisi de başkaları da yürür. İkinci
kişinin ışığı sönmüştür. O da takipçileri de karanlıklarda yürürler. Sonuncusu
ise kendi ışığında tek başına yürür.