Günahların bir cezası da kula
kendisini unutturmasıdır. Kendi unutulunca da onu ihmal eder, ifsad eder ve
helake sürükler.
Soru:
Kul kendisini nasıl unutabilir
ki! Kendisini unuttuğunda onu kendine ne getirir?
Kendisine unutması ne manaya
gelir?
Cevap:
Evet, kul kendisini son
derece büyük bir unutuşla unutur, yüce Allah:
"Allah'ı unutup, Allah'ın
kendilerine nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Asıl fasıklar işte
onlardır." (Haşr, 19)
Onlar Rabblerini unutunca, Allah da onları unutmuş,
kendilerine nefislerini unutturmuştur. Nitekim Yüce Allah:
"Allah'ı unuttular, O
da onları unuttu" buyurmuştur.
Yüce Allah kendini unutanı iki
şekilde cezalandırmıştır.
Birincisi: Yüce Allah onu
unutmuştur.
İkincisi: Ona kendini
unutturmuştur.
Yüce Allah'ın kulunu unutması
onu terketmesi, ve bitirmesidir. O durumda helak kişiye, elin ağıza
yakınlığından daha yakındır.
Yüce Allah'ın kula kendini unutturması ise, ona
yüksek zevk ve hazlarını, mutluluğunun, kurtuluşunun ve selametinin sebep ve
yollarını unutturmasıdır.
Tüm bunlar unutmasının yol açtığı zararlar, aklına
gelmez. Onları hatırına getirmez, gayretini o yönde sarfetmez ki hatırlasın da o
yönde gayret göstersin. Zira, bunlar onun aklının ucundan geçmez ki o yönde adım
atsın, onları tercih etsin.
Yüce Allah ayrıca ona
nefislerinin ayıplarını, kusurlarını, felaketlerini unutturur. Böylece onları
ortadan kaldırmak aklına gelmez.
Yine ona nefsinin ve kalbinin
hastalıklarını ve acılarını unutturur da onları tedavi etmek ve kendini fesada
ve helâka sürükleyecek bu hastalıkları ve illetleri ortadan kaldırmak, onun
aklına gelmez. Hastalığı aslında çok ağırdır ve tehlikelidir, ama o bunun
farkında da değildi. Onu tedavi etmek aklının ucundan geçmez.
Bu genel ve özel cezaların en
büyüklerindendir. Kendini terkeden ve zayi eden maslahatını, hastalığını,
şifasını ve mutluluğunun, kurtuluşunun, selametinin ve ebedî nimetlerde daimî
bir yaşamının vasıta ve yollarını unutan kimsenin bu cezasından daha büyük ceza
nedir ki?
Bu noktayı iyi düşünen kimse
çoğu insanların gerçekten de kendisini unuttuğunu, Allah'tan pay ve hazzını zayi
ettiğini, onu aldandığı bir alış-verişte çok az bir pahaya sattığını görür.
Bunun farkına ancak ölüm anında varırlar. Bir de "teğabün günü", yani kulun bu
dünyada nefsiyle yaptığı akitte, ahiretiyle ilgili yaptığı ticarette aldandığını
anladığı gün varırlar.
Zira herkes bu dünyada ahireti
için bir ticaret yapar. Kendilerinin kazançlı ve kârlı olduğunu sanan
hüsrandakiler dünya hayatını, zevkini ve hazzını ahiret ve ahiretteki haz
karşılığında satın almışlar; dünya hayatı zevklerini sonuna kadar
kullanmışlardır. Onlarla hazlanmışlar onlara razı olup onlarla tatmin
olmuşlardır. Tüm gayretleri de o istikamette olmuştur. Bunlar almış, satmış,
ticaret yapmışlar, uzaktakini yakındaki, veresiyeyi peşin, görünürde olmayanı
göz önündeki hazır karşılığında satmışlar ve "Asıl akıllılık budur"
demişlerdir.
Onlardan biri şiirin de şöyle der:
"Gördüğünü al işittiğin şeyi
boş ver"
Bunlar "Hâli hazırda bu dünyada
görüp bildiğim bir şeyi, görünürde olmayan, veresiye ve başka bir dünyada
bulunan bir şeyle nasıl değişirim" derler. Buna bir de iman zayıflığı, şehvetin
güçlülüğü, dünya sevgisi ve hem cinslerine benzeme merakı eklenir. Çoğu insanlar
bu zararlı alış-veriş içindedirler.
Yüce Allah bunlar için şöyle
buyurur:
"İşte onlar dünya hayatını ahiret karşılığında satın almış kimselerdir.
Artık onlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar". (Bakara, 86)
"Onların ticareti kârlı olmadı, doğru yolu da bulamadılar."
(Bakara, 16)
"Teğâbün
günü" insan bu ticarette aldandığının farkına vardığında çok büyük pişmanlık
duyacak ve ah-vah edecek.
Kazançlılar ise: fânîyi bakî,
değersizi nefis, küçüğü büyük karşılığında satmışlar ve şöyle demişlerdir:
"Bu
dünyanın başından sonuna değeri nedir ki Allah'tan ve ahiret yurdundan hazzımızı
bunun karşılığında satalım?"
Kul bu dünyadan, hakikatte bir
anlık rüya gibi/olan ve ebedî yurtla karşılaştırılması
imkansız olan bu kısa sürede neler elde edebilecek ki?
Zira Yüce Allah şöyle buyurur:
"Sanki onlar sadece gündüzün,
görüşüp tanıştıkları bir saat kadar dünyada kalmış olurlar."
(Yunus, 45)
"Sana (kıyamet) saat(in)den
soruyorlar: Demir atması (gelip çatması) ne zaman diye. Sen nerede, onun vaktini
söylemek nerede? Onun bilgisi Rabb'ine aittir. Sen ancak ondan korkacak olanları
uyarıcısın. Onlar onu gördükleri zaman sanki (dünyada) bir akşam veya
onun kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar" (Naziat, 42-46)
"Onlar tehdid
edildikleri azabı gördükleri gün, sanki gündüzün sadece bir saati kadar
(dünyada) kalmış gibi olurlar (Bu), bir tebliğdir."
(Ahkâf, 35)
"Ve buyurdu: "Yeryüzünde
yıllar sayısınca ne kadar kaldınız?" "(Herhalde) bir gün, yahut günün bir
kısmı kadar kaldık; sayabilenlere sor", dediler. Buyurdu ki: "Sadece az bir
zaman kaldınız, keşke bilseydiniz!" (Mü'minûn, 112-114)
"O gün Sûra üflenir ve o gün
suçluları (yüzleri kapkara, gözleri) gömgök (kör bir durumda)
süreriz. Kendi aralarında gizli gizli konuşurlar: "(Dünyada ne kadar
kaldınız? diye) sadece on gün kaldınız" Onların dediklerini (yani ne
kadar kaldıklarını) biz daha iyi biliriz. En akıllıları ise: "siz yalnız bir
gün kaldınız" der." (Tâhâ, 102-104)
Kıyamet günüyle
karşılaştırıldığında dünyanın gerçeği budur. Bunlar arada çok az kalacaklarını,
bu yurdun ötesine başka bir yurdun, ebedî ve asil yaşam yurdunun bulunduğunu
bilince, en büyük aldanmanın bakî yurdu fânî yurda karşılık satmak olacağını
gördüler ve akıllıca bir ticaret yaptılar, akılsız insanların ticaretine
kanmadılar. Onlar ticaretlerinin ne kadar kâr getirdiğini, satın aldıkları malın
ne kadar olduğunu yine o "teğâbün günü" nde öğreneceklerdir. Bu dünyada herkes
alıp satmakta, ticaret yapmaktadır.
"Herkes nefsini satar; nefsini ya azad eder
ya helak eder."
"Allah, mü'minlerden canlarını
ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda
savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu (söz) Allah'ın üzerine bir
borçtur.(Allah), Tevrat'ta İncil'de ve
Kur'an'da (mü'minlere böyle söz vermiştir.) Kim Allah'tan daha çok sözünde
durabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin.
Gerçekten bu, büyük nimettir." (Tevbe, 111)
Bu, bu ticaretin ilk ödemesidir.
Ey iflas etmişler! Ticaret yapın.
"Tevbe eden, ibadet eden,
hamdeden, seyahat eden, rükû eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten
meneden ve Allah'ın sınırlarını koruyan, (Onları çiğnemeyen) insanlar
(yani onlara da bu ödül vardır) (Tevbe, 112).
"Ey iman edenler! Size, acı
azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah'a ve Elçisine inanırsınız,
mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz sizin
için en iyisi budur." (Saf, 10-11)
Özetle: günahlar kula bu
kârlı ticaretin zevkini unutturur ve onu zararlı alışverişlerle meşgul eder. Bu
da ceza olarak yeter.
Allah'tan yardım dileriz.