Sahabileri düşünen kimse onların
hem ciddî bir amel ve çaba, hem de büyük bir korku içinde olduklarını görür. Biz
ise, amelde gevşek hatta ihmalkâr olduğumuz gibi aynı zamanda korkudan uzakta,
güven hissi içindeyiz.
İşte Ebû Bekir Sıddık
O: "Keşke
bir mü'minin bedeninde bir tüy olsaydım" demiştir. Bunu Ahmed b. Hanbel
zikretmiştir.
Yine onun zikrettiğine göre Ebû
Bekir dilini tutar ve "İşte beni, belâlara bu soktu"
derdi. Çok ağlar ve "Ağlayın, ağlayamazsanız ağlar
gibi yapın" derdi. Namaza kalktığında, bedeni Allah korkusundan sanki bir
odun kesilirdi. Bir kez ona getirilen bir kuşu
elinde evirip çevirdi, sonra:
"Bir hayvan avlanmış, bir ağaç mutlaka kesilmişse,
bu mutlaka Allah'ı tesbih ve tenzihi ihmalden dolayı olmuştur." dedi.
Vefat
ederken Âişe'ye:
"Ey kızım, ben
müslümanların malından şu abayı şu süt sağıcıyı ve
şu köleyi almıştım. Bunları hızla Ömer'e götür" dedi.
Ebû Bekir: "Vallahi şu meyvası
yenen ve kesilip direk yapılan ağaç olsaydım"
demişti.
Katâde der ki:
Bana ulaşan habere göre Ebû Bekir
"Keşke hayvanların yediği bir ot olaydım" demiştir.
İşte Ömer...
Tûr sûresini
okurken "Şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacak"
(Tûr, 7) ayetine
ulaştığında hastalanıncaya kadar hüngür hüngür ağladı ve insanlar onun
ziyaretine geldiler. Öleceği sıra oğluna:
"Yazıklar olsun sana. Yanağımı toprağa
koy. Belki Rabbim ona merhamet eder" dedi. Sonra üç kez:
"Eğer bağışlanmazsam vay
halime" dedi ve öldü.
Gece Kur'an okurken bir âyetten ötürü dehşete düşüp hasta
olduğu ve günlerce evinde kaldığı; insanların onu hasta sanarak ziyaret
ettikleri olurdu. Yüzünde ağlamadan dolayı oluşmuş iki siyah çizgi vardı.
İbn
Abbas ona:
"Allah senin
vesilenle şehirler kurdurdu, seninle fetihler yaptırdı ve şöyle şöyle yaptırdı"
dediğinde:
"Keşke sevapsız
ve günahsız olarak azaptan kurtulabilsem"
dedi.
İşte Osman (r.a.)
Bir kabrin
başında dursa sakalı yaşarana kadar ağlar ve:
"Şayet hangisine girmekle emrolunacağımı bilmeksizin cennet ile cehennem arasında bulunsam hangisine
gideceğimi bilmeden önce kul olmayı tercih ederdim." derdi.
İşte. Hz. Ali ve korkusu...
En
çok uzun emele düşmek ve hevâya uymaktan korkardı. Şöyle derdi:
"Uzun emel ahireti unutturur, hevâ hevese uymak ise haktan engeller. Dikkat edin! Dünya
çekmiş gidiyor, ahiret ise bize doğru gelmekte. Her ikisinin de adamları vardır.
Siz dünya değil ahiretin adamlarından olun. Zira bugün amel var hesap yok, yarın
hesap var amel yok."
Ebû Derdâ şöyle derdi:
Kıyamet
günü en korktuğum şey bana:
"Ey Ebû Derdâ,
bildin. Peki bildiğinle nasıl amel ettin!" denilmesidir Yine şöyle derdi:
"Ölümden sonra karşılaşacağınız şeyleri bilseydiniz iştahla yemek yemez, su
içmez, gölgelenmek için evlere girmezdiniz. Dağlara çıkar göğüslerinize vurur ve
kendiniz için ağlardınız. Aah, keşke dikilen ve meyvası yenen bir ağaç olsaydım"
İbn Abbas'ın iki gözünün altında
gözyaşından meydana gelmiş, ayak bağı gibi bir iz vardı.
Ebû Zer şöyle derdi:
"Keşke
dikilen bir ağaç olsaydım, keşke yaratılmasaydım"
Kendisine beytülmaldan maaş
teklif edildiğinde:
"Bizde südünü içtiğimiz bir keçi, üzerinde eşya taşıdığımız
merkeb, hizmet eden hizmetçi, bir de aba var ve ben bunların hesabından
korkuyorum; öyleyken maaşın hesabını nasıl vereyim?"
Temim-i Dârî bir gece, Câsiye
sûresini okurken:
"Yoksa kötülükleri işleyen kimseler kendilerine inanıp salih
ameller işleyenler gibi davranacağımızı mı sandılar"
(Câsiye, 21) âyetine
geldiğinde bunu sabaha kadar ağlayarak tekrarladı durdu.
Ebû Ubeyde Âmir b. Cerrah
şöyle demiştir:
"Keşke bir koç
olsaydım. Sahibim beni kesseydi ve etimi yeselerdi; çorbamı içselerdi."
Örnekleri teker teker zikretmek
istediğimizde konu çok uzayacaktır.
Buhârî Sahih'inde: "Mü'minin,
farkında olmadan amelinin yok olması babı" adında bir başlık atmıştır.
İbrahim Temîmî derki:
"Sözümle amelimi
her karşılaştırışımda, yalancı olmaktan korkmuşumdur."
İbn Ebi Melike şöyle demektedir:
"Otuz sahabiye yetiştim hepsi de kendi hakkında korku içindeydi. Onların hiçbiri
imanının Cebrail (a.s.) ve Mikail'in (a.s.) imanı gibi olduğunu söylemiyordu."
Hasan-ı Basrî'den şöyle rivayet
edilir:
"Allah'tan
(c.c.) sadece mü'min korkar, O'ndan ancak münafık güvende olur."
Hz. Ömer Huzeyfe'ye:
"Allah
aşkına söyle, Rasûlullah sana benim ismimi de münafıklar arasında zikretti mi?"
deyince, o "Hayır." demiş, sonra:
"Senden
sonra hiç kimseye peygamberin söylediği isimler arasında olmadığını
söylemeyeceğim" dedi.
Hocamızı şöyle derken işittim:
Onun kastı "senden başkasına münafıklıktan uzak olduğunu söylemeyeceğim"
değildir. Aksine "Bu kapıyı kapatacağım; bana gelip "Rasûlullah beni
münafıklar arasında zikretti mi? diye soranlara cevap vermeyeceğim" dir.
Ben derim ki:
Bunun benzeri Rasûlullah'ın, Ukkâşe'den
(r.a.) sonra başka bir sahabinin kendisinden cennete
hesapsız girecek yetmiş bin kişiden biri olması için dua etmesini istediğinde,
söylediği:
"Ukkâşe
senden önce davrandı" sözüdür.
O bu sözüyle bu hakkın diğer sahabilerin
değil sadece onun olduğunu kastetmemiştir. Ancak şu vardı; eğer ona da dua
etseydi başkaları teker teker kalkıp dua etmesini isterler, böylece bu kapı
açılırdı. Belki de bunu hak etmeyen birisi kalkıp isterdi. O yüzden kapıyı
kapamak en iyisiydi.
En doğrusunu Allah bilir.