11 - Acz ve zaaf bakışı

 

Günah işleyen kul kendini nefsini korumaktan en aciz olan bir varlık, bu noktada en zayıf bir mahluk olarak görür, ancak Rabbinin lütfetmesi halinde bir güç, kudret ve kabiliyet kazanabileceğini idrak eder. Kalbini rüzgarın sağa sola sürüklediği çöle atılmış bir tüy gibi görür. Kendini rüzgarın sallayıp dalgaların kendisiyle oynadığı, bir yükseltip bir indirdiği, kaderin hükümlerini icra ettiği bir gemi yolcusu olarak düşünür. Bu kimse sahibinin huzurunda atılmış bir çöp, kapısına gelmiş, eşiğine yüz sürmüş bir varlık gibidir. Kendi kendine ne bir fayda, ne bir zarar, ne ölüm, ne hayat ve ne de dirilme sağlayabilir. Nefsine yaptıkları sadece o cehalet, zulüm ve bunların doğurduğu neticelerden ibarettir.    

Helak ona ayakkabısının bağından daha yakındır. Kurtlar ve yırtıcı hayvanlar arasına düşmüş olan bir koyundan farksızdır. O’nu bu düşmanlardan ancak çobanı kurtarıp koruyabilir. Çoban bir an için kendisini o düşmanlarının eline bırakacak olsa onu parça parça ederler.

İşte kulun Allah ile insan ve cin şeytanlarından meydana gelen düşmanları arasındaki hali yukarıdaki misale benzer. Eğer Allah kulunu bu düşmanlarına karşı korur ve onların kendisine ilişmelerine mani olursa düşmanları ona yaklaşamazlar. Şayet onu korumaz ve bir an dahi olsa kendisini nefsiyle başbaşa bırakacak olsa düşmanları onu parçalar, her parçası birinin elinde kalır.

Bu bakış açısına sahip olan kul hem kendini, hem de Rabbini tam olarak tanımış olur.

Bu hal “Nefsini tanıyan rabbini tanır” mealindeki meşhur sözün en ciddi te’villerinden biridir. Bu söz bir hadis olmayıp, aslı:

“Ey insan, kendini tanı, rabbini tanırsın” şeklinde olan bir rivayetitr.

Bu sözün üç türlü te’vili vardır:

Birincisi:

- Zayıf olduğunu bilen insan rabbinin güçlü olduğunu;

- Aczini bilen, rabbinin kudretini;

- Zilletini bilen, rabbinin izzetini bilir;

- Cehlini bilen kişi Rabbinin ilmini bilir.

Çünkü :

- Cenab-ı Allah mutlak, hamd, sena, şeref ve zenginliği zatına ayırmıştır.

- Kul ise fakir, eksik ve muhtaçtır. Şahsındaki eksiklik, kusur, ihtiyaç, zillet ve zayıflığı ne kadar çok bilirse rabbindeki kemal sıfatlarını da o nisbette çok bilir.

İkincisi:

Kendi kendine bakıp ta sahip olduğu kuvvet, irade, konuşma, dileme ve hayat gibi güzel sıfatları gören insan bunları kendisine lütfeden ve yaratan Allah’ın bu sıfatlara daha layık olduğunu idrak eder.

Kemal sıfatlarını veren zatın O’na en fazla layık kimse olduğunu bilir. Kul diri, konuşan, işiten, gören, murat eden, bilen ve ihtiyarıyla iş yapan bir kimse olsun da O’nu yaratan ve yoktan var eden zat bu özelliklere ondan daha layık olmasın, bu hiç mümkün müdür? Bu en büyük bir muhaldir. Aksine yaratan zat konuşan bir varlık olmaya ondan daha layık olur. İnsanı diri, bilen, iş yapan ve güç yetiren biri olarak yaratan bir zat bu özelliklere öncelikle sahiptir.

Birinci tevil zıdlık, ikincisi ise daha layık olma (evleviyet) açısından yapılmıştır.

Üçüncüsü:

Olumsuzluk açısından yapılan bir tevildir. Buna göre de manası şu olmalıdır:

“Ey insan, sen nasıl ki kendine en yakın varlık olan nefsini tanımıyor, ne hakikatini, mahiyetini ve ne de keyfiyetini bilmiyorsun; öyleyse bunun gibi rabbini ve onun sıfatlarının keyfiyetini de bilemezsin.”

Özetle bu bakışa sahip olan kul aciz ve zayıf olduğunu anlar; benlik yalanları ve birtakım şeylere malik olma iddiaları kalmaz. Hiç bir şeye malik olmadığını idrak eder. Sahip olduğu şeyin sadece mağlubiyet, acz ve zayıflıktan ibaret olduğunu farkeder.

 

İÇİNDEKİLER