12 - Zillet ve muhtaçlık bakışı

 

Bundan önceki bakışta bulunan kul buraya geçtiğinde iç ve dış, her bir zerresinde apaçık bir zaaf, rab ve melikine, iyilik ve kurtuluşu, hidayet ve saadeti elinde bulunduran zata büyük bir ihtiyaç duyduğunu farkeder.

Kulun kalbine bu noktada arız olan hali kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Bu ancak yaşanarak bilinecek olan bir haldir. Gönlü tarif edilmez bir şekilde mütevazı olur. Artık o kendini ayaklar altında paramparça olarak kırılmış veya, boş, hiç bir şeye yaramayan bir kap gibi görür. Artık o kap ancak onu yapan ve icad eden zatın yeniden işlemesiyle işe yarayabilir. Bu durumda rabbinin kendisine ne kadar çok nimet verdiğini anlar, onun ne azına ne de çoğuna layık olmadığını düşünür. Allah ona hangi nimeti vermiş ise onu nefsi için fazla bulur. Kendisinin O’na layık olmadığını idrak eder. Rabbinin rahmetinin kendisini o nimete sahip kıldığını, onu kendisine verdiğini anlar. Rabbine sunduğu taatleri ise az bulur. Bütün ins ve cinlerin taatlerine denk bile olsa yaptığı ibadetleri O’na karşı yapması gerekenin yanında az görür. Masiyet ve günahlarını ise az dahi olsa çok görür. Bütün bunların meydana gelmesine kalbinde oluşan tevazu sebep olmuştur.

Bu tevazu içindeki kalbin iyileşmesi, yardım, rahmet ve rızka mazhar olması ne kadar yakındır...

Bu bakış açısı ona ne kadar yararlıdır! Zerre miktarı ve bir nefeslik böyle bir bakış Allah katında amel, ilim ve hallerini beğenen şımarıkların işledikleri dağlar kadar taatten daha makbuldür.    

Allah’ın en çok sevdiği kalp bu paralanma ve zillet imkanını bulan, Rabbinin huzurunda başı eğik olan, O’ndan utancından dolayı başını kaldırıp O’na bakamayan kimsedir.

Anlatıldığına göre ariflerden birine “Kalp secde eder mi?” di ye sorulmuş o da şu cevabı vermiştir:

“Evet kıyamete kadar başını secdeden kaldırmayan bir kimsenin secdesi gibi secde eder.”

İşte kalbin secdesi onun bu kırık ve mahzun halidir. Böylece bu halde bulunmayan kalp kendisinden istenen secdeyi yapmamış olur. Kalp Allah’a bu büyük secdeyi ettiği zaman, onunla beraber bütün uzuvlar secdeye varır. Yüz o zaman Hayy ve Kayyum olan Allah’a yönelir. Ses ve bütün uzuvlar sükunet bulur. Kul boyun eğip teslim olur. Yüzünü kulluk eşiğine koyar. Kalp gözüyle rabbi ve melikine, zelil bir insanın aziz ve rahim olan bir zata bakışı gibi bakar. O daima rabbine karşı tevazu halinde, O’na karşı taat içinde görülür. Daima O’nun lütuf ve rahmetini umar. Her an muhtaç olduğu efendisini, rabbini, sevgilisini haddinden fazla seven bir aşık gibi razı etmeye çalışır. Onun Allah’ın rıza ve lutfunu kazanmaktan başka bir düşüncesi yoktur. Çünkü o, ancak O’na yakın olmakla, O’nu sevip O’nun rızasını kazanmakla hayat bulabilir, kurtulabilir. O şöyle der:

“Ben hayatımın rızasına bağlı olduğu birini nasıl kızdırırım? Saadetimin, kurtuluşumun kendisine yakın olmak, O’nu sevmek ve zikretmeğe bağlı olduğu birinden nasıl yüz çeviririm?”

Bu bakışa sahip olan insan babasının evinde babası tarafından en güzel yiyecek ve içeceklerle beslenen, en güzel elbiseleri giyen bir çocuğa benzer. Babası onu en güzel şekilde terbiye etmekte, en iyi biçimde kemal mertebelerine yükseltmektedir. Onun iyiliğine olan her şeyi karşılamaktadır. Sonra babası onu bir ihtiyacı için gönderir. Yolda düşman yoluna çıkar, onu esir alır. Düşman memleketlerine götürür, ona işkence eder, babasından gördüğünün aksine kötü muamele ederler. Her an babasının ona yaptığı güzel muamele ve iyilikleri hatırlar. İçinde bulunduğu hali her görüşünde kalbine acı ve hasret dolar. Eski nimet ve imkanlarını hatırlar. Düşman yurdunda en acı azapları tadarken, düşman onu sonunda öldürmeyi düşünüyorken, bir ara babasının yurdundan tarafa bakar. O’nu kendine yakın bir mesafede görür, O’na koşar, kendini onun kucağına atar ve yardım isteyerek şöyle seslenir:

“Babacığım babacığım, oğluna, onun şu haline bak!”

Yanaklarına sürekli gözyaşları akmaktadır. Babası oğlunun boynuna sarılır, O’nu bağrına basar, düşman ise onun peşindedir, baş ucuna kadar gelir. Çocuk ise babasına yapışmış bir haldedir. Bu durumda babasının, çocuğunu düşmanına teslim edip aradan çekilmesi düşünülebilir mi?

Şimdi bir de kuluna bir babanın ve annenin evladına karşı duyduğu merhametten daha çok merhametli olan Allah’ı düşünelim. Kulu O’na sığınıp da düşmanından O’na iltica ediyor, kendini O’nun kapısına atıyor, yanağını O’nun eşiğine koymuş huzurunda ağlar bir halde şöyle yalvarıyor:

“ Yarab, ya rab! Ey kendisinden başka merhametli olmayan, ey kendisinden başka yardımcı bulunmayan, ey kendisinden başka sığınak, imdat istenen biri olmayan Rabbim! Ben miskin ve fakir bir kulunum. Senden istiyor ve senden ümit ediyorum. Benim için senden başka bir sığınak ve kurtarıcı yoktur. Ben ancak sana sığınabilirim, ancak sana başvurabilirim.”

(Şiir):

Ey arzu ettiğim şeyler konusunda kendisine yöneldiğim,

Sakındığım şeyler hususunda kendisine sığındığım zat!

İnsanlar senin belini büktüğünü iyileştiremez,

İyileştirdiğinin ise belini bükemez.

Bu tezahürleri yaşayan, O’nu kalbine alan O’nun tat ve lezzetini duyan insan buradan şu tezahüre yükselir:

 

İÇİNDEKİLER