Bundan önceki bakışta bulunan kul buraya geçtiğinde
iç ve dış, her bir zerresinde apaçık bir zaaf, rab ve melikine, iyilik ve
kurtuluşu, hidayet ve saadeti elinde bulunduran zata büyük bir ihtiyaç duyduğunu farkeder.
Kulun kalbine bu noktada arız olan hali kelimelerle ifade etmek mümkün
değildir. Bu ancak yaşanarak bilinecek olan bir haldir. Gönlü tarif edilmez bir
şekilde mütevazı olur. Artık o kendini ayaklar altında paramparça olarak
kırılmış veya, boş, hiç bir şeye yaramayan bir kap gibi görür. Artık o kap ancak
onu yapan ve icad eden zatın yeniden işlemesiyle işe yarayabilir. Bu durumda
rabbinin kendisine ne kadar çok nimet verdiğini anlar, onun ne azına ne de
çoğuna layık olmadığını düşünür. Allah ona hangi nimeti vermiş ise onu nefsi
için fazla bulur. Kendisinin O’na layık olmadığını idrak eder. Rabbinin
rahmetinin kendisini o nimete sahip kıldığını, onu kendisine verdiğini anlar.
Rabbine sunduğu taatleri ise az bulur. Bütün ins ve cinlerin taatlerine denk
bile olsa yaptığı ibadetleri O’na karşı yapması gerekenin yanında az görür.
Masiyet ve günahlarını ise az dahi olsa çok görür. Bütün bunların meydana
gelmesine kalbinde oluşan tevazu sebep olmuştur.
Bu tevazu içindeki kalbin iyileşmesi, yardım, rahmet
ve rızka mazhar olması ne kadar yakındır...
Bu bakış açısı ona ne kadar
yararlıdır! Zerre miktarı ve bir nefeslik böyle bir bakış Allah katında amel,
ilim ve hallerini beğenen şımarıkların işledikleri dağlar kadar taatten daha
makbuldür.
Allah’ın en çok sevdiği kalp bu paralanma ve zillet
imkanını bulan, Rabbinin huzurunda başı eğik olan, O’ndan utancından dolayı
başını kaldırıp O’na bakamayan kimsedir.
Anlatıldığına göre ariflerden birine “Kalp secde
eder mi?” di ye sorulmuş o da şu cevabı vermiştir:
“Evet kıyamete kadar başını secdeden kaldırmayan bir
kimsenin secdesi gibi secde eder.”
İşte kalbin secdesi onun bu kırık ve mahzun halidir.
Böylece bu halde bulunmayan kalp kendisinden istenen secdeyi yapmamış olur. Kalp
Allah’a bu büyük secdeyi ettiği zaman, onunla beraber bütün uzuvlar secdeye
varır. Yüz o zaman Hayy ve Kayyum olan Allah’a yönelir. Ses ve bütün uzuvlar
sükunet bulur. Kul boyun eğip teslim olur. Yüzünü kulluk eşiğine koyar. Kalp
gözüyle rabbi ve melikine, zelil bir insanın aziz ve rahim olan bir zata bakışı
gibi bakar. O daima rabbine karşı tevazu halinde, O’na karşı taat içinde
görülür. Daima O’nun lütuf ve rahmetini umar. Her an muhtaç olduğu efendisini,
rabbini, sevgilisini haddinden fazla seven bir aşık gibi razı etmeye çalışır.
Onun Allah’ın rıza ve lutfunu kazanmaktan başka bir düşüncesi yoktur. Çünkü o,
ancak O’na yakın olmakla, O’nu sevip O’nun rızasını kazanmakla hayat bulabilir,
kurtulabilir. O şöyle der:
“Ben hayatımın rızasına bağlı olduğu birini nasıl
kızdırırım? Saadetimin, kurtuluşumun kendisine yakın olmak, O’nu sevmek ve
zikretmeğe bağlı olduğu birinden nasıl yüz çeviririm?”
Bu bakışa sahip olan insan babasının evinde babası
tarafından en güzel yiyecek ve içeceklerle beslenen, en güzel elbiseleri giyen
bir çocuğa benzer. Babası onu en güzel şekilde terbiye etmekte, en iyi biçimde
kemal mertebelerine yükseltmektedir. Onun iyiliğine olan her şeyi
karşılamaktadır. Sonra babası onu bir ihtiyacı için gönderir. Yolda düşman
yoluna çıkar, onu esir alır. Düşman memleketlerine götürür, ona işkence eder,
babasından gördüğünün aksine kötü muamele ederler. Her an babasının ona yaptığı
güzel muamele ve iyilikleri hatırlar. İçinde bulunduğu hali her görüşünde
kalbine acı ve hasret dolar. Eski nimet ve imkanlarını hatırlar. Düşman yurdunda
en acı azapları tadarken, düşman onu sonunda öldürmeyi düşünüyorken, bir ara
babasının yurdundan tarafa bakar. O’nu kendine yakın bir mesafede görür, O’na
koşar, kendini onun kucağına atar ve yardım isteyerek şöyle seslenir:
“Babacığım
babacığım, oğluna, onun şu haline bak!”
Yanaklarına sürekli gözyaşları akmaktadır. Babası
oğlunun boynuna sarılır, O’nu bağrına basar, düşman ise onun peşindedir, baş
ucuna kadar gelir. Çocuk ise babasına yapışmış bir haldedir. Bu durumda
babasının, çocuğunu düşmanına teslim edip aradan çekilmesi düşünülebilir mi?
Şimdi bir de kuluna bir babanın ve annenin evladına
karşı duyduğu merhametten daha çok merhametli olan Allah’ı düşünelim. Kulu O’na
sığınıp da düşmanından O’na iltica ediyor, kendini O’nun kapısına atıyor,
yanağını O’nun eşiğine koymuş huzurunda ağlar bir halde şöyle yalvarıyor:
“ Yarab, ya rab! Ey kendisinden başka merhametli
olmayan, ey kendisinden başka yardımcı bulunmayan, ey kendisinden başka sığınak,
imdat istenen biri olmayan Rabbim! Ben miskin ve fakir bir kulunum. Senden
istiyor ve senden ümit ediyorum. Benim için senden başka bir sığınak ve
kurtarıcı yoktur. Ben ancak sana sığınabilirim, ancak sana başvurabilirim.”
(Şiir):
Ey arzu ettiğim şeyler konusunda kendisine
yöneldiğim,
Sakındığım şeyler hususunda kendisine sığındığım
zat!
İnsanlar senin belini büktüğünü iyileştiremez,
İyileştirdiğinin ise belini bükemez.
Bu tezahürleri yaşayan, O’nu kalbine alan O’nun tat
ve lezzetini duyan insan buradan şu tezahüre yükselir:
|