Bu bakış saliklerin varmaya çalıştıkları, Allah’a
yönelenlerin yoluna düştüğü, amel edenlerin hedefledikleri son nokta ve gayedir.
Bu ubudiyet, muhabbet, Allah’a kavuşmayı arzu etme, onun neşe ve sevincini duyma
bakışıdır.
Bu bakışta kul sevinçli olur,
Kalbi huzurla dolar;
Arzuları ona itaat
eder.
Daima dili ve kalbiyle sevgilisinin adını anar.
Daha önce aklından geçen
kötü işlerin yerini muhabbet düşünceleri,
Günah ve Allah’ı kızdıran şeyleri işlemek istemenin
yerini onun yakınında olma ve rızasını kazanma istekleri,
Dil
ve diğer organlarıyla günah işlemenin yerini taat fiilleri alır.
Kalbi Allah sevgisiyle dolar.
Dili daima O’nu zikreder.
Organları O’na itaate koyulur.
Görüldüğü üzere bu özel kırıklık ve tevazünün Allah
sevgisi hususunda ifade edilmeyen ölçüde büyük bir etkisi vardır.
Ariflerin birinin şöyle dediği hikaye edilir:
“Ben
bütün taat kapılarından Allah’ın huzuruna girmek istedim. Hangi kapıya gittimse
orada sıkışıklıklar gördüm ve bir türlü içeriye giremedim. Sonra acz ve fakr
kapısına geldim. Baktım bu kapı, Allah’a en yakın ve en geniş olan bir kapıdır.
Burada hiçbir sıkışıklık veya engel yoktur. Ayağımı eşiğine koyar koymaz, bir de
baktım, Allah Teala elimden tutup beni huzuruna davet ediyor.”
Şeyhu’l- İslam İbn Teymiyye de şöyle derdi:
“Ebedi saadeti isteyen kulluk eşiğinden ayrılmasın.”
Nitekim ariflerden biri de şöyle demiştir:
“Allah’a
kulluktan daha yakın bir yol, benlikten ise daha kalın bir perde yoktur.
Amellerine güvenip kendini beğenme, kibirlenmeyle birlikte amel ve taatin hiç
bir manası kalmaz. Acziyet ve zilletini anladıktan sonra farzlar müstesna
amelsizlik bir zarar vermez.”
(Acziyet, muhtaçlık ve
tevazuun esası Allah’ın kuluna farz kıldığı taatleri işlemektir. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a.v) Buhari’nin rivayet etmiş olduğu bir kutsi hadisinde “Kulum
kendisine farz kıldığım taatlerle yaklaştığı kadar hiç bir taatle bana
yaklaşmaz” buyurarak bu hususu açıklamıştır. Buna rağmen şayet herhangi bir
kimse çıkıp da farzları, üzerindeki hak ve vazifeleri ihmal etmekle birlikte
taat ve boyun eğme olacağını iddia edecek olursa o hayvanlardan daha aşağı bir
dereceye düşer.)
Özetle bu acziyet ve özel manadaki tevazu kulu
Allah’ın huzuruna götürür, O’na sevgi yolunu açar. Bu yolda O’na başka hiçbir
yolda açılamayacak olan bir kapı açılır. Gerçi diğer iyi amel ve taat yollarında
da bazı muhabbet kapıları açılırsa da ancak kulun kendini zayıf, aciz, kusurlu,
eksik, günahkar ve hatalı gördüğü zaaf, acz, tevazu ve nefsini hakir görme
yolunda açılan muhabbet kapısı daha başka, daha değişiktir.
Bu yolda giden kul,
insanlar içinde ayrı dolaşan bir kimsedir. Diğer insanlar bir tarafta o başka
bir taraftadır. Bu yola uçup gitme yolu denir. Bu yolda, yatağında uyuyan yolda
koşanla yarışır. Sabah olduğunda yol kesilip kervana el konur. Uyuyan kimse bu
arada olup bitenleri anlatmakla meşgul iken bir anda kervan kurtulur ve kervanla
gidenler geçip giderler. Çünkü Allah yardım istenendir. Bağışlayanların en
hayırlısıdır.
Kulun bu yolda elde ettiği kazanç Allah’ın O’nu
sevmesi ve tevbesi ile sevinmesinin neticesidir. Çünkü Allah tevbe edenleri
sever ve kullarının tevbeleri sebebiyle fevkalade sevinir.
Kul, Allah’a karşı günah işlemesinden önce, sonra ve
günah işlediği sırada O’nun kendisine lütfetmiş olduğu nimetleri, iyilikleri ve
hoşgörüyü her müşahede edişinde kalbinde O’na karşı muhabbet selleri çağlar.
O’na vasıl olma arzusu coşar. Çünkü kalp kendisine iyilik edene karşı bir sevgi
hissiyle yaratılmıştır. Allah’ın ihsanından daha büyük kimin ihsanı olabilir?
Kul O’na masiyetlerle karşı çıkarken, O, kuluna nimetler vererek ihsanlarda
bulunur, O’na lutfuyla muamele eder, onun kusurlarını gizler, kendisini yok etmek
için en ufak bir tökezlemesini kollayan düşmanlarının şerlerinden korur, onları
püskürtür ve onlara engel olur. O, kulunu her an görür ve kavrar. Öte yandan
gök, üstüne fırtına yağdırmak, yer içine almak, deniz ise boğmak için fırsat
kollamaktadır.
Bakınız Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde rivayet ettiği bir kudsi
hadiste ne buyuruluyor:
“Her gün deniz insanı
boğmak için Allah’tan izin ister. Melekler ise yakasına yapışıp helak etmek için
izin isterler. Allah ise onlara şöyle der: Kulumu bırakınız. Madem ki O’nu ben
yarattım, ben O’nu sizden daha iyi bilirim. Şayet o sizin kulunuz ise
istediğinizi yapınız. Eğer benim kulum ise ben kuluma ne yapacağımı bilirim,
izzet ve celalim hakkı için o bana gündüz de gelse, gece de gelse kabul ederim.
O bana bir karış yaklaşsa ben O’na bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın
yaklaşsa ben O’na bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelse ben O’na koşarak
gelirim. Eğer benden mağfiret dilerse O’nu bağışlarım. Benden af dilerse O’nu
affederim. Bana tevbe etse kabul ederim. Benden daha cömert ve lutufkar kim
vardır? Ben cömert ve kerimim. Kullarım geceleri bana karşı günahlar işleyerek
yatarlarken ben onları yataklarında korur ve gözetirim. Kim bana yönelirse O’nu
uzaktan karşılarım. Kim benim için bir şeyi terkederse O’na daha fazlasını
veririm. Kim benim gücüme dayanarak hareket ederse O’na demiri yumuşatırım. Kim
benim istediklerimi gözetirse ben de onun istediğini gözetirim. Beni anan benim
meclisimde bulunur. Bana şükreden nimetimi arttırdığım kimselerden olur. Bana
itaat edene ikram ederim. Karşı gelenlere rahmetimden ümit kestirmem. Eğer bana
tevbe ederlerse onların dostu olurum. Şayet etmezlerse onların doktoru olurum,
kusurlarını temizlemek için onlara musibetler veririm.”
(Müsned)
Tevbe, tevbenin hükümleri ve neticeleri ile ilgili
hususlarda bu kadarla iktifa edelim. Bu konuda bu kadar uzun bilgi vermiş
olmamızın sebebi ise tevbe, tevbenin hükümleri, teferruatı ve meseleleriyle
ilgili malumata olan şiddetli ihtiyaçtır.
Tevbenin hakikatini anlamaya, O’nu
tanımaya olduğu gibi, amel ve hal yoluyla da elde etmeye muvaffak kılan
Allah’tır. O’na tevekkül eden, O’na sığınan ve O’ndan yardım dileyen zarar
görmez.
Güç ve kuvvet yalnız Allah’tandır!
La havle vela kuvvete illa billah!
|