Bu bakış Allah’ın, kuluna kendisini kızdıracak olan
ve hoşlanmadığı, kınayıp cezalandıracağı şeyleri takdir edişindeki hikmeti idrak
bakışıdır. Allah dileseydi kulunu günahtan korur,onu işlemesine mani olurdu. Bu
bakış açısına göre kulları O’na O’nun iradesi dışına taşarak isyan etmezler.
Kainatta O’nun dilemesi dışında hiç bir şey olmaz,
“iyi bilin ki yaratma ve
emir O’nundur. Alemlerin Rabbi Allah ne uludur.”
(A’raf,54)
Günaha hikmet açısından bakanlar Allah’ın abes ve
boş bir şey yaratmadığını, takdir edip hükmettiği herşeyde, hayır, şer, sevap ve
günahta O’nun akıllların idrakten aciz kaldığı, dillerin ifade edemediği büyük
ve apaçık hikmetlerinin olduğunu bilirler.
Allah’ın, kendisini kızdıran şeyleri takdir edip
hükme bağlamasının kaynağı, O’nun o akıl sahiplerini aciz bırakan el -Hakim
ismidir.
Nitekim Allah (c.c):
“Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek
birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdir
ediyoruz” diyen meleklerine “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim”
(Bakara, 30) diye cevap vermiştir.
Binaenaleyh, insanların ma’siyet, günah ve suç işlemeleri ve bunların
sonuçlarının doğması meselesinde Allah’ın, birçok ayet ve hikmetleri;
mahlukatına kendini tanıtma şekilleri, ayetlerini çeşitlendirmesi, rububiyet ve
vahdaniyetinin, ilah oluşunun, hikmet, izzet ve eksiksiz saltanatının,
kudretinin, geniş ilminin delilleri vardır, ki basiret sahibi kimseler bunları
kalp gözleriyle ayne’l -yakin olarak görür ve şöyle derler:
“Rabbimiz bunu
boş yere yaratmadın, sen yücesin” (Al-i Imran,
191), herşey ancak senin sonsuz hikmetin ve apaçık delillerindir.
Her hareket ettirme ve durdurmada daima bir şahid
vardır.
Her şeyde O’nun bir olduğuna delalet eden bir ayet
vardır.
Yeryüzünde nice açık ayetler vardır; Allah’a, onun
elçilerinin doğruluğuna, O’na kavuşmanın hak olduğuna delalet ederler. Bu
ayetlerin sebebi ise insanların işledikleri ma’siyet ve günahlardır. Nuh (a.s)’ın
kavmini, suları dağların tepelerine kadar yükseltip yeryüzündeki bütün insanları
batırmasındaki ve dostlarını, O’nu bilen ve birliğine inananları kurtarmasındaki
ayet ve hikmeti böyledir. Bu olayda nice ayet ve ibretler, asırlarca devam
edecek olan sırlar vardır. Ad ve Semud kavmini helak etmesi de böyledir.
Allah’ın Musa (a.s)’yı kendilerine gönderdiği
zamandan ve hatta daha önceden başlayıp boğulmalarına varıncaya kadar Firavun ve
kavminde nice ayetleri, hikmet ve mucizeleri vardır. Eğer onların günah ve
küfürleri olmasaydı o ayet ve nükteler ortaya çıkmazdı. Nitekim Tevrat’ta şöyle
bir ibare vardır:
"Allah, Musa’ya şöyle dedi:
Sen Firavun’a git. Ben onun kalbini karartacak, iman
etmesine mani olacağım. Böylece Mısır’da ayetlerimi ve hikmetlerimi
göstereceğim.”
Allah böyle yaptı ve Firavun ve kavminin işledikleri
günahlar sebebiyle orada o ayet ve mucizeleri gösterdi.
Keza Cenab-ı Allah kavminin ma’siyet ve
günahlarından dolayı, kendisini ateşe atmaları sebebiyle ateşi İbrahim (a.s)’e
soğuk ve faydalı kılmak suretiyle ayetlerini izhar etmiş, böylece İbrahim (a.s)
de Allah’ın yakın bir dostu (halili) olma şerefine nail olmuştur.
Kavimlerinin ezalarına, kendileriyle savaşıp
düşmanca davranmalarına karşı sabretmeleri sebebiyle peygamberlerin Allah
katında kazandıkları şeref, değer ve yakınlık da o günahların arkasındaki ilahi
hikmetin bir neticesidir.
Ayrıca insanların günahkar ve zalim kimselerin
eziyetlerine karşı sabretmeleri, Allah yolunda cihad etmeleri, onun rızası için
düşmanlarının Allah’ın görüp bildiği ezalarına tahammül etmeleri sebebiyle Allah
tarafından şehit, dost ve veli kullar zümresine katılıp yüksek makamlara
erişmeleri de bu türden bir örnektir.
Günah ve suçların işlenmesi sebebiyle meydana gelen
daha nice fayda ve hikmetler vardır. Bütün bu maslahat ve hikmetlerin meydana
gelmesinin sebeplerinden biri de Allah’ın buğzettiği ve kızdığı şeyleri takdir
etmesidir. Bu tür fiilleri takdir etmesi ise sırf hikmettir. Çünkü bu hikmet
üzerine varlığı, Allah katında yokluğundan daha sevimli ve daha tercihe şayan
olan şeyler terettüp edecektir ki o günah takdir edilmese bu hikmet
gerçekleşmeyecektir.
Dolayısıyla bu büyük faydanın elde edilmesi, Allah’a
kızılan ve istenmeyen şeyin kaybedilmesinden daha sevimli gelir. Her ne kadar
bunun kaybedilmesiyle yokluğu bir ve Allah tarafından istenip takdir edilmişse
de, istenmeyen şey olmadan tahakkuk etmeyen faydayı elde etmek Allah katında
daha sevimlidir. Ve böyle bir faydayı kaçırmak istenmeyen şeyi kaybetmekten daha
çirkindir. Allah’ın mükemmel hikmeti de istenen iki şeyden en az sevilenin
gözden çıkarılmasıyla iki şeyden en çok sevilenin elde edilmesini, sevilmeyen
şeyin iptali ile gerçekleşmesi istenen şeyin de iptal edilmemesini gerektirir.
Bunlardan birini, diğeri olmaksızın düşünmek sebep olunanların sebepler, şarta
bağlı hususların şartlar olmaksızın meydana gelmesini kabul etmek gibidir ki
böyle bir durum Allah’ın hikmeti, kudret ve rububiyyetinin kemaline aykırıdır.
Şu misal bu hikmeti izaha kafidir:
Beşeriyetin babası olan Adem’in (a.s) yasak ağaçtan
yemek suretiyle işlediği o günah olmasaydı, Cenab-ı Allah’ın yaratıklarını
imtihan etmek, onları mükellef tutmak, peygamberlerini göndermek, insanları
çeşit çeşit yaratıp idare etmek, dostlarına lütufda bulunmak, düşmanlarını
cezalandırmak, adalet ve fazlını, izzet ve intikamını, af ve mağfiretini,
bağışlama ve hilmini göstermek, kendisine kulluk edip sevgisini kazanan, bu
imtihan diyarında düşmanları arasında O’nun rızasını gözeten kimseleri varetmek
gibi Allah’ın son derece sevdiği şeyler de olmazdı.
Şayet Allah, Adem (a.s)’in o ağaçtan yememesini, onun
ve çocuklarının cennetten çıkmamasını takdir etmiş olsaydı bunların hiçbirisi
olmaz, meleklerin bile bilmediği ve sadece Allah’ın bildiği, İblis’in kalbinde
gizli olarak bulunan şey kuvveden fiile çıkmazdı. Yaratıkların kötüsü, iyisinden
ayrılmaz, Allah’ın hükümranlığı tam olarak gerçekleşmezdi. Çünkü o takdirde
mülkünde sevap ve mükafat, akıbet ve ceza, mutluluk ve lütuf yurdu ile mutsuzluk
ve adalet diyarı olmazdı.
Allah’ın, dostlarını düşmanlarına, düşmanlarını da
dostlarına musallat edip onları bir yerde karşı karşıya getirmesinde, birini
diğeriyle imtihan etmesinde nice büyük hikmetler, büyük nimetler vardır.
Günahın meydana gelmesinde Allah’ın hoşuna giden
nice şeyler, semavat ve arz ehlinin ona takdim ettiği nice hamdler, huzurunda
itaat ve boyun eğişler, ibadet edişler, ihtiyaç arzedişler, düşmanlarından
eylememesi için nice yakarışlar vardır. Çünkü Allah’a itaat edenler O’nun
düşmanlarının hallerini, Allah’ın onları nasıl başarısız kıldığını, onlardan yüz
çevirip gazap ettiğini, onlar için azab hazırladığını bilirler. Bütün bunlar
Allah’ın dilemesi iledir ve mülkünde tasarrufudur. Dostları O’nun hızlan’ından,
başarısız kılmasından korktukları için O’na son derece büyük bir korku, endişe
ve hüzün içinde yalvarır, yakarırlar.
İblis’i ve onun yaptıklarını, Harut ve Marutu gören
melekler izzet ve azametine boyun eğmek için, kovup uzaklaştırmasından
korktukları için, ululuğuna saygı göstermek, ismet ve rahmetine sığınmak için
Allah’ın önünde başlarım secdeye koyarlar. Böylece onun kendi üzerlerindeki
iyilik ve ihsanı kendilerine lütfettiği ihsan ve keremi idrak ederler.
Keza Allah’ın takva ehli olan dostları O’nun
düşmanlarının hallerini ve Allah’ın onlara olan gazabını ve hızlanını gördükleri
zaman, O’na itaat ve bağlılıklarını, yalvarıp yakarmalarını, ondan yardım dileme
ve ona yönelmelerini, O’na olan tevekküllerini, arzu ve korkularını arttırırlar.
O’ndan ancak O’na sığınabileceklerini, O’nun azabından kendilerini ancak O’nun
koruyacağını, O’nun gazabından ancak O’nun razı olduğu şeylerin kurtaracağını,
hülasa dünya ve ahirette güzelliğin sadece O’nun elinde olduğunu bilirler.
Bunlar O’nun mahlukatını kuşatan hikmet denizinden
alınan bir damladır. Basiret sahibi olan insan kalp gözüyle bu damlanın dışında
kalan denizi de görür. Böylece onun, kelimelerle anlatılamayan, tavsifi mümkün
olmayan harika hikmetlerini müşahade eder.
Kulun bu husustan nasibi ve bu hikmeti müşahede
etmesinden payına düşene gelince; bu onun kabili yeti ve basiret gücü, Allah’a,
onun i sim ve sıfatlarına dair bilgisinin tamlığı, ubudiyet ve rububiyet
haklarını tanıması ölçüsündedir. Her mü’minin bu hususta belli bir payı, ne
aşağı ne de geri kalamayacağı bir makamı vardır.
Muvaffak kılan ve yardım eden Allah’tır.
|