5 - Hikmet bakışı

 

Bu bakış Allah’ın, kuluna kendisini kızdıracak olan ve hoşlanmadığı, kınayıp cezalandıracağı şeyleri takdir edişindeki hikmeti idrak bakışıdır. Allah dileseydi kulunu günahtan korur,onu işlemesine mani olurdu. Bu bakış açısına göre kulları O’na O’nun iradesi dışına taşarak isyan etmezler. Kainatta O’nun dilemesi dışında hiç bir şey olmaz,

iyi bilin ki yaratma ve emir O’nundur. Alemlerin Rabbi Allah ne uludur.” (A’raf,54)

Günaha hikmet açısından bakanlar Allah’ın abes ve boş bir şey yaratmadığını, takdir edip hükmettiği herşeyde, hayır, şer, sevap ve günahta O’nun akıllların idrakten aciz kaldığı, dillerin ifade edemediği büyük ve apaçık hikmetlerinin olduğunu bilirler.

Allah’ın, kendisini kızdıran şeyleri takdir edip hükme bağlamasının kaynağı, O’nun o akıl sahiplerini aciz bırakan el -Hakim ismidir.

Nitekim Allah (c.c):

“Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdir ediyoruz” diyen meleklerine “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” (Bakara, 30) diye cevap vermiştir.

Binaenaleyh, insanların ma’siyet, günah ve suç işlemeleri ve bunların sonuçlarının doğması meselesinde Allah’ın, birçok ayet ve hikmetleri; mahlukatına kendini tanıtma şekilleri, ayetlerini çeşitlendirmesi, rububiyet ve vahdaniyetinin, ilah oluşunun, hikmet, izzet ve eksiksiz saltanatının, kudretinin, geniş ilminin delilleri vardır, ki basiret sahibi kimseler bunları kalp gözleriyle ayne’l -yakin olarak görür ve şöyle derler:

“Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin” (Al-i Imran, 191), herşey ancak senin sonsuz hikmetin ve apaçık delillerindir.

Her hareket ettirme ve durdurmada daima bir şahid vardır.

Her şeyde O’nun bir olduğuna delalet eden bir ayet vardır.

Yeryüzünde nice açık ayetler vardır; Allah’a, onun elçilerinin doğruluğuna, O’na kavuşmanın hak olduğuna delalet ederler. Bu ayetlerin sebebi ise insanların işledikleri ma’siyet ve günahlardır. Nuh (a.s)’ın kavmini, suları dağların tepelerine kadar yükseltip yeryüzündeki bütün insanları batırmasındaki ve dostlarını, O’nu bilen ve birliğine inananları kurtarmasındaki ayet ve hikmeti böyledir. Bu olayda nice ayet ve ibretler, asırlarca devam edecek olan sırlar vardır. Ad ve Semud kavmini helak etmesi de böyledir.

Allah’ın Musa (a.s)’yı kendilerine gönderdiği zamandan ve hatta daha önceden başlayıp boğulmalarına varıncaya kadar Firavun ve kavminde nice ayetleri, hikmet ve mucizeleri vardır. Eğer onların günah ve küfürleri olmasaydı o ayet ve nükteler ortaya çıkmazdı. Nitekim Tevrat’ta şöyle bir ibare vardır:

"Allah, Musa’ya şöyle dedi:

Sen Firavun’a git. Ben onun kalbini karartacak, iman etmesine mani olacağım. Böylece Mısır’da ayetlerimi ve hikmetlerimi göstereceğim.”

Allah böyle yaptı ve Firavun ve kavminin işledikleri günahlar sebebiyle orada o ayet ve mucizeleri gösterdi.

Keza Cenab-ı Allah kavminin ma’siyet ve günahlarından dolayı, kendisini ateşe atmaları sebebiyle ateşi İbrahim (a.s)’e soğuk ve faydalı kılmak suretiyle ayetlerini izhar etmiş, böylece İbrahim (a.s) de Allah’ın yakın bir dostu (halili) olma şerefine nail olmuştur.

Kavimlerinin ezalarına, kendileriyle savaşıp düşmanca davranmalarına karşı sabretmeleri sebebiyle peygamberlerin Allah katında kazandıkları şeref, değer ve yakınlık da o günahların arkasındaki ilahi hikmetin bir neticesidir.

Ayrıca insanların günahkar ve zalim kimselerin eziyetlerine karşı sabretmeleri, Allah yolunda cihad etmeleri, onun rızası için düşmanlarının Allah’ın görüp bildiği ezalarına tahammül etmeleri sebebiyle Allah tarafından şehit, dost ve veli kullar zümresine katılıp yüksek makamlara erişmeleri de bu türden bir örnektir.

Günah ve suçların işlenmesi sebebiyle meydana gelen daha nice fayda ve hikmetler vardır. Bütün bu maslahat ve hikmetlerin meydana gelmesinin sebeplerinden biri de Allah’ın buğzettiği ve kızdığı şeyleri takdir etmesidir. Bu tür fiilleri takdir etmesi ise sırf hikmettir. Çünkü bu hikmet üzerine varlığı, Allah katında yokluğundan daha sevimli ve daha tercihe şayan olan şeyler terettüp edecektir ki o günah takdir edilmese bu hikmet gerçekleşmeyecektir.

Dolayısıyla bu büyük faydanın elde edilmesi, Allah’a kızılan ve istenmeyen şeyin kaybedilmesinden daha sevimli gelir. Her ne kadar bunun kaybedilmesiyle yokluğu bir ve Allah tarafından istenip takdir edilmişse de, istenmeyen şey olmadan tahakkuk etmeyen faydayı elde etmek Allah katında daha sevimlidir. Ve böyle bir faydayı kaçırmak istenmeyen şeyi kaybetmekten daha çirkindir. Allah’ın mükemmel hikmeti de istenen iki şeyden en az sevilenin gözden çıkarılmasıyla iki şeyden en çok sevilenin elde edilmesini, sevilmeyen şeyin iptali ile gerçekleşmesi istenen şeyin de iptal edilmemesini gerektirir. Bunlardan birini, diğeri olmaksızın düşünmek sebep olunanların sebepler, şarta bağlı hususların şartlar olmaksızın meydana gelmesini kabul etmek gibidir ki böyle bir durum Allah’ın hikmeti, kudret ve rububiyyetinin kemaline aykırıdır.

Şu misal bu hikmeti izaha kafidir:

Beşeriyetin babası olan Adem’in (a.s) yasak ağaçtan yemek suretiyle işlediği o günah olmasaydı, Cenab-ı Allah’ın yaratıklarını imtihan etmek, onları mükellef tutmak, peygamberlerini göndermek, insanları çeşit çeşit yaratıp idare etmek, dostlarına lütufda bulunmak, düşmanlarını cezalandırmak, adalet ve fazlını, izzet ve intikamını, af ve mağfiretini, bağışlama ve hilmini göstermek, kendisine kulluk edip sevgisini kazanan, bu imtihan diyarında düşmanları arasında O’nun rızasını gözeten kimseleri varetmek gibi Allah’ın son derece sevdiği şeyler de olmazdı.

Şayet Allah, Adem (a.s)’in o ağaçtan yememesini, onun ve çocuklarının cennetten çıkmamasını takdir etmiş olsaydı bunların hiçbirisi olmaz, meleklerin bile bilmediği ve sadece Allah’ın bildiği, İblis’in kalbinde gizli olarak bulunan şey kuvveden fiile çıkmazdı. Yaratıkların kötüsü, iyisinden ayrılmaz, Allah’ın hükümranlığı tam olarak gerçekleşmezdi. Çünkü o takdirde mülkünde sevap ve mükafat, akıbet ve ceza, mutluluk ve lütuf yurdu ile mutsuzluk ve adalet diyarı olmazdı.

Allah’ın, dostlarını düşmanlarına, düşmanlarını da dostlarına musallat edip onları bir yerde karşı karşıya getirmesinde, birini diğeriyle imtihan etmesinde nice büyük hikmetler, büyük nimetler vardır.

Günahın meydana gelmesinde Allah’ın hoşuna giden nice şeyler, semavat ve arz ehlinin ona takdim ettiği nice hamdler, huzurunda itaat ve boyun eğişler, ibadet edişler, ihtiyaç arzedişler, düşmanlarından eylememesi için nice yakarışlar vardır. Çünkü Allah’a itaat edenler O’nun düşmanlarının hallerini, Allah’ın onları nasıl başarısız kıldığını, onlardan yüz çevirip gazap ettiğini, onlar için azab hazırladığını bilirler. Bütün bunlar Allah’ın dilemesi iledir ve mülkünde tasarrufudur. Dostları O’nun hızlan’ından, başarısız kılmasından korktukları için O’na son derece büyük bir korku, endişe ve hüzün içinde yalvarır, yakarırlar.

İblis’i ve onun yaptıklarını, Harut ve Marutu gören melekler izzet ve azametine boyun eğmek için, kovup uzaklaştırmasından korktukları için, ululuğuna saygı göstermek, ismet ve rahmetine sığınmak için Allah’ın önünde başlarım secdeye koyarlar. Böylece onun kendi üzerlerindeki iyilik ve ihsanı kendilerine lütfettiği ihsan ve keremi idrak ederler.

Keza Allah’ın takva ehli olan dostları O’nun düşmanlarının hallerini ve Allah’ın onlara olan gazabını ve hızlanını gördükleri zaman, O’na itaat ve bağlılıklarını, yalvarıp yakarmalarını, ondan yardım dileme ve ona yönelmelerini, O’na olan tevekküllerini, arzu ve korkularını arttırırlar. O’ndan ancak O’na sığınabileceklerini, O’nun azabından kendilerini ancak O’nun koruyacağını, O’nun gazabından ancak O’nun razı olduğu şeylerin kurtaracağını, hülasa dünya ve ahirette güzelliğin sadece O’nun elinde olduğunu bilirler.

Bunlar O’nun mahlukatını kuşatan hikmet denizinden alınan bir damladır. Basiret sahibi olan insan kalp gözüyle bu damlanın dışında kalan denizi de görür. Böylece onun, kelimelerle anlatılamayan, tavsifi mümkün olmayan harika hikmetlerini müşahade eder.

Kulun bu husustan nasibi ve bu hikmeti müşahede etmesinden payına düşene gelince; bu onun kabili yeti ve basiret gücü, Allah’a, onun i sim ve sıfatlarına dair bilgisinin tamlığı, ubudiyet ve rububiyet haklarını tanıması ölçüsündedir. Her mü’minin bu hususta belli bir payı, ne aşağı ne de geri kalamayacağı bir makamı vardır.

Muvaffak kılan ve yardım eden Allah’tır.

 

İÇİNDEKİLER