Bu açıdan bakan insan Allah’ın yaratma ve hükmetme
bakımından tek olduğunu, O’nun istediği şeyin olup istemediğinin olmadığını,
hiçbir zerrenin O’nun izni bulunmaksızın hareket etmediğini bilir. Bütün
mahlukat onun egemenliği altındadır. Bütün kalpler O’nun parmakları arasında,
kudreti dahilindedir, O’nu doğrultmak isterse doğrultur, saptırmak isterse
saptırır. Kalpler O’nun elindedir. İstediği ve dilediği gibi onları değiştirir
ve yönetir. Mü’minlere takvayı veren, hidayete erdirip temizleyen, kötülere
kötülüğü ilham edip saptıran O’dur.
“Allah kime yol gösterirse işte yolu
bulan O’dur. Kimi de saptırırsa ziyana uğrayanlarda onlardır.”
(A’raf, 178)
Dilediğini lütuf ve rahmetiyle
hidayete erdirir, dilediğini adalet ve hikmeti ile saptırır. Biri lütuf ve
ihsanı, O’nun sonsuz lütfudur. Diğeri ise adaleti ve hükmüdür.
“O yaptığından sorulmaz, ama onlar sorulurlar.” ( Enbiya,23)
İbn Abbas (r.a) bu konuda şöyle demiştir:
“Kadere
iman tevhid akidesinin esasıdır. Kim kaderi inkar ederse tevhid inancını bozmuş,
kim kadere iman ederse tevhidi inancını doğrulamış ve doğrultmuş olur.”
Bu pencereden bakan kul hem ilim hem de hal olarak
“İyyake na’budu ve iyyake nesta’in” (Yalnız sana kulluk eder ve yalnız
senden yardım dileriz) makamına çıkar.
Böylece rububiyet birliği (tevhid)
inancında yerini sağlamlaştırdıktan sonra, uluhiyetin birliği inancına yükselir.
- Çünkü zarar-yarar, verme-alma, hidayet- dalalet, saadet- şekavet gibi şeylerin
yalnız Allah’ın elinde olduğunu,
- Kalpleri çevirip dilediği gibi yönetenin O
olduğunu,
- Sadece O’nun muvaffak kılıp yardım ettiği kimsenin muvaffak olduğunu
ve
- Yalnız O’nun yardım etmediği ve yalnız bıraktığı kimsenin başarısız olduğunu yakinen bilen,
- Kalplerin en doğru ve en sağlam, en kurtulmuş, en latif, en
temiz, korkusu en fazla ve en yumuşak olanının yalnız Allah’ı ilah ve mabud
edinen kimse olduğunu ilme’l -yakin bilen insan;
- Allah’ı her şeyden daha çok
sever,
- Her şeyden çok O’ndan korkar,
- Her şeyden daha çok ondan umar.
- Kalbindeki
Allah sevgisi her türlü sevginin önüne geçer ve tıpkı ordunun hükümdarın
peşinden hareket etmesi gibi diğer sevgiler onun peşinden gelir.
- Kalbindeki
Allah korkusu ve ümidi (havf ve reca) da bütün korku ve ümitlerin önüne geçer.
Diğer bütün korku ve ümitler onların peşinden gelir.
Bunlar kalpteki uluhiyet
tevhidinin belirtileridir.
Bu tevhide kendisinden girilen kapı ise rububiyet
tevhididir. Yani uluhiyet tevhidinin kapısı rububiyet tevhididir. Çünkü kalp
önce rububiyet tevhidine tutunur, sonra uluhiyet tevhidine yükselir.
Nitekim
Allah (c.c) Kur’an’ında kullarını bu tür tevhidden öbürüne yükselmeye davet
etmiş, insanların rububiyet tevhidi inancına sahip olduklarını esas alarak, bunu
onlara delil getirmiş, bu inançlarını uluhiyet noktasında şirk koşmak suretiyle
bozduklarını haber vermiştir.
Bu bakış sahibi insanlar “Yalnız sana ibadet ederiz”
makamına yükselmiş olurlar.
Nitekim Cenab-ı Allah:
“Andolsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığın
sorsan elbette Allah, derler. O halde (haktan) nasıl çevriliyorlar? ” (Zuhruf, 87)
Yani
Allah’tan başka bir rab ve yaratıcı olmadığını bildikleri halde, O’ndan başka
bir ilah olmadığından ve sadece O’na ibadet etmekten nasıl geri kalıyorlar,
buyurmuştur. Keza:
“De ki: Eğer gerçekten biliyorsanız söyleyin bu dünya ve
içindekiler kimindir?, Cevaben Allah’ındır, diyecekler. De ki: Öyleyse
düşünmüyor musunuz?” (Mü’minun, 84-85)
Yani
böylece O’nun tek başına dünya ve içindekilerin sahibi, yaratıcısı, rab ve
hükümdarı olduğunu bildiğinize göre, yine tek başına onların ilahı ve mabudu
olduğunu, O’ndan başka rableri olmadığı gibi, ondan başka ilahları da
olmadığını bilmiyor musunuz? buyurmuştur.
“Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın
sahibi kimdir? “ diye sorsan, Allah’dır, diyecekler. Öyleyse korkmuyor musunuz?,
de.” “Biliyorsanız (söyleyin) her şeyin melekutu elinde olan, koruyup
kollayan fakat kendisi korunup kollanmayan kimdir? diye sorsan, (Her şeyin
yönetimi) Allah’a aittir, diyecekler. De ki: Öyleyse nasıl büyüleniyorsunuz?”
(Mü’minun, 86-89) ve
“De ki: “Hamdolsun
Allah’a ve selam olsun onun seçtiği kullarına. Allah mı hayırlı yoksa ortak
koştukları şeyler mi? Gökleri ve yeri kim yarattı? Size gökten (kim) su indirdi
de onunla sizin bir ağacını dahi bitiremeyeceğiniz, gönül açan bahçeler bitirdi?
Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır onlar (haktan) sapan bir kavimdir”
(Nemi, 59-65) buyurmuştur.
Cenab-ı Allah zikrettiğimiz bu ayetler ve
benzerlerinde bu kavimlere bütün bunları kim tek başına yapıyorsa onun onların
yegane ilahları olduğunu söylüyor.
“Eğer O’ndan başka bir rab var ve
bunlardan birini yapıyorsa ona ibadet edin. Şayet O’ndan başka bunları yapan bir
rab yoksa nasıl O’ndan başka ilahlar, mabudlar ediniyorsunuz? “ diye delil
getiriyor.
Burada delilin tam olması için ayetin “Allah ile
beraber başka ilah mı?” kısmını “Allah ile beraber bunları yapan başka bir
ilah mı var?” tarzında takdir etmek daha doğrudur. Bunun cevabı mutlaka “hayır”
olacaktır. Soru:
“Onunla birlikte, O’nun gibi iş yapan başka bir
ilah olmadığına göre O’ndan başka bir ilaha nasıl ibadet ediyorsunuz? ” biçimini alacaktır.
Böylece Allah (c.c):
“Kendi dilinizle O’ndan başka birinin rab olmadığını
söylediğiniz gibi O’ndan başkasının ilah olamayacağını da itiraf etmeniz
gerekir” şeklinde delil getirmektedir.
“Allah ile beraber başka bir ilah mı?” ayetinde
“bunları yapan” kelimelerini takdir etmeden anlamak ve manalandırmak şeklindeki
görüş iki açıdan zayıftır:
Birincisi, müşrikler Allah ile beraber başka ilahlar
olduğunu kabul ediyor, inkar etmiyorlardı.
İkincisi ise böyle bir takdir yapılmadığı takdirde
müşrikleri susturmak, onları ilzam etmek mümkün olmazdı. Yani :
“madem ki Allah ile
beraber, O’nun yaptığı gibi iş yapan bir başka ilah olmadığını söylüyorsunuz, O’nunla beraber, hiç bir şey yaratmayan, aciz bir ilahın varlığına nasıl
inanıyorsunuz?” denmelidirki ilzam edilebilsinler.
Nitekim:
“Yoksa Allah’a O’nun yarattığı gibi yaratan
ortaklar koştular da (ikisinin) yaratma (sı) birbirine benzer mi
göründü? De ki: Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, tektir, kahreden (herşeye üstün gelen) dir.” (Ra’d, 16).
“İşte Allah’ın yarattıkları ortadadır. Gösterin bana O’ndan başka tanrı
dedikleriniz ne yarattı?” (Lokman, 1),
“Hiç yaratanla yaratmayan bir olur mu?” (Nahl,
17),
“Müşriklerin Allah’ı bırakıp da kendilerine tapıp
yakardıkları
putlar hiçbir şey yaratamazlar, bilakis kendileri yaratılmışlardır.”
(Nahl, 20)
“O’nu bırakıp, hiçbir şey
yaratmayan, aksine kendileri yaratılan birtakım ilahlar edindiler”
(Furkan,3) gibi ayetlerde ve bu mealdeki
birçok ayette bu husus görülmektedir.
Delil de ancak bu suretle tam olmaktadır.
Özetlersek, bu bakışa sahip olan insan suç ve
günahların kendisi ve diğer insanların başına izzet ve hikmet sahibi olan
Allah’ın takdiriyle geldiğini, Allah’ın gazabından ve O’na götüren sebeplerden
ancak onun koruyabildiğini, ancak O’nun yardımıyla O’na itaat edilebildiğini,
yalnız O’nun tevfikiyle O’nun rızasına nail olunabildiğini görür. Her şeyin
kaynağının O olduğunu, herşeyin sonunun yine O’na varacağını bilir. Başarının
her türlü anahtarının O’nun elinde bulunduğunu, insanlar için O’ndan başka
yardım talep edilecek, itimat edilecek hiç kimse olmadığını müşahede eder. Tıpkı
peygamberlerin hatibi olan Şuayb (a.s)’ın dediği gibi
“Başarım ancak Allah (ın
yardımı) iledir. Yalnız O’na dayandım ve yalnız O’na yönelirim.”
(Hud, 88)
|