9 - İman ve deliller bakışı

 

Bu bakış, marifet ehline mahsus en latif bakış açılarındandır. Bunu duyan bazı kimseler aceleyle hemen inkar cihetine giderek şöyle diyebilirler:

“İnsan, günah ve masiyetlerine rağmen imanın arttığını nasıl müşahade edebilir?

Aslında günah ve masiyetler imanı arttırmaz, eksiltir. Çünkü selef imanın taat ile artıp masiyetle eksildiği hususunda icma etmişlerdir.”

Şunu bilmelidir ki; arif olan insanın, kendisinin ve başkalarının işlediği günah ve ma’siyetlere ve bunların kendileri üzerine düşen sonuçlarına bakmak suretiyle imanı artar.

Aslında bu suretle imanın artması nübüvvet alametlerinden bir alamet, peygamberlerin doğru ve getirdikleri dinin hak olduğunu isbat eden delillerden biridir. Çünkü peygamberler insanlara beden ve ruhlarının, dünya ve ahiretlerinin yararına olan şeyleri yapmayı emretmiş, beden ve ruh, dünya ve ahiretlerinin zararına olanları ise yasaklamış, onlara Allah’ın bazı şeyleri sevip mükafatlandırdığını, bazılarını da sevmeyip cezalandırdığını haber vermişlerdir. Kulu emrettiği şeyleri yaptığı zaman yardım ederek kalp, ruh, beden ve malındaki nimetlerini arttırmak suretiyle O’na şükredeceğini bildirmişlerdir. Kulun da bu nimetlerin bütün bu hallerinde artıp güçlendiğini yakînen göreceğini ilan etmişlerdir. Ayrıca Allah’ın emir ve nehyine muhalefet edilmesi halinde de noksanlık, fesat, zayıflık, acizlik, hakirlik, geçim sıkıntısı ve hayat zorluğu doğacağını duyurmuşlardır.

Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

“Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, O’nu (dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız, onların (ahirette de) mükafatlarım yaptıklarının en güzeli ile veririz” (Nahl, 97),

“De ki: Ey inanan kullarım, Rabbinizden korkun, bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellik var,” (Zümer, 10)

“Ve Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki sizi belli bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem) ini versin” (Hud, 3) ve

“Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için de dar bir geçim vardır. Kıyamet günü O’nu kör olarak hasrederiz.” (Taha, 124)

Son ayette zikredilen “dar bir geçim” kabir azabı olarak da tefsir edilmiştir. Sahih olan ise bu dar geçimin hem dünyada hem de kabirde olmasıdır. Çünkü kim Allah’ın indirdiği zikirden* yüz çevirirse onun gönlü daralır, hayat zorluğu, şiddetli korku, hırs, dünya malı için yorgunluk, O’nu elde etmeden önce veya sonra üzüntü ve acılarla karşılaşır. Ancak gaflette olan, sarhoş olan akıl o acıyı hissetmez. Halbuki sağlıklı olduğu zaman her an için o acıyı duyar. Zavallı adam bu acıyı dindirmek için tekrar sarhoş olur. Bütün hayatı böyle geçer. Şayet kalbin şuuru olsa bundan daha dar bir hayat olur mu?

* (Ayette geçen “zikri= Benim zikrim” den murat kendisiyle Allah zikrolunan şeylerdir. “Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?” (Zariyat, 21) ve “De ki: Sizi yaratan, size kulaklar, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz” (Mülk, 23) ayetleri ona işaret eder. Kur’an’da bu gibi ifadeler cidden çoktur. Çünkü Allah’ın ayetlerinden, nefis ve kainattaki isim ve sıfatlardan gaflet edip uzak olmak, insanı cahiliyet bataklığına atar, şeytanın dostu kılar. Böylece şeytanın putperest ve cahiliye devri vesveselerine tabi olur, Kur’an’ı terkeder, O’nu düşünmeyi, hakkıyla okumayı akıl etmez. Çünkü şeytan ne inanç ve amel, ne ahlak ve ne de hal bakımından O’na ihtiyacı olmadığını söylemiş, süslü sözlerle onu aldattıkça aldatmıştır. En büyük aldatması ise Kur’an’ı ölüler ve teberrük için okumanın, onu nazarlık ve muskalık yapmanın, onu Allah’ı anmaktan yüz çevirenler zümresine katılmaktan çıkardığını söylemesidir.)

Bid’at ehli olanların, Kur’an’dan yüz çevirenlerin, Allah’tan gaflet edenlerin ve günahkarların kalpleri büyük cehennemden önce bu dünyada cehennem içindedir, iyilerin kalpleri ise büyük cennetten önce bu dünyada cennet içindedir.

Nitekim Cenab-ı Allah

“İyiler mutlaka nimet içindedirler. Kötüler de yakıcı ateş içindedirler” (İnfitar, 13-14) buyurmuştur, İyi ve kötülerin içinde olacakları nimet ve ateş her ne kadar tam ve kamil olarak ahirette, bunun bir aşağı mertebesi kabirde vücuda gelecek ise de, yalnız ahirete mahsus olmayıp her üç alemi de kapsamıştır.

Nitekim Allah :

“Zulmedenlere, bundan başka bir azap daha vardır” (Tur,47) ve

“Doğru iseniz bu tehdit (ettiğiniz azap ne zaman gelecek), diyorlar. De ki: Belki de acele ettiğiniz azabın bir kısmı ardınıza takılmıştır” (Neml, 71-72) buyurur.

Bu dünyadaki azap kabirdekinden daha aşağı derecede olur. Ancak kulun şehvet sarhoşluklarına dalmış olması, azabı kalpten atıp asla düşünmemesi O’nu hissetmesine mani olur.

Kul bazan bir acı duyar; o acıdan kurtulmak için O’nu kalbinden atar ve onunla ilgilenmez, yüzünü başka şeylere döndürür. Biran bu durumunu değiştirse duyacağı acıdan dolayı feryat eder. Bir de kalbin azabı ve acılarını düşününüz!..

Yüce Allah güzel ameller ve taatlere, güzel, hoş ve tatlı neticeler bağlamıştır. Bu lezzetler günah yolla elde edilen lezzetlerden kat kat fazladır, onunla asla kıyaslanamaz. Günah ve ma’siyetlere ise acı ve kötü sonuçlar, onları işlemekle elde edilen lezzetin kat kat fazlası elemler koymuştur.

İbn Abbas bu konuda şöyle der:

“Şüphesiz iyi amelin kalbe nur, yüze ışık, bedene güç, rızka fazlalık, halkın kalbine sevgi gibi neticeleri vardır. Kötü amelin ise yüze siyahlık, kalbe zulmet, bedene zayıflık, rızka eksiklik ve halkın kalbine buğz gibi sonuçları vardır.”

Basiret sahibi olan insan bu hususu görür, kendi nefsinde ve diğer insanlarda bunu müşahede eder.

Kulun başına gelen herhangi bir kötü hal mutlaka onun bir günahı sebebiyledir. Allah’ın affettiği günahlar ise daha fazladır.

Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurur:

 “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. Fakat O, birçoğunu affeder” (Şura, 30)

Mahlukatının hayırlılarına ve peygamberinin tabilerine ise şöyle hitab eder:

“Başınıza bir bela gelince siz onun iki katını (Bedir’de) onların başlarına getirmiş olduğumuz halde, bu da nereden geldi başımıza? dediniz. De ki: O (bela) kendinizdendir.” (Al-i İmran, 165),

“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülük de kendi işlediğin günah yüzündendir.” (Nisa, 79)

Bu son ayette geçen iyilik ve kötülük (hasen ve seyyie) den murad Allah’ın kuluna vermiş olduğu nimet ve musibetlerdir. Onun için Cenab-ı Allah ayette “senin başına gelen” buyurmuş “senin elde ettiğin” tabirini kullanmamıştır.

Hakikatta bu dünyada ve ahirette kulun başına gelen bütün bela ve musibetlerin asıl sebebi günahlar ve Allah’ın emirlerine karşı gelmektir. Binaenaleyh, bu dünyadaki her türlü şerrin sebebi günahlardır.

(Bu günahları doğuran en önemli sebep de kör taklid ve Allah’ın isim ve sıfatlarından gafil bırakan bilgisizliktir)

İyi ve kötü fiillerin insanın kalp, beden ve malında yaptıkları etkiler kainatta bilinen bir husus olup aklı selim sahibi hiç kimsenin inkar edemediği, aksine mü’min, kafir, iyi, kötü herkesin yakinen bildiği husustur.

İnsanın kendi nefsinde ve başkalarında bu hususu müşahede edip düşünmesi peygamberlerin getirmiş oldukları dine, sevap ve ikaba olan imanını arttıran sebeplerdendir. Çünkü bu dünyada başa gelen bu musibet ve nimetler kendilerinden daha büyük olan gelecek ceza ve mükafatlara delalet eden peşin ceza ve mükafatlardır.

Nitekim bazıları şöyle derler:

“Bir günah işleyip de O’nu bırakmadığım ve tevbe de etmediğim zaman onun kötü sonucunu beklemeye başlarım. Şayet beklediğim üzere ona denk, onun altında veya üstünde bir musibet başıma gelirse:

“Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu verasuluhu” kelime-i şehadetini kendime vird edinirim.

İşte bu insandaki imanın delil ve alametlerindendir. Çünkü doğru kişi sana şöyle der:

Eğer şu işi yaparsan başına bu iş gelir. Bu işi yaparsan da şununla karşılaşırsın. Sonra sen bu işleri yapsan ve başına o zatın dediği şeyler aynıyla gelse bu olayların her biri vaki oldukça senin onun doğruluğu ve basireti hakkındaki kanaatin de ziyadeleşir. Ancak bu netice herkes için geçerli değildir. Çünkü günahlar bazı kimselerin kalbini karartır ve artık onlar bu sonuçlardan herhangi birini asla hissetmezler.

Bu durum ancak içinde iman nuru bulunan, günah ve masiyet rüzgarının kendisinde fırtınalar koparttığı kalpler için geçerli olabilir. Böyle bir kalbi olan kimse her iki unsuru da müşahede eder; o rüzgar ve fırtınaların gücünü gördüğü gibi, iman ışığının halini de görür. Kendini rüzgarların coşkun esip geminin alt üstü olduğu bir günde o gemide bulunan, parçalanan o gemiden denize düşüp rüzgarın kendisiyle oynadığı tahta üzerinde bulunan bir kimse gibi görür. İşte hayrı murad edilen mü’min günah işlediği zaman kendini böyle hisseder. Kendisi için hayırdan başka birşey murad edildiği zaman ise o bir başka vadide dolaşır.

Kula bu kapı açıldığı zaman dünya tarihini, milletlerin başlarına gelen olayları ve mahlukatın başından geçen maceraları, hatta bugünkü insanlığın ve zamanın hal ve gidişatını yakinen müşahade eder ve o zaman şu ayetlerin manalarını daha iyi anlar:

“Her nefsin kazandığını görüp gözetenle buna hiç kadir olamayan bir olur mu?” (Ra’d,33) ve:

“Allah, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri ondan başka ilah olmadığına şehadet etmişlerdir. (O) Azizdir, Hakimdir.” (Al-i İmran, 18)

Kainatta gördüğün her türlü şer, acı, ceza, sıkıntı, kıtlık, insanın kendisine ve başkasına gelen musibetler Allah’ın adaletle hükmetmesinin bir neticesidir. Bazen onu bir zalimin eliyle gerçekleştirse dahi o fiil Allah’ın adaleti ve ölçülü hüküm ve iradesidir. O zalimi o kimsenin başına musallat eden Allah adaletlilerin en adaletlisidir.

 Nitekim Cenab-ı Allah yeryüzünde fesat çıkaranlar hakkında şöyle buyurmuştur:

“Bunlardan ilkinin zamanı gelince üzerinize güçlü, kuvvetli kullarımızı gönderdik, bunlar evlerin aralarına girip (sizi) aradılar. Bu yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.” (İsra,5)

Günahlar zehirler gibi doğrudan doğruya zararlıdır. Şayet onları iyileştirici ilaçlar alarak tedavi olmazsan iman gücü yok olur ve kişiyi helak eder.

Nitekim bazı selef alimleri şöyle demişlerdir:

“Sıtma ölümün habercisi olduğu gibi günahlar da küfrün habercisidir.”

İşte kulun günah işlediği zaman kalbinin değiştiğini, kendisinden koptuğunu, kapıların yüzüne kapandığını, yolların sarpa sardığını müşahede etmesi; akrabaları, çocukları, karısı ve kardeşlerinin yanında hakir düştüğünü anlaması; durumun nereden kaynaklandığını araştırıp sebepleri tespit etmesi kişinin imanını kuvvetlendiren gelişmelerdir.

Şayet bu gidişten dönüp aksi istikamete yönelirse zilletten sonra izzet, fakirlikten sonra zenginlik, hüzünden sonra sevinç, korkudan sonra emniyet, kalpte zayıflıktan sonra güçlülük bulur, imanı artar. Kalbindeki iman sebepleri, burhan ve delilleri taat halindeymişçesine güçlenir.

“Allah onların daha önce işledikleri amelin en kötüsünü bile örtüp bağışlayacak ve yapmakta oldukları güzel amellerin en güçlüsü ile mükafatlarını kendilerine verecektir” (Zümer, 35) ayetinde zikredilenlerin zümresine girer.

Bu bakışa sahip kişi, bakışındaki basiretini derinleştirir ve bunun hakkını verirse, kalplerin derdini, dermanını bilen kalp doktorlarından biri olur. Bu haliyle Allah hem ona, hem de dilediği diğer kullarına faydalar sağlar.

Allah en doğru bilendir.

 

İÇİNDEKİLER