Bu bakış, marifet ehline mahsus en latif bakış
açılarındandır. Bunu duyan bazı kimseler aceleyle hemen inkar cihetine giderek
şöyle diyebilirler:
“İnsan, günah ve masiyetlerine rağmen imanın arttığını nasıl
müşahade edebilir?
Aslında günah ve masiyetler imanı arttırmaz, eksiltir. Çünkü
selef imanın taat ile artıp masiyetle eksildiği hususunda icma etmişlerdir.”
Şunu bilmelidir ki; arif olan insanın, kendisinin ve
başkalarının işlediği günah ve ma’siyetlere ve bunların kendileri üzerine düşen
sonuçlarına bakmak suretiyle imanı artar.
Aslında bu suretle imanın artması
nübüvvet alametlerinden bir alamet, peygamberlerin doğru ve getirdikleri dinin
hak olduğunu isbat eden delillerden biridir. Çünkü peygamberler insanlara beden
ve ruhlarının, dünya ve ahiretlerinin yararına olan şeyleri yapmayı emretmiş,
beden ve ruh, dünya ve ahiretlerinin zararına olanları ise yasaklamış, onlara
Allah’ın bazı şeyleri sevip mükafatlandırdığını, bazılarını da sevmeyip
cezalandırdığını haber vermişlerdir. Kulu emrettiği şeyleri yaptığı zaman yardım
ederek kalp, ruh, beden ve malındaki nimetlerini arttırmak suretiyle O’na
şükredeceğini bildirmişlerdir. Kulun da bu nimetlerin bütün bu hallerinde artıp
güçlendiğini yakînen göreceğini ilan etmişlerdir. Ayrıca Allah’ın emir ve
nehyine muhalefet edilmesi halinde de noksanlık, fesat, zayıflık, acizlik,
hakirlik, geçim sıkıntısı ve hayat zorluğu doğacağını duyurmuşlardır.
Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
“Erkek ve kadından her kim inanmış olarak
iyi bir iş yaparsa, O’nu
(dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız, onların
(ahirette
de) mükafatlarım yaptıklarının en güzeli ile veririz”
(Nahl, 97),
“De ki: Ey inanan kullarım,
Rabbinizden korkun, bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellik var,”
(Zümer, 10)
“Ve Rabbinizden mağfiret
dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki sizi belli bir süreye kadar güzelce
yaşatsın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem) ini versin”
(Hud, 3) ve
“Ama kim beni anmaktan yüz
çevirirse, onun için de dar bir geçim vardır. Kıyamet günü O’nu kör olarak
hasrederiz.” (Taha, 124)
Son ayette
zikredilen “dar bir geçim” kabir azabı olarak da tefsir edilmiştir. Sahih olan
ise bu dar geçimin hem dünyada hem de kabirde olmasıdır. Çünkü kim Allah’ın
indirdiği zikirden* yüz çevirirse onun gönlü daralır, hayat zorluğu, şiddetli
korku, hırs, dünya malı için yorgunluk, O’nu elde etmeden önce veya sonra üzüntü
ve acılarla karşılaşır. Ancak gaflette olan, sarhoş olan akıl o acıyı hissetmez.
Halbuki sağlıklı olduğu zaman her an için o acıyı duyar. Zavallı adam bu acıyı
dindirmek için tekrar sarhoş olur. Bütün hayatı böyle geçer. Şayet kalbin şuuru
olsa bundan daha dar bir hayat olur mu?
* (Ayette geçen
“zikri= Benim zikrim” den murat kendisiyle Allah zikrolunan şeylerdir. “Kendi
nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?” (Zariyat, 21) ve “De ki: Sizi
yaratan, size kulaklar, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne kadar az
şükrediyorsunuz” (Mülk, 23) ayetleri ona işaret eder. Kur’an’da bu gibi
ifadeler cidden çoktur. Çünkü Allah’ın ayetlerinden, nefis ve kainattaki isim ve
sıfatlardan gaflet edip uzak olmak, insanı cahiliyet bataklığına atar, şeytanın
dostu kılar. Böylece şeytanın putperest ve cahiliye devri vesveselerine tabi
olur, Kur’an’ı terkeder, O’nu düşünmeyi, hakkıyla okumayı akıl etmez. Çünkü
şeytan ne inanç ve amel, ne ahlak ve ne de hal bakımından O’na ihtiyacı
olmadığını söylemiş, süslü sözlerle onu aldattıkça aldatmıştır. En büyük
aldatması ise Kur’an’ı ölüler ve teberrük için okumanın, onu nazarlık ve
muskalık yapmanın, onu Allah’ı anmaktan yüz çevirenler zümresine katılmaktan
çıkardığını söylemesidir.)
Bid’at ehli olanların, Kur’an’dan yüz çevirenlerin,
Allah’tan gaflet edenlerin ve günahkarların kalpleri büyük cehennemden önce bu
dünyada cehennem içindedir, iyilerin kalpleri ise büyük cennetten önce bu
dünyada cennet içindedir.
Nitekim Cenab-ı Allah
“İyiler mutlaka nimet
içindedirler. Kötüler de yakıcı ateş içindedirler”
(İnfitar, 13-14) buyurmuştur, İyi ve kötülerin
içinde olacakları nimet ve ateş her ne kadar tam ve kamil olarak ahirette, bunun
bir aşağı mertebesi kabirde vücuda gelecek ise de, yalnız ahirete mahsus olmayıp
her üç alemi de kapsamıştır.
Nitekim Allah :
“Zulmedenlere, bundan başka bir
azap daha vardır” (Tur,47) ve
“Doğru iseniz bu tehdit (ettiğiniz azap ne
zaman gelecek), diyorlar. De ki: Belki de acele ettiğiniz azabın bir kısmı
ardınıza takılmıştır”
(Neml, 71-72) buyurur.
Bu dünyadaki azap kabirdekinden daha aşağı derecede
olur. Ancak kulun şehvet sarhoşluklarına dalmış olması, azabı kalpten atıp asla
düşünmemesi O’nu hissetmesine mani olur.
Kul bazan bir acı duyar; o acıdan kurtulmak için
O’nu kalbinden atar ve onunla ilgilenmez, yüzünü başka şeylere döndürür. Biran
bu durumunu değiştirse duyacağı acıdan dolayı feryat eder. Bir de kalbin azabı
ve acılarını düşününüz!..
Yüce Allah güzel ameller ve taatlere, güzel, hoş ve
tatlı neticeler bağlamıştır. Bu lezzetler günah yolla elde edilen lezzetlerden
kat kat fazladır, onunla asla kıyaslanamaz. Günah ve ma’siyetlere ise acı ve
kötü sonuçlar, onları işlemekle elde edilen lezzetin kat kat fazlası elemler
koymuştur.
İbn Abbas bu konuda şöyle der:
“Şüphesiz iyi amelin kalbe nur, yüze
ışık, bedene güç, rızka fazlalık, halkın kalbine sevgi gibi neticeleri vardır.
Kötü amelin ise yüze siyahlık, kalbe zulmet, bedene zayıflık, rızka eksiklik ve
halkın kalbine buğz gibi sonuçları vardır.”
Basiret sahibi olan insan bu hususu
görür, kendi nefsinde ve diğer insanlarda bunu müşahede eder.
Kulun başına gelen herhangi bir kötü hal mutlaka
onun bir günahı sebebiyledir. Allah’ın affettiği günahlar ise daha fazladır.
Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
“Başınıza gelen herhangi bir musibet
kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. Fakat O, birçoğunu affeder”
(Şura, 30)
Mahlukatının hayırlılarına ve
peygamberinin tabilerine ise şöyle hitab eder:
“Başınıza bir bela gelince siz
onun iki katını (Bedir’de) onların başlarına getirmiş olduğumuz halde, bu da
nereden geldi başımıza? dediniz. De ki: O (bela) kendinizdendir.”
(Al-i İmran, 165),
“Sana gelen her iyilik
Allah’tandır, sana gelen her kötülük de kendi işlediğin günah yüzündendir.”
(Nisa, 79)
Bu son ayette geçen iyilik ve kötülük (hasen ve
seyyie) den murad Allah’ın kuluna vermiş olduğu nimet ve musibetlerdir. Onun
için Cenab-ı Allah ayette “senin başına gelen” buyurmuş “senin elde ettiğin”
tabirini kullanmamıştır.
Hakikatta bu dünyada ve ahirette kulun başına gelen
bütün bela ve musibetlerin asıl sebebi günahlar ve Allah’ın emirlerine karşı
gelmektir. Binaenaleyh, bu dünyadaki her türlü şerrin sebebi günahlardır.
(Bu
günahları doğuran en önemli sebep de kör taklid ve Allah’ın isim ve
sıfatlarından gafil bırakan bilgisizliktir)
İyi ve kötü fiillerin insanın kalp, beden ve malında
yaptıkları etkiler kainatta bilinen bir husus olup aklı selim sahibi hiç
kimsenin inkar edemediği, aksine mü’min, kafir, iyi, kötü herkesin yakinen
bildiği husustur.
İnsanın kendi nefsinde ve başkalarında bu hususu
müşahede edip düşünmesi peygamberlerin getirmiş oldukları dine, sevap ve ikaba
olan imanını arttıran sebeplerdendir. Çünkü bu dünyada başa gelen bu musibet ve
nimetler kendilerinden daha büyük olan gelecek ceza ve mükafatlara delalet eden
peşin ceza ve mükafatlardır.
Nitekim bazıları şöyle derler:
“Bir günah işleyip de
O’nu bırakmadığım ve tevbe de etmediğim zaman onun kötü sonucunu beklemeye
başlarım. Şayet beklediğim üzere ona denk, onun altında veya üstünde bir
musibet başıma gelirse:
“Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden
abduhu verasuluhu” kelime-i şehadetini kendime vird edinirim.
İşte bu insandaki imanın delil ve alametlerindendir.
Çünkü doğru kişi sana şöyle der:
Eğer şu işi yaparsan başına bu iş gelir. Bu işi
yaparsan da şununla karşılaşırsın. Sonra sen bu işleri yapsan ve başına o zatın
dediği şeyler aynıyla gelse bu olayların her biri vaki oldukça senin onun
doğruluğu ve basireti hakkındaki kanaatin de ziyadeleşir. Ancak bu netice herkes
için geçerli değildir. Çünkü günahlar bazı kimselerin kalbini karartır ve artık
onlar bu sonuçlardan herhangi birini asla hissetmezler.
Bu durum ancak içinde iman nuru bulunan, günah ve
masiyet rüzgarının kendisinde fırtınalar koparttığı kalpler için geçerli
olabilir. Böyle bir kalbi olan kimse her iki unsuru da müşahede eder; o rüzgar
ve fırtınaların gücünü gördüğü gibi, iman ışığının halini de görür. Kendini
rüzgarların coşkun esip geminin alt üstü olduğu bir günde o gemide bulunan,
parçalanan o gemiden denize düşüp rüzgarın kendisiyle oynadığı tahta üzerinde
bulunan bir kimse gibi görür. İşte hayrı murad edilen mü’min günah işlediği
zaman kendini böyle hisseder. Kendisi için hayırdan başka birşey murad edildiği
zaman ise o bir başka vadide dolaşır.
Kula bu kapı açıldığı zaman dünya tarihini,
milletlerin başlarına gelen olayları ve mahlukatın başından geçen maceraları,
hatta bugünkü insanlığın ve zamanın hal ve gidişatını yakinen müşahade eder ve o
zaman şu ayetlerin manalarını daha iyi anlar:
“Her nefsin kazandığını görüp gözetenle buna hiç
kadir olamayan bir olur mu?” (Ra’d,33)
ve:
“Allah, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri ondan başka ilah
olmadığına şehadet etmişlerdir. (O) Azizdir, Hakimdir.”
(Al-i İmran, 18)
Kainatta gördüğün her türlü
şer, acı, ceza, sıkıntı, kıtlık, insanın kendisine ve başkasına gelen musibetler
Allah’ın adaletle hükmetmesinin bir neticesidir. Bazen onu bir zalimin eliyle
gerçekleştirse dahi o fiil Allah’ın adaleti ve ölçülü hüküm ve iradesidir. O
zalimi o kimsenin başına musallat eden Allah adaletlilerin en adaletlisidir.
Nitekim Cenab-ı Allah yeryüzünde fesat çıkaranlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Bunlardan ilkinin zamanı gelince üzerinize güçlü, kuvvetli kullarımızı
gönderdik, bunlar evlerin aralarına girip (sizi) aradılar. Bu yerine getirilmesi
gereken bir vaad idi.” (İsra,5)
Günahlar zehirler gibi doğrudan doğruya zararlıdır.
Şayet onları iyileştirici ilaçlar alarak tedavi olmazsan iman gücü yok olur ve
kişiyi helak eder.
Nitekim bazı selef alimleri şöyle demişlerdir:
“Sıtma ölümün habercisi olduğu gibi günahlar da
küfrün habercisidir.”
İşte kulun günah işlediği zaman kalbinin
değiştiğini, kendisinden koptuğunu, kapıların yüzüne kapandığını, yolların sarpa
sardığını müşahede etmesi; akrabaları, çocukları, karısı ve kardeşlerinin
yanında hakir düştüğünü anlaması; durumun nereden kaynaklandığını araştırıp
sebepleri tespit etmesi kişinin imanını kuvvetlendiren gelişmelerdir.
Şayet bu
gidişten dönüp aksi istikamete yönelirse zilletten sonra izzet, fakirlikten
sonra zenginlik, hüzünden sonra sevinç, korkudan sonra emniyet, kalpte
zayıflıktan sonra güçlülük bulur, imanı artar. Kalbindeki iman sebepleri, burhan
ve delilleri taat halindeymişçesine güçlenir.
“Allah onların daha önce
işledikleri amelin en kötüsünü bile örtüp bağışlayacak ve yapmakta oldukları
güzel amellerin en güçlüsü ile mükafatlarını kendilerine verecektir”
(Zümer, 35) ayetinde zikredilenlerin zümresine
girer.
Bu bakışa sahip kişi, bakışındaki basiretini
derinleştirir ve bunun hakkını verirse, kalplerin derdini, dermanını bilen kalp
doktorlarından biri olur. Bu haliyle Allah hem ona, hem de dilediği diğer
kullarına faydalar sağlar.
Allah en doğru bilendir.
|