Bu, ilahi sevincin ihsan,
cömertlik ve iyilikle ilgisine baktığın zaman anlayacağın bir husustur. Bu
sevincin, O'nun uluhiyyeti ve Ma'bud oluşuyla bağlantısını düşündüğünde bu
idrak, senin için daha önemli ve daha büyük bir hadisedir. Bunu, ancak O'nu
seven seçkin kimseler idrak edebilir.
Allah (c.c) mahlukatı ancak
kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. Bu ibadet, O'na karşı beslenen
sevgi, teslimiyet ve itaati kapsar. Göklerin ve yerin yaratılmasının gerçek
sebebi budur. Yaratma ve emrin gayesi budur.
Düşmanların iddia ettiği gibi bunu
inkar etmek batıl ve abestir. Bu abesten Allah kendisini tenzih etmiştir. Bu
kişi; başıboş bırakıldığını sanır ki, Allah insanı başıboş bırakmadığını,
nefsini bundan tenzih ederek belirtir.
Allah Teala kendine ibadet ve itaat
edilmesini ister. Eğer kulları O'na sevgi beslemezler, itaat ve dua etmezlerse,
Allah onlara kıymet vermez.
Bu gayeyi gütmeksizin Allah'ın
onları yarattığını iddia eden biri kafir olur.
O'na ibadet, tevhid ve taat gayesinin dışında
yaratılmışlar ise, bu takdirde onların yaratılışı, abes, batıl ve başıboş olur.
Böyle bir durumdan, hükmedenlerin en mükemmel hükmedeni ve gerçek ilah olan
Allah yücedir.
Kul, yaratılış gayesi olan O'na itaat ve kulluğun
dışına çıktığında, Allah'a en sevimli gelen hallerin ve bütün mahlukatın
yaratılış amacının dışına çıkmış olur. Sanki bu kişi, başka bir husus için abes
olarak yaratılmıştır.
Toprak, kendisine atılan tohumu yeşertmeyip, onu
diken ve çalılığa çevirirse toprak yaratılış gayesinin dışına çıkmış olur. Fakat
yaratılış amacına dönüş yaparsa, onu yaratan ve
icat eden Varlığın en çok sevdiği amaca dönmüş ve yaratılış hikmetinin gereğine
uymuş olur.Böylece, abes, başıboşluk ve batıl olmaktan çıkar. Bundan dolayı
rabbinin ona olan sevgisi artar.
Allah çok tevbe edenleri ve çokça
temizlenenleri muhakkak ki sever. Bu sevgisi öyle bir sevinç doğurur ki, bu
sevinç düşünülebilenlerin en büyüğüdür. Eğer bu sevinci tarif edebilecek Rasulullah'ın
bildirdiğinden daha büyük bir sevinç örneği bu dünyada müşahede edilebilseydi
Allah Rasulü (s.a.v) onu da elbet bildirirdi. Fakat yolculuğu esnasında hayatını
sürdüreceği yiyecek ve içeceğini kaybedip bulmaktan ümidini kesen bir insanın,
bunu bulduktan sonra duyduğu sevinçten daha büyük bir sevinç yoktur. Çok sevdiği
bir şeyi kaybedip sonra ele geçiren kimsenin hissetiği sevinçten daha büyük bir
sevinç mevcut olmamıştır. İşte Allah Teala'nın kulun tevbesinden dolayı duyduğu
sevinç, bu kişinin sevinci gibi, hatta daha fazladır.
Çok sevdiğin birini düşün ki o
kimseyi düşmanın esir etmiş, sizi ayırmıştır. Biliyorsun ki düşman ona çok kötü
azap edecek ve her türlü işkenceyi yapacak. Sen ise ona çok düşkünsün. O senin
diktiğin bir fidandır ve onu sen büyüttün. Sonra bu dostun, düşmandan kurtulmuş
ve haberin olmadan ansızın sana gelmiş, beklemediğin bir anda kapıda
karşılamışındır. Sana yalvarıp, rızanı kazanmaya çalışmakta ve yardımını
istemektedir. Yüzünü, kapının eşiğinin toprağına sürmektedir. Onu kendine
seçmiş, sana olan yakınlığından dolayı ondan razı olmuş ve başkasına onu tercih
etmiş bulunduğun bu dostunu gördüğünde, nasıl da sevinirsin?
Bu durumda böylesine
sevinirsin. Halbuki onu yoktan var eden, onu yaratan ve ona bol bol nimet veren
sen değilsindir. Kulu yoktan vareden, onu yaratan, meydana getiren ve
nimetlerini ona yağdıran Allah (c.c)'dir. O, kulu üzerindeki nimetini tamamlamak
ister. Kulunun nimetlere mazhar olmasını, bu nimetleri kabul edip, Allah'a
şükürde bulunmasını, bu nimetlerin sahibini seven, O'na itaat ve ibadet eden,
düşmanına düşmanlıkta bulunan, bu düşmana kin besleyip onun emirlerini dinlemeyen
bir kul olmasını ister. Allah Teala kulunun kendisiyle dost olmasını, kendisine
itaat ve ibadette bulunmasını istediği gibi kulunun düşmanına karşı gelip
muhalefet etmesini de arzu eder. Allah'ın kulunun ibadet, itaat ve O'na
yönelmesinden duyduğu sevgiye, bu kulun O'nun düşmanına duyduğu düşmanlık, isyan
ve muhalefeti de eklenir. Bunu kulun elde etmesiyle birlikte, Allah Teala'nın
sevgisi de artar. İşte sevincin hakikati budur.
Daha önce gelen ilahi
kitapların birinde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sıfatlarından biri olarak şu
zikredilmiştir:
"Nefsimin kendisiyle sevindiği kulum".
Bu, Cenab-ı Hakk'ın ona
olan sevgisinin kemalindendir. Hz. Peygamber (s.a.v)'i, kendisinden dolayı
nefsinin sevdiği kullardan biri kılmıştır. O'nun istediği gibi en iyi biçimde
kendisine kulluk ettiğinde kuluna "gülmesi" de Allah'ın sevincinin ifadelerinden
biridir.
Cenab-ı Hak, sevinç ve
rızasından dolayı güler. Yatağından ve beraber yattığı sevgilisinin yanından
kalkıp O'nun hizmetine koşan, Kur'an okuyup O'na yalvararak kullukta bulunan
bir kimseye de aynı şekilde güler.
Arkadaşları düşmandan kaçmış
bir durumda iken, bu düşmanlara yönelip nefsini Allah'a satan ve kendini
düşmanların önüne atıp O'nun sevgisi ve rızası için ölen bir kişiye de Allah
güler.
Arkadaşları ile birlikte
giderken önlerine çıkıp dilenen bir kimseye para vermeden geçip de sonra onlardan
geri kalarak gizlice o dilenciye yardımda bulunan kişiye güler. Bu şekilde
kendisini Allah'dan -ki o kişiye de O vermiştir- başka kimse görmemiştir. Bu
gülmesi, o kişiyi sevmesi ve bundan dolayı sevinç duymasından kaynaklanmaktadır.
Kıyamet gününde karşılaştıklarında şehidin durumu da böyledir. Cesareti
sebebiyle ona karşı duyduğu sevinçten dolayı ona güler.
Bu sıfatların Allah'a isnadında
elbette bir mahzur yoktur. Bu öyle bir sevinçtirki ona hiçbir şey benzemez. Bu
öyle bir gülmedir ki, yine ona hiçbir şey benzemez. Bunların hükmü, rızasının,
sevgisinin, iradesinin ve diğer sıfatlarının hükmü gibidir. Yol aynı yoldur ve
sıfatların teşbihi veya ta'tili söz konusu değildir.
Bu sıfatların ispat edilmeyip,
ta'til yönüne gidilmesi ancak sırf zulüm, tenakuz ve oyalamadan ibarettir. Eğer
bu gerekli olsaydı, o zaman O'nun rahmet, irade, dileme, işitme, görme, bilme ve
diğer sıfatlarını da fonksiyonsuz kabul etmek gerekirdi. Neden bu sıfata lüzum
gerekiyor da diğer sıfatlara gerekmiyor? Akıl sahibi bir kimse aralarında fark
görme imkanı bulabilir mi?
Eğer öyle olsaydı, nasslarda
varid olan her sıfatın mutlak ispatı veya mutlak ta'tili (iptal) gerekirdi. Oysa
ki, delil sahipleri tenakuz kabul etmezler.
|