İnsanın, diğer yaratıklarda
bulunmayan bir özelliği vardır. Allah insanlığın babasını eliyle yaratmış, ona
ruhundan üflemiş, melekleri ona secde ettirmiş ve herşeyin isimlerini ona
öğretmiştir. Onun üstünlüğü meleklere ve ondan aşağı varlıklara açıklanmıştır.
İblis'i yanından kovmuş, kapısından uzaklaştırmıştır. Çünkü İblis secde
edenlerle birlikte onun için secde etmemiş ve ona düşman kesilmiştir.
İnsanlar arasında mü'min kişi,
genel manada insanların en hayırlısıdır ve alemler arasında seçkin bir hüvviyete
sahiptir. Allah bu kişiyi, üzerindeki nimetini tamamlamak,ardarda ihsanını
yağdırmak, aklına hayaline gelmeyecek nimetleri lütfetmek için yaratmış, kulunun
da ondan batini, zahiri, dünyevi ve uhrevi bütün bağış ve hediyelerini
dilemesini istemiştir.
Kişi bütün bunlara ancak O'nu sevmekle ulaşabilir. Bu
sevgiye de ancak O'na itaatle, O'nu diğer şeylere tercih etmekle ulaşılabilir.
Allah insanı kendine dost edinmiş ve sevdiği biri kendine geldiğinde onu seven
zengin cömert birinin o kişiye sunmayı tasarladığından çok daha fazla nimet
hazırlamıştır. İnsana emir ve nehiyleriyle vaatte bulunmuştur. Bu ahdinde
kendisine yaklaştırıcı, sevgisini ve ikramını artırıcı, onu kendisinden uzaklaştırıcı ve öfkelendirici ve nezdindeki değerini düşürücü hususları
belirtmiştir.
Allah tarafından sevilen
insanın bir düşmanı vardır ki, bu düşman, mahlukatı arasında O'nun en fazla kin
duyduğu bir varlıktır. İnsana olan düşmanlığını açıkça ortaya koymuş, kullarından,
gerçek dost ve Tapınılacak Zat'a değil de, dinlerinin, itaatlerinin ve
ibadetlerinin kendi adına yapılmasını istemiş ve hep kulları ile O'nun arasının
açılmasını arzulamıştır. Bu düşman, insanlardan bir kısmını kendine çekmiş ve bu
insanlar Rablerine karşı bu düşmana yardım etmişler, onunla dost olmuşlardır. Bu
insanlar, bu düşman ile beraber olup Allah'a düşman kesilmişler, O'nun gazabını
çeken çirkinliklere çağırmışlar, O'nun rablığına, ilahlığına ve birliğine itiraz
etmişler, O'nu, tekzib etmişlerdir. O'nun dostlarını fitneye düşürüp türlü türlü
metodlarla onlara eziyet etmişlerdir. Bunlar Allah'ın dostlarını yeryüzünden
kaldırmaya çalışırlar, üzerlerinde hakimiyet kurmaya gayret ederler, Allah'ın
hoşnut olup sevdiği herşeyi yok etmeye ve O'nun sevip hoşnut olduğu hususları
kaldırıp kızdığı tiksindiği işleri bunların yerine koymaya canla başla çalışırlar.
Allah Teala bu düşmanı, onun yollarını, işlerini ve nelere güçlerinin
yetebileceğini insanoğluna tanıtmış, onunla dost olmaktan, grubuna girmekten ve
onunla birlikte olmakdan insanları sakındırmıştır.
Cenab-ı Hak ahdinde şunları
haber vermiştir:
O, cömertlerin en cömerti, ikram edenlerin en çok ikram edeni
ve merhamet sahiplerinin en merhametlisidir. Rahmeti gazabından, sabrı
cezasından, affı yargılamasından daha fazladır. Mahlukatına nimetini bol bol
vermiş, rahmet duygusunu kendine vacib kılmıştır. O, ihsanı,cömertliği, bağışı ve iyilik
yapmayı sever. Bütün lütuf O'nun elindedir; bütün hayır O'ndadır; bütün
cömertlik O'na aittir. O'na en sevimli gelen şey şudur:
Kullarına cömert
davranmak; bol lütuf vermek; ihsan ve cömertlik ile onları abad etmek; nimetini
tastamam vermek ve bu nimetini de kat be kat artırmak; sıfat ve isimlerini
onlara tanıtmak ve nimet ve bağışlarıyla kullarını sevdiğin onlara göstermektir.
Allah'ı zatından dolayı
cömerttir ve her cömert kişinin cömertliğini O yaratmıştır. O kişinin
cömertliği, O'nun cömertliğe nisbetle zerreden daha küçük olduğu halde devamlı O
yaratır. Kayıtsız şartsız tek cömert O'dur ve bütün cömertlerin cömertliği
O'ndan kaynaklanır. O'nun cömertliğe, vermeye, ihsana, iyiliğe, nimet ve lütuf
vermeye karşı olan sevgisi insanların düşünebildiği yahut tahayyül edebildiğinin
çok üstündedir. Kulların vermesine, cömertlikte ve lütufta bulunmasına dair
sevinci, yani onu alana nisbetle kendisinin vermesinden duyduğu sevinç, o
kişinin sevincinden çok daha fazladır. O'na en çok ihtiyaç hisseden kimse,
şerefi en yüce olandır.
Kulun ihtiyacı arttıkça gelen bağışın değeri ve kulun
mertebesi artıyorsa, bunu verenin değeri ve bu bağışı yapanın ne kadar sevindiği
tasavvur edilebilirmi? Bağışta bulunan Allah Teala'nın; bu kula vermesinden
dolayı duyduğu sevinç, bunu elde eden kişiden çok çok fazladır. En yüce sıfat ve
değer Allah'a mahsustur.
İşte cömert olan Allah'ın insanlar karşısındaki durumu
budur. Allah'ın ihsan ve lütfuyla duyduğu sevinç, sürür ve ferahlık, ihsanı
alandan daha fazladır. Fakat bu bağıştan duyduğu hazla, alan kimse bu bağışı
veren kimsenin haz sevincini hissetmez. Bu durum ise, veren kimseye bütünüyle
muhtaç olduğu, bunun arkasından böyle bir yardımın garantisini hissedememesi,
yeniden ihtiyacı olacağından endişe etmesi ve bu veren kimsenin dengi ve ondan
daha düşük seviyede birinden yardım isteme zilletine duçar olma korkusundan
kaynaklanır.
Fakat bütün bunlardan yüce ve
münezzeh olan Allah hakkında böyle düşünülebilir mi? Bütün semavat ve yeryüzü
halkı, onların ilk ve son nesilleri, insan ve cinler, kuru ve yaş olanlar topluca
bir yerde buluşup O'ndan isteseler, her isteyene her istediğini verir ve bu da
O'nun sahip olduğu şeylerden zerre ölçüsünde bir şey eksiltmez.
O, zatından dolayı cömert, yine
zatından dolayı hayat sahibi, zatından dolayı alim (hakkıyla bilen), zatından
dolayı semi (hakkıyla işitici) ve basir (hakkıyla gören) dir. O'nun yüce
cömertliği, zatının gereklerindendir. Affetmek, O'na intikam almaktan, lütufla
muamele, adaletten, vermek vermemezlikten daha sevimli gelir.
Kendisi için yarattığı, her
türlü ikramı ona hazırladığı, onu başkasına üstün kıldığı, bilgisinin mahalli
kıldığı, kitap indirdiği, peygamberlerini gönderdiği, işine itina gösterip ihmal
etmediği ve başıboş bırakmadığı kulu ve sevgilisi insan, O'nun çizdiği yoldan
saparsa O'nun gazabına hedef olur. Yine bu insan, O'nu kızdıran ve tiksindiren
işleri yapar, O'ndan kaçar, düşmanı ile dostluk kurar, O'na yardım eder, O'nun
düşüncesine katılır, O'nun en çok hoşuna giden nimet ve ihsanda bulunma yolunu
tıkar ve böylece O'na cezalandırma, öfkelenme ve intikam alma yolunu açarsa,
cömert ve ikram sahibi, cömertlik, ihsan ve iyilikde bulunma sıfatlarıyla
vasıflanmış olan Allah Teala'dan bu sıfatların zıdlarıyla kendisine muamelede
bulunması için O'nu davet etmiş olur.
Böylece o kişi, O'nu gazablandırmayı, öfkelendirmeyi, O'nun intikam almasını; hoşnud olması yerine gazablanması, öfkelenmesi; keremi, iyiliği ve bağışı yerine
intikam ve cezalandırmasını tercih etmiş olur. İsyan etmekle, O'nun daha çok
sevdiği fiillerde bulunmak yerine sevmediği fiillerle ona mukabelede bulunmasını,
cömertlik ve ihsan gibi zatının gereklerinden olan sıfatların zıddıyle karşılık
vermesini istemiş olur.
Allah'ın kendisine yakın
kıldığı ve ikramını tahsis ettiği bu insan, O'ndan firar etmiş, isyan etmiş,
ikramını reddetmiş ve düşmanına meyletmiştir. Halbuki O'na şiddetle muhtaçtır ve
bir an bile O'ndan müstağni kalamaz.
Bazen Allah'ın sevdiği insan,
düşmanla birlikte olup onun taatinde ve hizmetinde bulunduğu bir halde
efendisini unutmuş ve düşmanına adım uydurmakta aşırı bir gayret göstermiştir.
Bu haliyle o kişi, efendisinin sevdiği fiillerinin zıddiyle kendisine mukabelede
bulmasına davette bulunmuştur. Fakat sonra kendisine bir fikir doğmuş,
efendisinin iyiliğini, merhametini, cömertliğini ve ikramını hatırlamış, O'ndan
kaçışın olmadığını ve dönüp varacağı yerin O olduğunu, şerefinin O'na bağlı
olduğunu kavramıştır. Eğer kendi arzusuyla O'na yönelmezse, çok daha kötü bir
halde O'na götürüleceğini idrak eder. Ve böylece düşmanının yurdundan,
Efendi'sine koşar.
Bu konuda büyük gayret sarfederek sonunda O'nun kapısına
ulaşır, yüzünü eşiğine koyar ve zavallı, yalvaran,korkak, ağlar ve üzgün bir
şekilde o eşiğin toprağını yastık yapar. Rabbine yalvarır, merhametini,
acımasını ister ve O'ndan özür diler. Eliyle kendini O'nun huzuruna atar, O'na
boyun eğer ve boynunun ipini ona verir. Yularını O'na teslim eder. Efendisi,
kalbinde olanı bilmektedir; o kişiye olan gazabı ondan hoşnut olmaya, ona karşı
duyduğu sert his merhamete dönüşür. O kişiye vereceği cezayı affa, vermemezliği
vermeye, onu yargılamayı sabra tebdil eder.
Kul efendisine dönüp O'na gereği
gibi tevbe etmiş, güzel isimleri ve yüce sıfatları ile O'na yönelmiştir. Bu
duruma Efendisi nasıl sevinmesin? Sevdiği insan kendi istek ve arzusuyla O'na
dönmüş, Efendisinin rızası ile yine O'na müracaat etmiştir. Kul, gazab, intikam
ve cezalandırma yollarına nispetle O'na daha sevimli gelen O'nun iyilik, ihsan
ve cömertlik yolunu açmıştır.
Bu konuda ariflerden birinden
nakledilen meşhur bir hikaye vardır:
Bu arif zat, bir gün efendisine isyan eder
ve kaçar, sokakların birinde açık bir kapı gözüne takılır, kapıdan yardım
isteyerek ağlayan bir çocuk çıktığını görür. Arkasında annesi onu
kovalamaktadır, çocuk evden dışarı kendini atar. Annesi kapıyı yüzüne kapatır ve
içeri girer. Çocuk çok uzağa gitmez, düşünceli bir şekilde durur. Çıkarıldığı
evden başka kendine sığınacak ne bir yer, ne de annesinden başka kendini
koruyacak birisi yoktur. Kalbi kırık, üzüntülü bir vaziyette geri döner. Kapıyı
açmaktan korkar ve kapı eşiğine yükünü koyup orayı yastık edinir ve uyur. Sonra
annesi dışarı çıkar. Oğlunu bu vaziyette görünce onun haline dayanamaz üstüne
kapanmaktan kendini alıkoyamaz. Boynuna sarılır, onu öper, ağlar ve şöyle der:
Çocuğum! Beni bırakıp nereye gidiyorsun, seni benden başka kim koruyacak? "Bana
karşı gelme! Sana karşı merhamet, şefkat ve iyiliğini istemek üzere yaratılmış
olan tabiatımın zıttıyla -bana isyanından dolayı- sana mukabelede bulunmaya beni
zorlama!" diye sana söylemedim mi? Sonra onu alır ve içeri götürür.
Şimdi bu annenin şu sözünü
düşün:
"Bana isyan etmenden dolayı, merhamet ve şefkat göstermek üzere
yaratılmış olan tabiatımın zıttıyla sana davranmak zorunda bırakma beni."
Yine Rasulullah (sav)'in şu
hadisini hatırla:
"Allah'ın kuluna olan merhameti, annenin çocuğuna duyduğu
merhametten daha fazladır". (Buhari, Edeb,18; Müslim, Tevbe,22)
Allah'ın herşeyi
kuşatan rahmeti yanında, annenin merhameti nerede kalır?
Kul yaptığı isyanla O'nu
öfkelendirdiğinde, bu rahmetin kendine değil de başka tarafa yönelmesini istemiş
olur, fakat tevbe ederse Allah'ın rahmetini, O'nun sevdiği ve kul için de daha
uygun olan tarafa çekmiş olur.
Bu küçük misal bile seni,
Allah'ın kulun tevbesine karşı duyduğu sevincin sırrına vakıf kılmaya yeter. Bu
sevinç, bulmaktan ümidini kestikden sonra çölde devesini bulan kişinin
sevincinden daha fazladır.
Bu noktadan ilerisini kelimeler
ifade edemez ve zihinler inceliğini anlayamaz
Allah'ın sıfatlarının
fonksiyonsuz olduğunu kabul etmekten (ta'til) ve teşbihden kaçın!
Çünkü bu ikisi
de çirkin görülmüş ve ruhen hasta insanların gezindiği bir sahadır. Bu iki
alanda O'nun emrinin güzel kokusu ve nefesi hissedilmez. Bu iki durumun meydana
getirdiği nezle, tat alma duyusunu bozduğu gibi koku alma duyusunu da tahrip
eder. İmanın tadını alamaz ve güzel kokusunu duyamaz. Büsbütün mahrum kimse,
kendisine zenginlik ve hayır sunulduğu halde onu kabul etmiyen kimsedir.
Allah'ın verdiği nimeti engelliyecek bir mani veya vermediğine verecek bir kimse
yoktur. Lütuf Allah'ın elindedir ve dilediğine verir. Allah büyük lütuf
sahibidir.
|