Dileme ve sevgi konusuna
gelince, bunlar arasında fark bulunduğuna, Kur'an,sünnet, akıl, fıtrat ve
müslümanların icmaı delalet etmektedir.
Allah Teala şöyle buyurur:
"Kendilerine hainlik edenleri savunma; çünkü
Allah hainliği meslek edinmiş günahkarları sevmez. İnsanlardan gizler de
Allah'tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, O'nun razı olmadığı sözü düzüp
kurarken O, onlarla beraberdir. Allah onların yaptıklarını kuşatıcıdır."
(Nisa, 107-108)
Allah Teala bununla, onların gece yarısı düzdükleri
yalan, iftira, yalancı şahitlik, suçluyu temize çıkarma gibi sözlere razı
olmadığını bildirmiştir.
İşte ayet, böyle bir durumda
nazil olmuştur ve bütün bunlar onun dilemesi dairesindedir. Çünkü bütün müslümanlar icma etmişlerdir ki, O'nun dilediği olur, dilemediği olmaz. Bu
konuda, onun dilediği olmaz, dilemediği olur, diyen bu ümmetin mecusileri olan
Kaderiyye mezhebinden başka muhalefet eden çıkmamıştır.
Ayeti, "vukuunu istemekle
beraber, dinen ondan razı olmaz" şeklinde tevil edenlerin görüşü ise, Allah'ın
kelamının kendisinden korunması gereken bir te'vildir. Çünkü bunlara göre mana
su şekildedir:
"O işin olması Allah tarafından istenmiştir. Fakat yapan ondan
sevap almaz. Bu dilemeyle istenmiş, fakat şer'an sevabı olmayan bir iştir."
Bu konuda selef imamlarının
görüşü ise şöyledir:
O iş, Allah tarafından sevilmeyen, şeriat ve kıymetçe de
çirkin olan bir iştir. Ancak yine de O'nun dileme ve kazasıyla vücut bulur. O
hoşuna gideni de gitmeyeni de yaratır. Nitekim bütün varlıklar O'nun mahlukudur.
Bunlar arasında, İblis ve ordusu ve diğer habis varlıklar gibi, kızdığı ve
hoşlanmadığı varlıklar olduğu gibi, nebi ve rasuller, melekler, veliler gibi
sevip razı olduğu varlıklarda vardır. Aynı şekilde bütün fiillerde O'nun
mahlukudur. Onlar arasında da hoşlandığı ve hoşlanmadığı fiiller mevcuttur.
Sevip hoşlanmadığı fiilleri yaratmasında da Allah'ın bir hikmeti vardır.
Allah Teala şöyle buyurur:
"Allah fesadı sevmez."
(Bakara, 205)
Bununla birlikte o fesat da O'nun dilemesi,
kaza ve kaderi dairesinde cerayan eder.
Yine başka bir ayette:
"Eğer inkar
ederseniz, Allah size muhtaç değildir, O kullan için küfre razı değildir. Eğer
şükrederseniz O'ndan razı olur" (Zümer, 7) buyurmaktadır.
Küfür de şükürde O'nun
dileme ve kaderi ile meydana gelmektedir. Ne var ki biri istenen ve razı olunan
bir fiildir, diğeri buğzedilen ve istenmeyen bir fiildir.
Aynı şekilde, şirk, zulüm,
kötülükleri ve kibirden nehyettikten sonra:
"Bütün bunlar, rabbin katında günah
ve çirkin olan şeylerdir" (İsra, 38) buyurmuştur.
Bunlar da, meydana gelmesi
O'nun dilemesi kaza ve kaderiyle olmakla birlikte, O'nun nezdinde çirkin olan
şeylerdir.
Nitekim, Sahih'te Nebi
(s.a.v)'den rivayet edilen bir hadiste şöyle geçmektedir:
"Allah sizin için şu üç
şeyden hoşlanmaz: Dedikodu, (gereksiz yere) çok soru sormak, malı zayi etmek."
(Buhari,
Zekat, 53; Müslim, Akdiye, 12-13)
Bu da dilemenin alakalı olduğu mevcut bir şeyin
çirkin bulunmasıdır.
Müsned'de de şöyle bir hadis yer
alır:
"Allah, yasaklarının çiğnenmesinden hoşlanmadığı gibi, emirlerinin
tutulmasından hoşnud olur." (Müsned, II, 108)
İşte bu da mevcut iki işin
istenmesi ve çirkin bulunmasıdır. Dileme noktasında birleşmişler, hoşnud olma ve
olmama noktasında ayrılmışlardır. Bunun Kitab ve sünnette, sayılmayacak kadar
çok örneği vardır.
"Hiddetinden-rızana sığınırım"
ifadesinin izahı:
Allah kullarının fıtratına şu
sözleri yerleştirmiştir:
"Bu Allah'ın sevdiği bir fiildir. Bu hoşlanmadığı bir
fiildir. Falan Allah'ın sevmediği bir iş yapmaktadır."
Kur'an, O'nun hiddetini
ve düşmanlarına kızgınlığını ifade eden ayetlerle doludur. Bu onunla birlikte
bulunan bir sıfattır ki, azab ve lanet onun üzerine terettüp eder. Yoksa hiddet
bizzat azap ve lanetin kendisi değil aksine bunlar o öfke ve hiddetin neticesi
ve gereğidir. Bu sebeple bunlan birbirinden ayırmıştır. Nitekim bir ayet-i
kerimede:
"Kim kasden bir mü'mini öldürürse, onun cezası ebediyyen cehennemde
kalmaktır. Allah ona hiddetlenmiş ve lanet etmiş, onun için büyük bir azab
hazırlamıştır" (Nisa, 93) buyurulur.
Burada Allah, azabıyla, hiddet ve lanetini
birbirinden ayırmış, ayrı ayrı zikretmiştir.
Peygamberimizin dualarından
biri de:
"Ya rab! Hiddetinden
rızana, cezandan affına, senden yine sana
sığınırım" (Müslim, Salat, 222; Ebu Davud, Salat, 125) duasıdır.
Öyleyse, Rasulullah'ın duasında
hiddet sıfatından rıza sıfatına, ceza fiilinden af fiiline sığınması (istiaze)
üzerinde düşün!
Bunlardan birincisi sıfatından,
diğeri ona terettüp eden neticeden sığınmadır. Bunların her ikisini de Allah'ın
zatında birleştirmiştir. Ve bunlar başkasına değil yalnız Allah'a ait
hususlardır.
Bu demektir ki:
Kendisinden sığınmam yine senin dileme ve iradenle
meydana gelmektedir. Kendisine, yani senin rıza ve affına sığınma da yine senin
dileme ve iradenledir.
Kulundan razı olmak, onu affetmek ister veya ona kızmak
ve cezalandırmak istersen, hoşlanmadığım ve korktuğum şeylerden sığınmam da,
sığınmamam da hep senin elinde, senin dilemen dairesindedir.
Sevilen ve
sevilmeyen herşey senin kaza ve dilemen dairesindedir.
Senden yine sana sığınmam, senin güç, kuvvet,
kudret, adalet ve hikmetin dairesindeki şeylerden yine senin güç, kuvvet,
kudret, rahmet ve ihsanına sığınmam demektir.
Senin dışındakinden senin dışındaki bir varlığa
sığınmam. Senin dileme ve yaratmanla sadır olan bir şeyden, senin dışında bir
varlığa sığınmam mümkün değildir. Çünkü o da sendendir. Senin dileme ve kazanla
ortaya çıkmış bir şeyden, senin dışında bir varlığa sığınamam. Çünkü beni
dilemenle, yine senin dilemenle ortaya çıkmış şeylerden koruyacak olan sensin.
Öyleyse senden yine sana sığınırım.
Bu ifadelerdeki, tevhid,
marifet ve kulluk gibi manaları, Allah'ı bilme, O'nu ve kulluğunu tanıma
konusunda kökleşmiş olanlar dışındakiler anlayamazlar.
Biz burada bu manalardan çok
azına işaret ettik. Geniş izahlara girişecek olsak herhalde büyük bir cilt
tutar. Fakat buna gerek yok, sana kapı açılmıştır. Bu kapıdan girersen, gözlerin
göremediği, kulakların işitmediği, insanın hayal bile edemediği şeyler görürsün.
Hülasa, kainatın, zat, sıfat ve
fiil olarak Allah tarafından istenen, hoşnud olunan ve istenmeyen, buğzedilen,
kızılan olmak üzere kısımlara ayrılması, akıl, nakil, fıtrat, kıyas gibi bütün
deliller açısından da bilinen bir husustur. Kim bunları bir tutarsa, Allah'ın
kullarını kendisine göre yarattığı fıtratına da, akla da nakle de muhalefet etmiş
ve peygamberlerin getirdiği hakikatlerin dışına çıkmış olur.
Yoksa Allah'ın dünya ve
ahirette koyduğu isabetli cezaların bu kadar çeşitli olmasının, kullarına
bunları
göstermesinin sebebi ne olabilir?
Kötülük işleyenlere şiddetli bir öfke ve
hiddet göstermemiş olsaydı, O'nun o işi çirkin bulması ve buğzetmesi de o kadar
şiddetli olmazdı. Bu çirkin bulma ve buğzetme de çeşit çeşit çirkinliklerin
ortaya çıkmasına sebep olmazdı.
Aynı şekilde, onun sevdiği ve razı olduğu
fiillerin olmasını istemesi de, yapılması istenen çeşitli iyiliklerin meydana
gelmesini gerektirir. O'nun bu alemde dostlarına ikram ettiğinin görülmesi,
onlara nimetini tamamlaması, yardım etmesi, onları aziz kılması, düşmanlarını
rezil edip cezalandırması, onların kötülükleri işlemesi, onun sevgi ve buğzunun,
çirkin buluşunun en açık delillerinden biridir.
Hatta dostlarına dost,
düşmanlarına düşman olması onun sevgi ve buğzunun ta kendisidir.
Çünkü dostluğun
esası sevgi, düşmanlığın esası buğz (sevgisizlik) dur.
Şu halde sevme ve sevmeme, çirkin bulma,
sıfatlarının inkarı demek, dostluk ve düşmanlığın esasını inkar etmek demektir.
Özetle, kalplerin O'nun sevgi ve hoşnutsuzluğunu
müşahede etmesi, gözlerin O'nu yüceltme ve alçaltmasını müşahede etmesi gibidir.
|