Dinlemenin İkinci Çeşidi

 

İkinci çeşit dinleme, Allah'ın buğzedip hoşlanmadığı, dinlemeyenleri ise övdüğü dinlemedir. Kulun kalp ve dinine zarar veren herhangi bir şeyi dinlemesi bu türdendir. Mesela batıl olan bir şeyi dinlemek böyledir. Meğer ki, onu reddetmek, ortadan kaldırmak, ondan ibret almak niyetiyle yapılmış, zıddının güzelliğini görmek maksadıyla işlenmiş olsun. Çünkü, bir şeyin güzelliği onun zıddıyle ortaya çıkar. Nitekim bir beyitte şöyle denmektedir.

Senin konuşmanı dinlediğim zaman,

Başkalarının sözlerine olan sevgim artar.

Şu ayetlerde dinlemeyenin ve kendisini dinlemekten uzak duranların övüldüğü boş laflara işaret edilmektedir:

"Boş laf (konuşanlar) a rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler" (Furkan, 72),

"Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler." (Kasas, 55)

Muhammed b. el- Hanefiyye bu ayetlerde zikredilen boş sözün müzik ve şarkı olduğunu söylemiştir.

Hasan el- Basri ve diğer bazı müfessirlerise, "nefislerini onu dinlemekten alıkoyarlar", şeklinde tefsir etmişlerdir.

İbn Mesu'd şöyle demiştir.

"Su nasıl ot bitirirse, şarkı da kalpte öyle nifak bitirir."

Bu, şarkının etki ve neticesini bilen arif bir kimsenin sözüdür. Zira kim şarkı ve müzik dinlemeyi adet edinmişse mutlaka o kişinin farkında olmadan, kalbine nifak girmiştir. Şayet o münafıklığın mahiyet ve özünü bilecek olsa, onu kendi kalbinde görecektir. Çünkü hangi kulun kalbinde şarkı ve Kur'an sevgisi bir araya gelecek olsa, mutlaka biri diğerini oradan boğup çıkarır. Nitekim, biz ve birçok kimse, müzik icra eden, şarkı söyleyen ve dinleyen kimselere Kur'an'ın ağır geldiğini, ondan sıkıldıklarını, biraz uzatacak olsa Kur'an okuyana kızıp bağırdıklarını, kalplerinin okunan ayetlerden hiçbir tesir olmadığını çok görmüşüzdür.

Aynı kimseler Şeytanın Kur'an'ını dinledikleri zaman ise, nasıl da sesleri açılır, pür dikkat kesilirler. Kalpleri sükun bulup yatışır, ağlar, coşarlar, paralara, elbiselere, uykusuzluklara aldırmaz, gecenin daha da uzamasını isterler! Eğer bu nifak değilse, mutlaka onun kardeşi ve esasıdır.

Nitekim şairin biri şöyle demiştir:

 

Kur'an okunur, başlarını eğerler.

Korkularından değil fakat gaflet ve zihni meşgul bir halde eğmedir.

Şarkıya gelince sinek gibi hoşlanırlar.

Vallahi Allah için oynamazlar!

Def, ney ve bir şarkıcının nağmesi...

Hiç ibadetin eğlenceyle olduğunu gördün mü?

Emir ve nehyi ihtiva ettiğini gördükleri için kitap onlara ağır gelir.

Kaçınmaksızın, şarkının eğlenceye alet olmasını görmeleri onlara daha hafif gelir.

Muhammed'in dinine bunlardan daha zararlı, daha cür'etkar ve sarsıcı hangi fırka vardır?

Yasak fiilleri korkutup sakındırmak suretiyle ifade ettiği için ,onu şimşek ve gök gürültüsü gibi dinlerler.

Onu nefsin şehvetleri önündeki en büyük engel olarak görüp, nefislerine hayıflanırlar.

Şarkı ve müzik dinleme ise nefsin isteklerine uygun gelir. Onun için ona büyük değer verirler.

Cahil ve gaflet içinde olan bir kimse nazarında bile hevasına  yardımcı olan ile onları engelleyen bir değildir.

Şarkı dinlemek, cismin şarabı değilse de, herhalde aklın şarabıdır.Ona benzeyen bir şeydir.

Çakırkeyf olan kimseyi bir içerken, bir de oynarken seyret.

Onun eğlenen kalbini paçaladıktan sonra, bir de elbiselerini parçalayışına bak,

Sonra da hangi şarabın Allah katında haram kılınmaya daha layık olduğuna hüküm ver.

 

İnsanın tabiatı ve nefsi ile işlemiş olduğu bir dinleme fiili Allah adına, Allah için, Allah'tan dinlemekten nasıl daha faydalı olabilir? Şayet onlar o şiir ve şarkı dinlemenin de böyle olduğunu iddia ediyorlarsa, büyük bir yanılgı içindedirler. Çünkü Allah adına, Allah için ve Allah'tan başka dinlememe ancak O'nun sevdiği ve razı olduğu şeyi dinlemekle olur. Nitekim bunun içindir ki, biz bu meselede her-şeyden önce dinlenen şeyin şekil, mahiyeti ve mertebesinin bilinmesi gerektiğini ileri sürüyoruz.

Allah Teala her şeye ayrı bir değer vermiştir. Şüphesiz Allah şarabı, nasibi, zevk ve vecdi Kur'an ayetlerini dinlemek olan bir kulu ile şarabı, nasibi, zevk ve vecdi şarkı ve şiir dinlemek olan kimseyi hiçbir zaman bir tutmaz.

Bu tür dinleme fiillerini işleyenlerin bunun tasavvuf yolu ve mubah olduğu hususunda bazı deliller ileri sürmeleri son derece şaşırtıcıdır. Diyorlar ki: Bu tür şeyleri insan tabiatı hoş buluyor, nefis lezzet alıyor ve okşanıyor. Nitekim çocuklarda güzel sesten hoşlanırlar. Develer de yol yorgunluğuna, yükün zorluğuna şarkı ile katlanırlar. Kaldı ki, güzel ses Allah'ın insana bir lütfü ve ikramıdır. Aynca Cenab-ı Allah,çirkin sesi zemmetmiş:

"Seslerin en çirkininin eşek sesi olduğunu" (Lokman, 19) beyan etmiştir. Cennet ehlinden bahsederken de:

"Onlar (çiçekli, ırmaklı) bir bahçe içinde neşelendirilirler" (Rum, 15) buyurmuştur.

Cennette yaşanacak olan neşe, güzel sesleri dinlemekle de olacağına göre o nasıl haram olabilir? Keza Allah Teala güzel sesli olan peygamberin Kur'an okumasını dinlemeye izin vermiş ve hatta emretmiştir. Hz. Peygamberde Ebu Musa el- Eşari'yi dinlemiş, onun sesinin güzelliğini överek:

"Buna Davud Peygamberin mizmarlarından bir mizmar verilmiştir" (Buhari, Fedailu'l- Kur'an, 31; Müslim, Salatu'I- Müsafırin, 235; İbn Mace, İkame, 176) demiştir.

Ebu Musa da bunun üzerine: "Sizin dinlediğinizi bilseydim, onu süsler ve daha güzel okurdum" (İbn Hacer, Fethu'l- Bari, XIX,112) diye cevap vermiştir.

Aynca Hz. Peygamber (s.a.v):

"Kur'an'ı seslerinizle süsleyiniz" (Ebu Davud, Salat, 355; İbn Mace, İkame, 176; Müsned, IV, 285,296,304),

"Kur'an'da teğanni yapmayan bizden değildir" (Buhari, Tevhid, 44) buyurmuştur. Sahih olan görüşe göre, buradaki teğanni onu güzel sesle okumak demektir.

Nitekim Ahmed b. Hanbel de bu hadisi bizim gibi tefsir etmiş ve:

"Mümkün olduğu kadar, onu güzel sesle okumaktır" demiştir.

Yine Peygamberimiz (s.a.v) Aişe'nin (r.a) yanında bir bayram günü iki cariyenin şarkı söylemelerini hoş karşılamış ve Ebu Bekir'e (ra)

"Bırak onları. Her milletin bir bayramı vardır. Biz müslümanların bayramı da budur" (Buhari, İydeyn, 3; Müslim, Salatu'l-İydeyn, 16) buyurmuştur.

Bir düğünde şarkı söylenmesine izin vermiş; (Buhari, Nikah, 63) deve sürüsüne söylenen türküleri dinlemiş ve ona müsaade etmiştir. (Buhari, Edeb, 116; Müslim, Fedail, 70) Hendek savaşından önce, hendek kazarken huzurunda şu şiiri söyleyen ashabı ve Enes'i dinlemiştir.

"Biz yaşadığımız müddetçe daima cihat edeceğimize dair Muhammed'e bey'at edenleriz." (Müslim, Cihad, 130-131)

Hz. Peygamber Mekke'ye girdiği sırada recez söyleyen biri, onun huzurunda şair Abdullah b. Revaha'mn bir şiirini okuyordu. (Buhari, Cihad, 161)

O Hayber'den ayrıldığı sırada bir deve çobanı yine onun şiirini okuyor ve şöyle diyordu:

Vallahi, Allah olmasaydı biz ne hidayete erer, ne zekat verir ve ne de namaz kılardık.

Ya Rabbi,bize iç huzuru ver, onlarla karşılaşırsak ayaklarımızı sabit kıl.

Bize zulmedenler eğer bir fitne çıkarmak isterlerse biz kaçınırız.

Biz eğer çağrılsak geliriz. Onlar çağırarak bizden yardım isteseler yardım ederiz.

Biz senin lutfundan müstağni değiliz.

Bu şiirleri dinlerken Rasulullah onu okumakta olan kimseye duada bulunmuştur. (Buhari, Edeb, 90)

Keza, Kab b. Zuheyr'in kasidesini dinlemiş ve ona bir hırka hediye etmiştir. Esved b. Seri'den Allah'a hamd etmeye dair kasidelerini, Umeyye b. Ebi's- Sait'in şiirlerinden yüz beyit kadar okumasını istemiştir.

Şair A'şa da kendisine bir şiirden beyitler okumuş ve Rasulullah da onu dinlemiştir.

"Şu bilinmelidir ki, Allah'tan başka her şey batılıdır" diyen Lebid'i tasdik etmiştir.( Buhari, Edeb, 90; Müslim, Şi'r, 2; Tirmizi, Edeb, 70)

Şiirlerini beğendiği Hassan b. Sabit'e

"Kendisini müdafaa eder tarzda şiir söylediği sürece Allah'ın onu Ruhu'1- Kudüs ile desteklemesi" için dua etmiş (Tirmizi, Edeb, 70; Ebu Davud, Edeb, 95) ve ona şöyle demiştir:

"Hücum et. Ruhu'l- Kudüs seninle beraberdir." (Buhari, Meğazi, 30; Müslim, Fedailu's- Sahabe, 53; Müsned IV, 286)

Hz. Aişe ona Ebu Kebir el - Hüzeli'nin şu beyitlerini okumuştur:

"O, hayzın her türlü kalıntısından, süt emziren kadın zararından, emzirmekte iken hamile kalmak hastalığından kurtulandır." (Şiirde geçen "ğubbar" kelimesi kalıntı ve artık manasına gelmektedir. Nitekim dişte kalan süt izlerine de bu isim verilmiştir. "Muğil" kelimesi ise, süt emzirirken hamile kalan kadına verilen isimdir. Eskiden Araplar, bunun emzirilen çocuğa zarar verdiğine inanırlardı. Bu ifade "müşkil hastalık" yani şifasız dert şeklinde de nakledilmiştir. Şu halde şiirin manası şöyledir: Annesi ona, temiz ve hayız kalıntısı olmadığı halde hamile kalmış ve herhangi bir hastalık miras bırakmaksızın dünyaya getirmiştir)

Yine Aişe validemiz:

" Onun yüzündeki parıltılara baktığım zaman, yüzü ufuktaki bulutla parlayan şimşek gibi parlar" tarzında bir beyti okuduktan sonra"

 Sen bu şiirdeki iltifatlara daha layıksın demiş, Rasulullah ise bu sözlerden memnun olmuştur.

Bu tür şarkı, müzik ve şiirlerin dinlenmesine İbn Ömer, Abdullah b. Ca'fer ve Medine ehli izin vermişlerdir; birçok veli kimse bu tür meclislere katılıp dinlemişlerdir. Dolayısıyla bu tür şeyleri dinlemenin haram olduğunu iddia edenler o önder zevatı bu tür haramları işlemekle itham etmiş olurlar.

Öte yandan, cıvıl cıvıl ötüşen güzel sesli kuşları dinlemenin caiz olduğu hususunda icma vardır. İnsan sesi dinlemek ise ondan daha mubah, hiç olmazsa onun kadar mubah olmalıdır.

Aslında, herhangi bir şeyi dinlemek, dinleyen kimsenin ruh ve kalbini sevdiğinden yana doğru meylettirir. Eğer sevilen şey aslında haram olan bir şey ise, onunla ilgili şeyleri dinlemek kişiyi o haram şeye doğru iter. Şayet sevilen şey mubah ise, onunla ilgili bir şeyi dinlemek de mubah olur. Şayet kulun sevgisi rahmani ise onunla ilgili bir şeyi dinlemesi ibadet ve taat olur. Çünkü o şeyi dinlemek, o rahmani muhabbeti harekete geçirir, güçlendirir ve coşturur.

Ayrıca kulağın güzel bir sesle zevk alması ile gözün güzel bir manzarayla, burnun güzel kokuları dinlemeyle ve ağzın tatlı yemekleri tatmakla aldıkları zevk arasında bir fark yoktur. Şayet güzel bir sesi dinlemek haram ise zevklerin ve idraklerin hepsinin de haram olması gerekir.

Bütün bu istidlallere verilecek cevap şudur:

Sizin bu tutumunuz hedeften sapma ve tartışma konusundan uzaklaşma, konuyu hiç alakası olmayan noktalara kaydırmadan başka bir şey değildir. Çünkü, bir şeyin duyu organlarına zevk vermesi ve onları okşaması onun ne mubah, ne haram, ne mekruh ve ne de müstehap olmasını gerektirir. Çünkü, beş duyu beş dini hükmün, yani haram, vacip, mekruh, müstahap ve mubahın herhangi birinden lezzet alabilir. Dolayısıyla, delil ve istidlal şartlarını ve alanlarını bilen bir kimsenin, beş duyuyu okşamasıyla bir şeyin mubah olduğuna hükmetmesi mümkün değildir.

Böyle bir çıkarımda bulunmak, zina eden bir kimsenin o fiiliyle aldığı zevkten dolayı zinanın mubah olduğuna hükmetmek gibi değil midir? Çünkü, zinanın kişiye zevk verdiğini sağlıklı bir yapıya sahip olan hiç kimse inkar edemez. Bir şeyin taşıdığı lezzet ve hoşluk sebebiyle, onun helal olduğuna hiç kimse hükmedemez, Haram olan şeylerin çoğu lezzet ihtiva etmezler mi? Mesela, çalgı aletlerinin sesleri kulağa hoş gelen tatlı sesler değil midir? Oysa onların haram olduğuna ve ileride müslümanların onları helal sayacaklarına dair sahih hadisler vardır. Ulema çalgı seslerinin bir kısmının haram olduğu hususunda ittifak etmiş, hatta çoğu ulema bütün çalgıların haram olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca deve ve çocukların güzel sesten hoşlanmaları, onun mubah veya haram oluşuna nasıl bir delil teşkil edebilir?

Asıl tuhaf olan da Allah'ın güzel sesi yaratmış olması, onun Allah tarafından sahibi olan kimse için ilave bir nimet olmasıyla güzel sesleri dinlemenin mubah olduğuna hükm edilmesidir.

Onlara sormak lazımdır: Güzel bir yüz de ilave bir nimet değil midir? Onu da Allah yaratmamış mıdır? Acaba, bu hal her halükarda ona bakıp lezzet almanın mubah olduğuna delalet eder mi? Böyle bir tutum, insanın tabiatını esas alan İbahiyecilerin tutumundan başka bir şey değildir.

Cenab-ı Allah'ın merkep sesini zemmetmesi kafiyeli nağmeleri, hoş sarkıları dile getiren sanatçıların, çalgı aletlerinin güzel seslerinin mubah olduğuna nasıl delalet eder?

Ne tuhaftır ki, bu kimseler cennet ehlinin, cennette güzel sesleri dinleyecek olmalarıyla, bu dünyada iken bu tür şeyleri dinlemenin mubah olduğuna hükmetmektedirler. Ancak nedense cennet ehlinin cennette içki içmesi ve ipekli elbise giymesiyle onların bu dünyada da mubah olduklarına hükmetmemişlerdir. Cennette altın ve gümüş kaplar kullanmanın, erkeklerin onları takınmalarının vaki olmasından dolayı, burada da bunların caiz olduğunu ileri sürmemişlerdir.

Şimdi onlardan biri bu dünyada altın vb. haram olduğuna dair nakli delil bulunduğunu fakat o tür sesleri dinlemenin haramlığına dair böyle açık bir delil söz konusu olmadığını iddia edebilir.

Buna cevaben deriz ki, bu gibi şeylerin cennet ehline mubah olmasından hareketle yapılan istidlalden farklıdır. Bu da sizin o tür şeylerin cennet ehli için mubah olmasıyla yaptığınız istidlalin batıl ve kabul edilmez bir şey olduğunu gösterir.

"Güzel sesleri dinlemenin haram olduğuna dair nakli bir delil olmadığı" tarzındaki iddinıza gelelim. Acaba hangi dinlemeyi ve ne tür şeyleri kastediyorsunuz? Çünkü dinleme de, dinlenen şeyler de haram, mekruh, mubah, vacip ve müstahap gibi türlere ayrılırlar. Siz bunlardan hangi türü kasdettiğinizi belirleyiniz ki, üzerinde olumlu veya olumsuz bir fikir beyan edilebilsin.

Eğer "kasideleri kastediyoruz" diyorsanız, size şu soruyu sorarız:

Ne tür kasideleri kastediyorsunuz?

Allah, peygamber, din ve Kur'an'ı öven ve Allah düşmanlarını hicveden olan kasideleri mi?

Eğer böyle ise zaten müslümanlar eskiden beri bu tür kasideleri nakletmiş, öğrenmiş ve dinlemişlerdir.

Rasulullah ve ashabının dinledikleri ve Hz. Peygamberin ödüllendirdiği ve Hassan'ı teşvik ettiği kasideler bu türdendir. Hatta, şeytani kasideleri dinleyenlerin yanılıp "Onlar da kaside, bizimkiler de kaside" dedikleri de bu türdeki kasidelerdir. Şimdi "O da kaside (şiir), bizim dinlediğimiz (musiki) de şiirdir" diyeceklerdir. Ancak, hadis de sözdür, bid'at de tesbih de sözdür, gıybet de, dua da sözdür, iftira da.

Bunların hepsinin de söz olması, aynı hükmü almaları için yeterli midir? Rasulullah ve onun ashabı daha önce bir nebzesini zikrettiğimiz ve başka eserlerimizde geniş olarak temas ettiğimiz bir çok kötülüğü ihtiva eden sizin o şeytani musikinizi dinlemişler midir? (Müellif " Iğasetu'l- Lehfan min Mesaidi'ş- Şeytan" adlı eserinde herhangi bir itiraza ve özre yer bırakmayacak şekilde bu konuyu incelemiş bulunmaktadır.)

Aynı şekilde, Rasulullah'ın Kur'an'ın güzel sesle okunmasını tasvib etmesi, bu hususta izin vermesi, Allah'ın sevgisinin de o yönde olması onları yanıltmış bulunmaktadır. Buradan hareket ederek kadın, genç oğlan vb. seslerini çalgı ve koro eşliğinde bir musiki olarak dinlemek; boy, göğüs, bel, göz ve bakışların, siyah saçların, gençliğe özgü güzelliklerin, gül yanakların, buluşma ve uzaklaşmanın, iftira ve hicranının, sitem, ilgi, arzu, üzüntü, ayrılık vb. şeylerin zikredildiği musiklerin dinlenmesinin de güzel ve caiz olduğunu ileri sürmektedirler. Halbuki, bu tür musikiler kalp için şarap içmekten daha zararlıdır. Aslında, iki şeyin zararı arasında bir kıyaslama yapmak bile mümkün değildir. Bir iki gün süren bir sarhoşlukla, ömür boyu devam eden, kişinin ancak mahvolmuşlar ordusunda esir veya maktul olarak uyandığı bir sarhoşluk, nasıl birbiriyle kıyaslanabilir?

Hiç içkinin sarhoşluğu, ruhları uyuşturan musikinin (semanın) sarhoşluğuyla kıyaslanabilir mi? Hiç hikmet sahibi olan Allah'ın belli bir kötülüğü olan içkiyi haram kılıp da ondan kat kat daha fazla kötülüğü bulunan bir başka sarhoş edici şeyi mubah kılması mümkün müdür? Hakimlerin hakimi Allah bundan münezzehtir.

Eğer musikinin insanı sarhoş etmediğini, akıl ve ruha etki yapmadığını söyleyecek olurlarsa zevk ve duyu sınırından çıkmış, işi inada dökmüş olurlar. Bir doktor bir hastaya, sağlığına ufak bir zarar verecek olan bir şeyi yasakladığı halde, ondan daha tehlikeli olan bir başka şeyi serbest bırakabilir mi? Vicdanı olan herkes bilir ki, ruhun içki sarhoşluğuyla aldığı yara ile musiki (sema) ile aldığı yara arasında büyük bir fark vardır. Tabiatıyle bizim sözümüz vicdan sahibi olan kimseleredir, onu yitirmiş olanlara değil.

Daha da garibi, yukarıda hususiyetlerini tarif ettiğimiz türden bir musikiyi dinlemenin helal olduğuna, henüz buluğa ermemiş iki kızcağızın bir bayram ve neşe gününde çocuk yaşında bir kadının yanında kahramanlık ve savaş hikayelerini ahlak ve huy güzelliklerini anlatan Arap şiirlerini okumaları ile istidlal etmeleridir. O nerede, bu nerede?

Ne ilginçtir ki, aslında bu hadis onların aleyhindeki en büyük delillerden biridir. Çünkü Hz. Ebu Bekir (r.a) o şiirin "şeytanın mizmarlanndan bir mizmar" olduğunu söylemiş, (Buharı, Menakıbu'l- Ensar, 46; Müslim, İdeyn, 19) Hz. Peygamber (s.a.v.) ise onu tasdik etmiştir. Ancak henüz mükellef olmayan, iki küçük cariyenin onu okumalarına ve dinlemelerine izin vermiştir. Bu olay o bilinen ve yapageldikleri çirkin şeyleri ihtiva eden dinlemelerin (semanın) mubah olduğuna delalet eder mi? Fesubhanallah! insanın akıl ve anlayışı nasıl bu kadar sapıtabiliyor?

Onların Rasulullah'ın (s.a.v.) hak ve tevhid konulannda söylenen deve çobanının türkülerini dinlemesiyle, o tür musikiyi dinlemelerinin mubah olduğuna istidlal etmeleri de tuhaftır. Aslında mutlak olarak şiiri, şiif söyleme ve dinlemeyi kim haram kılmıştır ?.. Onlar bu halleriyle adeta örümcek evine sığınmış gibidirler.

Onların bir tuhaf halleri de güzel kuş seslerini dinlemenin mubah olmasından hareket ederek, malum musikiyi dinlemenin de mubah olduğunu iddia etmeleridir. Aslında, bununla "Alışveriş de faiz gibidir" (Bakara, 275) diyenlerin yaptıkları kıyaslama arasında ne fark vardır ki? Kuş sesleri nerede, güzel, işveli sanatkarların, saz ve çalgının nağmeleri nerede?

Kuş sesleri nerede, kadın tiynetli oğlanların ve şarkıcıların ruh ve kalpleri gıcıklayan, sevgilileri birbirine tahrik eden sesleri nerede? Bunun yol açacağı fitne nerede, kumru, bülbül gibi zavallı kuşların sebep olacağı fitne nerede?

Şayet iki ses aynı olsaydı, kendisiyle marifet, zevk ve vecd elde edilen bir taat ve ibadet olan bu sema (dinleme) ile kuş sesleriyle Allah'a yakınlaşmak aynı mertebede olurdu. Onların aynı mertebede olmalarından Allah'a sığınırız.

Aslında bu meselede ihtilafa son verecek şey şu üç kuraldır.

Bunlar iman ve ahlakın en önemli kurallarındandır. Yapısını bu üç kurala dayandırmayan kimsenin binası daima tehlikeli bir uçurumun kenarında bulunuyor demektir.

Birinci Kural

Zevk, hal ve vecd kendisine başvurulan bir hakim midir, yoksa başka biriyle kendisine hükmedilen bir mahkûm mudur?

Bazı müfsit kimselerin, sağlıklı yoldan birtakım yanlış yollara sapmalarının sebebi işte bu noktadır. Onlar hevalarını hakim kılmış, caiz ve haram olanlar, sahih ve fasit olanlar konusunda onun hakemliğine başvurmuş, hak ve batıl konusunda onu mihenk taşı yapmışlardır. Bu yolda ilim ve nassı terk etmiş, sadece zevk, hal ve vecdlerini hakim yapmışlardır. Böylece durum tehlikeli bir yola girmiş, fesat ve şer büyümüş, iman ve hidayet taşları sökülmüş, seyrin yönü ters yüz olmuştur. Daha önce seyrin yönü Allah'a doğru iken, onlar onu nefse doğru çevirmişler; İnsanlar kendi zevklerinden uzak olarak Allah'a ibadet ederlerken nefislerine tapmaya başlamışlardır.

Ne tuhaftır ki, nefislerinin şehvet ve zevklerinden kurtulmak için çeşit çeşit riyazet, mücahede ve zühd yollarına girmişler, ancak onlardan daha büyük şehvetlere, daha bayağı zevklere intikal etmişlerdir. Oysa onların terkettikleri nefsani şehvetleriyle birlikteki halleri daha olgun idi. Nefsani şehvetlerine uyanların halleri onlarınkinden daha hayırlıdır. Çünkü onlar o hareketleriyle ne ilimden yüz çevirmişler, ne onları din ve ibadet olarak kabul etmişler, ne de ilmi ve ulemayı küçümsemişlerdir. Halbuki intikal ettikleri şehvetleri onların kalplerinin kıblesi olmuştur. Kendileri onların etrafında dönmekte; Allah'ın kendilerinden istediği emir ve ibadet ruhunu unutup, Allah katında elde edecekleri zevkler etrafında dolaşmaktadırlar. Halk Allah'a ibadet ederken, onlar nefislerine tapmaktadırlar. Kendileri büyük bir zevk içinde oldukları halde zevk ve şehvet ehli kimseleri kınayıp küçümsemektedirler. Halbuki onların zühdleri ancak bir zevkten daha ilerideki bir zevke geçmek, bir şehvetten daha aşağıdakine intikal etmekten ibarettir.

Aklı başında olanlar bu tabloyu bir düşünsünler. Bunların mal, makam - mevki, suret, hal, zevk ve vecd gibi Allah'ın kulundan istediği dini hususlara muhalif olan her şeyi kendilerine zevk ve şehvet yaptıklarını göreceklerdir.

Bu hali, Allah'ın muradından önde görenler onun bir eksiklik ve imtihan olduğunu bilen, Allah'ın muradının bundan önce geldiğini kabul eden, daima böyle bir halden ötürü Allah'a tevbe eden kimselerden daha kötü bir haldedirler.

Ayrıca hareketlerde zevki hakem kılmak ancak Allah'ın bilebileceği bir çok mahzurlar doğurur. Çünkü zevkler çeşitli ve farklıdırlar. Ve herkesin kendi inancı ve meşrebine göre farklı bir takım zevk, hal ve vecdleri vardır. Mesela, vahdet-i vücutçuların kendilerine göre bir zevk, hal ve vecdleri, Hıristiyanların kendilerine özgü inanç ve riyazetlerine göre bir takım zevkleri vardır. Çünkü kim olursa olsun, bir insan hak veya batıl, bir şeye inanır veya bir yola girerse, ona kendini kaptırıp alıştırdığı zaman, o şey iyice benliğine siner, kalbinde yer eder, ondan bir hal, bir zevk ve bir vecd elde eder. Hakkı, batılı, hakikati hep o şartlarda tadıp tanımaya çalışır.

 

İÇİNDEKİLER