İkinci çeşit dinleme, Allah'ın
buğzedip hoşlanmadığı, dinlemeyenleri ise övdüğü dinlemedir. Kulun kalp ve
dinine zarar veren herhangi bir şeyi dinlemesi bu türdendir. Mesela batıl olan
bir şeyi dinlemek böyledir. Meğer ki, onu reddetmek, ortadan kaldırmak, ondan
ibret almak niyetiyle yapılmış, zıddının güzelliğini görmek maksadıyla işlenmiş
olsun. Çünkü, bir şeyin güzelliği onun zıddıyle ortaya çıkar. Nitekim bir
beyitte şöyle denmektedir.
Senin konuşmanı dinlediğim zaman,
Başkalarının sözlerine olan sevgim artar.
Şu ayetlerde dinlemeyenin ve
kendisini dinlemekten uzak duranların övüldüğü boş laflara işaret edilmektedir:
"Boş laf (konuşanlar) a rastladıklarında
vakar ile (oradan) geçip giderler" (Furkan, 72),
"Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler."
(Kasas, 55)
Muhammed b. el- Hanefiyye bu ayetlerde zikredilen boş sözün müzik ve şarkı
olduğunu söylemiştir.
Hasan el- Basri ve diğer bazı müfessirlerise,
"nefislerini
onu dinlemekten alıkoyarlar", şeklinde tefsir etmişlerdir.
İbn Mesu'd şöyle demiştir.
"Su
nasıl ot bitirirse, şarkı da kalpte öyle nifak bitirir."
Bu, şarkının etki ve
neticesini bilen arif bir kimsenin sözüdür. Zira kim şarkı ve müzik dinlemeyi
adet edinmişse mutlaka o kişinin farkında olmadan, kalbine nifak girmiştir.
Şayet o münafıklığın mahiyet ve özünü bilecek olsa, onu kendi kalbinde
görecektir. Çünkü hangi kulun kalbinde şarkı ve Kur'an sevgisi bir araya gelecek
olsa, mutlaka biri diğerini oradan boğup çıkarır. Nitekim, biz ve birçok kimse,
müzik icra eden, şarkı söyleyen ve dinleyen kimselere Kur'an'ın ağır geldiğini,
ondan sıkıldıklarını, biraz uzatacak olsa Kur'an okuyana kızıp bağırdıklarını,
kalplerinin okunan ayetlerden hiçbir tesir olmadığını çok görmüşüzdür.
Aynı
kimseler Şeytanın Kur'an'ını dinledikleri zaman ise, nasıl da sesleri açılır,
pür dikkat kesilirler. Kalpleri sükun bulup yatışır, ağlar, coşarlar, paralara,
elbiselere, uykusuzluklara aldırmaz, gecenin daha da uzamasını isterler! Eğer bu
nifak değilse, mutlaka onun kardeşi ve esasıdır.
Nitekim şairin biri şöyle demiştir:
Kur'an okunur, başlarını
eğerler.
Korkularından değil fakat
gaflet ve zihni meşgul bir halde eğmedir.
Şarkıya gelince sinek gibi
hoşlanırlar.
Vallahi Allah için oynamazlar!
Def, ney ve bir şarkıcının nağmesi...
Hiç ibadetin eğlenceyle olduğunu gördün mü?
Emir ve nehyi ihtiva
ettiğini gördükleri için kitap onlara ağır gelir.
Kaçınmaksızın, şarkının
eğlenceye alet olmasını görmeleri onlara daha hafif gelir.
Muhammed'in dinine
bunlardan daha zararlı, daha cür'etkar ve sarsıcı hangi fırka vardır?
Yasak fiilleri korkutup
sakındırmak suretiyle ifade ettiği için ,onu şimşek ve gök gürültüsü gibi
dinlerler.
Onu nefsin şehvetleri önündeki
en büyük engel olarak görüp, nefislerine hayıflanırlar.
Şarkı ve müzik dinleme ise
nefsin isteklerine uygun gelir. Onun için ona büyük değer verirler.
Cahil ve gaflet içinde olan bir
kimse nazarında bile hevasına yardımcı olan ile onları engelleyen bir değildir.
Şarkı dinlemek, cismin şarabı
değilse de, herhalde aklın şarabıdır.Ona benzeyen bir şeydir.
Çakırkeyf olan kimseyi bir
içerken, bir de oynarken seyret.
Onun eğlenen kalbini paçaladıktan sonra, bir de
elbiselerini parçalayışına bak,
Sonra da hangi şarabın Allah
katında haram kılınmaya daha layık olduğuna hüküm ver.
İnsanın tabiatı ve nefsi ile
işlemiş olduğu bir dinleme fiili Allah adına, Allah için, Allah'tan dinlemekten
nasıl daha faydalı olabilir? Şayet onlar o şiir ve şarkı dinlemenin de böyle
olduğunu iddia ediyorlarsa, büyük bir yanılgı içindedirler. Çünkü Allah adına,
Allah için ve Allah'tan başka dinlememe ancak O'nun sevdiği ve razı olduğu şeyi
dinlemekle olur. Nitekim bunun içindir ki, biz bu meselede her-şeyden önce
dinlenen şeyin şekil, mahiyeti ve mertebesinin bilinmesi gerektiğini ileri
sürüyoruz.
Allah Teala her şeye ayrı bir değer vermiştir. Şüphesiz Allah şarabı,
nasibi, zevk ve vecdi Kur'an ayetlerini dinlemek olan bir kulu ile şarabı,
nasibi, zevk ve vecdi şarkı ve şiir dinlemek olan kimseyi hiçbir zaman bir
tutmaz.
Bu tür dinleme fiillerini
işleyenlerin bunun tasavvuf yolu ve mubah olduğu hususunda bazı deliller ileri
sürmeleri son derece şaşırtıcıdır. Diyorlar ki: Bu tür şeyleri insan tabiatı hoş
buluyor, nefis lezzet alıyor ve okşanıyor. Nitekim çocuklarda güzel sesten
hoşlanırlar. Develer de yol yorgunluğuna, yükün zorluğuna şarkı ile katlanırlar.
Kaldı ki, güzel ses Allah'ın insana bir lütfü ve ikramıdır. Aynca Cenab-ı Allah,çirkin sesi zemmetmiş:
"Seslerin en çirkininin eşek sesi olduğunu"
(Lokman, 19)
beyan etmiştir. Cennet ehlinden bahsederken de:
"Onlar (çiçekli, ırmaklı) bir bahçe içinde
neşelendirilirler" (Rum, 15) buyurmuştur.
Cennette yaşanacak olan neşe, güzel
sesleri dinlemekle de olacağına göre o nasıl haram olabilir? Keza Allah Teala
güzel sesli olan peygamberin Kur'an okumasını dinlemeye izin vermiş ve hatta
emretmiştir. Hz. Peygamberde Ebu Musa el- Eşari'yi dinlemiş, onun sesinin
güzelliğini överek:
"Buna Davud Peygamberin mizmarlarından bir mizmar
verilmiştir" (Buhari, Fedailu'l- Kur'an, 31; Müslim, Salatu'I- Müsafırin, 235;
İbn Mace, İkame, 176) demiştir.
Ebu Musa da bunun üzerine: "Sizin dinlediğinizi
bilseydim, onu süsler ve daha güzel okurdum"
(İbn Hacer, Fethu'l- Bari, XIX,112)
diye cevap vermiştir.
Aynca Hz. Peygamber (s.a.v):
"Kur'an'ı seslerinizle süsleyiniz"
(Ebu Davud, Salat, 355; İbn Mace, İkame, 176;
Müsned, IV, 285,296,304),
"Kur'an'da teğanni yapmayan bizden değildir"
(Buhari,
Tevhid, 44) buyurmuştur. Sahih olan görüşe göre, buradaki teğanni onu güzel
sesle okumak demektir.
Nitekim Ahmed b. Hanbel de bu hadisi bizim gibi
tefsir etmiş ve:
"Mümkün olduğu kadar, onu
güzel sesle okumaktır" demiştir.
Yine Peygamberimiz (s.a.v) Aişe'nin (r.a) yanında bir bayram günü iki cariyenin şarkı söylemelerini hoş
karşılamış ve Ebu Bekir'e (ra)
"Bırak onları. Her milletin bir bayramı vardır.
Biz müslümanların bayramı da budur" (Buhari, İydeyn, 3; Müslim, Salatu'l-İydeyn,
16) buyurmuştur.
Bir düğünde şarkı söylenmesine izin vermiş;
(Buhari, Nikah, 63)
deve sürüsüne söylenen türküleri dinlemiş ve ona müsaade etmiştir.
(Buhari,
Edeb, 116; Müslim, Fedail, 70) Hendek savaşından önce, hendek kazarken huzurunda
şu şiiri söyleyen ashabı ve Enes'i dinlemiştir.
"Biz yaşadığımız müddetçe daima
cihat edeceğimize dair Muhammed'e bey'at edenleriz."
(Müslim, Cihad, 130-131)
Hz. Peygamber Mekke'ye girdiği
sırada recez söyleyen biri, onun huzurunda şair Abdullah b. Revaha'mn bir şiirini
okuyordu. (Buhari, Cihad, 161)
O Hayber'den ayrıldığı sırada bir deve çobanı
yine onun şiirini okuyor ve şöyle diyordu:
Vallahi, Allah olmasaydı biz ne
hidayete erer, ne zekat verir ve ne de namaz kılardık.
Ya Rabbi,bize iç huzuru ver,
onlarla karşılaşırsak ayaklarımızı sabit kıl.
Bize zulmedenler eğer bir fitne
çıkarmak isterlerse biz kaçınırız.
Biz eğer çağrılsak geliriz.
Onlar çağırarak bizden yardım isteseler yardım ederiz.
Biz senin lutfundan müstağni
değiliz.
Bu şiirleri dinlerken
Rasulullah onu okumakta olan kimseye duada bulunmuştur. (Buhari, Edeb, 90)
Keza, Kab b. Zuheyr'in kasidesini dinlemiş ve ona
bir hırka hediye etmiştir. Esved b. Seri'den Allah'a
hamd etmeye dair kasidelerini, Umeyye b. Ebi's- Sait'in şiirlerinden yüz beyit
kadar okumasını istemiştir.
Şair A'şa da kendisine bir
şiirden beyitler okumuş ve Rasulullah da onu dinlemiştir.
"Şu bilinmelidir ki, Allah'tan
başka her şey batılıdır" diyen Lebid'i tasdik etmiştir.( Buhari, Edeb, 90;
Müslim, Şi'r, 2; Tirmizi, Edeb, 70)
Şiirlerini beğendiği Hassan b. Sabit'e
"Kendisini müdafaa eder tarzda şiir söylediği sürece Allah'ın onu
Ruhu'1- Kudüs ile desteklemesi" için dua etmiş (Tirmizi, Edeb, 70; Ebu Davud,
Edeb, 95) ve ona şöyle demiştir:
"Hücum et. Ruhu'l- Kudüs seninle beraberdir."
(Buhari, Meğazi, 30; Müslim, Fedailu's- Sahabe, 53; Müsned IV, 286)
Hz. Aişe ona Ebu Kebir el - Hüzeli'nin şu beyitlerini okumuştur:
"O, hayzın her türlü kalıntısından, süt emziren
kadın zararından, emzirmekte iken hamile kalmak hastalığından kurtulandır."
(Şiirde geçen "ğubbar" kelimesi
kalıntı ve artık manasına gelmektedir. Nitekim dişte kalan süt izlerine de bu
isim verilmiştir. "Muğil" kelimesi ise, süt emzirirken hamile kalan kadına
verilen isimdir. Eskiden Araplar, bunun emzirilen çocuğa zarar verdiğine
inanırlardı. Bu ifade "müşkil hastalık" yani şifasız dert şeklinde de
nakledilmiştir. Şu halde şiirin manası şöyledir: Annesi ona, temiz ve hayız
kalıntısı olmadığı halde hamile kalmış ve herhangi bir hastalık miras
bırakmaksızın dünyaya getirmiştir)
Yine Aişe validemiz:
" Onun
yüzündeki parıltılara baktığım zaman, yüzü ufuktaki bulutla parlayan şimşek gibi
parlar" tarzında bir beyti okuduktan sonra"
Sen bu şiirdeki iltifatlara daha
layıksın demiş, Rasulullah ise bu sözlerden memnun olmuştur.
Bu tür şarkı, müzik ve
şiirlerin dinlenmesine İbn Ömer, Abdullah b. Ca'fer ve Medine ehli izin
vermişlerdir; birçok veli kimse bu tür meclislere katılıp dinlemişlerdir.
Dolayısıyla bu tür şeyleri dinlemenin haram olduğunu iddia edenler o önder
zevatı bu tür haramları işlemekle itham etmiş olurlar.
Öte yandan, cıvıl cıvıl ötüşen
güzel sesli kuşları dinlemenin caiz olduğu hususunda icma vardır. İnsan sesi
dinlemek ise ondan daha mubah, hiç olmazsa onun kadar mubah olmalıdır.
Aslında, herhangi bir şeyi
dinlemek, dinleyen kimsenin ruh ve kalbini sevdiğinden yana doğru meylettirir.
Eğer sevilen şey aslında haram olan bir şey ise, onunla ilgili şeyleri dinlemek
kişiyi o haram şeye doğru iter. Şayet sevilen şey mubah ise, onunla ilgili bir
şeyi dinlemek de mubah olur. Şayet kulun sevgisi rahmani ise onunla ilgili bir
şeyi dinlemesi ibadet ve taat olur. Çünkü o şeyi dinlemek, o rahmani muhabbeti
harekete geçirir, güçlendirir ve coşturur.
Ayrıca kulağın güzel bir sesle
zevk alması ile gözün güzel bir manzarayla, burnun güzel kokuları dinlemeyle ve
ağzın tatlı yemekleri tatmakla aldıkları zevk arasında bir fark yoktur. Şayet
güzel bir sesi dinlemek haram ise zevklerin ve idraklerin hepsinin de haram
olması gerekir.
Bütün bu istidlallere verilecek
cevap şudur:
Sizin bu tutumunuz hedeften
sapma ve tartışma konusundan uzaklaşma, konuyu hiç alakası olmayan noktalara
kaydırmadan başka bir şey değildir. Çünkü, bir şeyin duyu organlarına zevk
vermesi ve onları okşaması onun ne mubah, ne haram, ne mekruh ve ne de müstehap
olmasını gerektirir. Çünkü, beş duyu beş dini hükmün, yani haram, vacip, mekruh,
müstahap ve mubahın herhangi birinden lezzet alabilir. Dolayısıyla, delil ve
istidlal şartlarını ve alanlarını bilen bir kimsenin, beş duyuyu okşamasıyla bir şeyin mubah
olduğuna hükmetmesi mümkün değildir.
Böyle bir çıkarımda bulunmak,
zina eden bir kimsenin o fiiliyle aldığı zevkten dolayı zinanın mubah olduğuna
hükmetmek gibi değil midir? Çünkü, zinanın kişiye zevk verdiğini sağlıklı bir
yapıya sahip olan hiç kimse inkar edemez. Bir şeyin taşıdığı lezzet ve hoşluk
sebebiyle, onun helal olduğuna hiç kimse hükmedemez, Haram olan şeylerin çoğu
lezzet ihtiva etmezler mi? Mesela, çalgı aletlerinin sesleri kulağa hoş gelen
tatlı sesler değil midir? Oysa onların haram olduğuna ve ileride müslümanların
onları helal sayacaklarına dair sahih hadisler vardır. Ulema çalgı seslerinin bir
kısmının haram olduğu hususunda ittifak etmiş, hatta çoğu ulema bütün çalgıların
haram olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca deve ve çocukların güzel sesten
hoşlanmaları, onun mubah veya haram oluşuna nasıl bir delil teşkil edebilir?
Asıl tuhaf olan da Allah'ın
güzel sesi yaratmış olması, onun Allah tarafından sahibi olan kimse için ilave
bir nimet olmasıyla güzel sesleri dinlemenin mubah olduğuna hükm edilmesidir.
Onlara sormak lazımdır: Güzel
bir yüz de ilave bir nimet değil midir? Onu da Allah yaratmamış mıdır? Acaba, bu
hal her halükarda ona bakıp lezzet almanın mubah olduğuna delalet eder mi? Böyle
bir tutum, insanın tabiatını esas alan İbahiyecilerin tutumundan başka bir şey
değildir.
Cenab-ı Allah'ın merkep sesini
zemmetmesi kafiyeli nağmeleri, hoş sarkıları dile getiren sanatçıların, çalgı
aletlerinin güzel seslerinin mubah olduğuna nasıl delalet eder?
Ne tuhaftır ki, bu kimseler cennet ehlinin, cennette
güzel sesleri dinleyecek olmalarıyla, bu dünyada iken bu tür şeyleri dinlemenin
mubah olduğuna hükmetmektedirler. Ancak nedense cennet ehlinin cennette içki
içmesi ve ipekli elbise giymesiyle onların bu dünyada da
mubah olduklarına hükmetmemişlerdir. Cennette altın ve gümüş kaplar kullanmanın,
erkeklerin onları takınmalarının vaki olmasından dolayı, burada da bunların caiz
olduğunu ileri sürmemişlerdir.
Şimdi onlardan biri bu dünyada
altın vb. haram olduğuna dair nakli delil bulunduğunu fakat o tür sesleri
dinlemenin haramlığına dair böyle açık bir delil söz konusu olmadığını iddia
edebilir.
Buna cevaben deriz ki, bu gibi
şeylerin cennet ehline mubah olmasından hareketle yapılan istidlalden farklıdır.
Bu da sizin o tür şeylerin cennet ehli için mubah olmasıyla yaptığınız
istidlalin batıl ve kabul edilmez bir şey olduğunu gösterir.
"Güzel sesleri dinlemenin haram
olduğuna dair nakli bir delil olmadığı" tarzındaki iddinıza gelelim. Acaba hangi
dinlemeyi ve ne tür şeyleri kastediyorsunuz? Çünkü dinleme de, dinlenen şeyler
de haram, mekruh, mubah, vacip ve müstahap gibi türlere ayrılırlar. Siz bunlardan
hangi türü kasdettiğinizi belirleyiniz ki, üzerinde olumlu veya olumsuz bir
fikir beyan edilebilsin.
Eğer "kasideleri kastediyoruz"
diyorsanız, size şu soruyu sorarız:
Ne tür kasideleri kastediyorsunuz?
Allah,
peygamber, din ve Kur'an'ı öven ve Allah düşmanlarını hicveden olan kasideleri
mi?
Eğer böyle ise zaten müslümanlar eskiden beri bu tür kasideleri nakletmiş,
öğrenmiş ve dinlemişlerdir.
Rasulullah ve ashabının dinledikleri ve Hz.
Peygamberin ödüllendirdiği ve Hassan'ı teşvik ettiği kasideler bu türdendir. Hatta, şeytani
kasideleri dinleyenlerin yanılıp "Onlar da kaside, bizimkiler de kaside"
dedikleri de bu türdeki kasidelerdir. Şimdi "O da kaside (şiir), bizim
dinlediğimiz (musiki) de şiirdir" diyeceklerdir. Ancak, hadis de sözdür, bid'at
de tesbih de sözdür, gıybet de, dua da sözdür, iftira da.
Bunların hepsinin de
söz olması, aynı hükmü almaları için yeterli midir? Rasulullah ve onun ashabı
daha önce bir nebzesini zikrettiğimiz ve başka eserlerimizde geniş olarak temas
ettiğimiz bir çok kötülüğü ihtiva eden sizin o şeytani musikinizi dinlemişler
midir? (Müellif " Iğasetu'l- Lehfan
min Mesaidi'ş- Şeytan" adlı eserinde herhangi bir itiraza ve özre yer
bırakmayacak şekilde bu konuyu incelemiş bulunmaktadır.)
Aynı şekilde, Rasulullah'ın
Kur'an'ın güzel sesle okunmasını tasvib etmesi, bu hususta izin vermesi,
Allah'ın sevgisinin de o yönde olması onları yanıltmış bulunmaktadır. Buradan
hareket ederek kadın, genç oğlan vb. seslerini çalgı ve koro eşliğinde bir
musiki olarak dinlemek; boy, göğüs, bel, göz ve bakışların, siyah saçların,
gençliğe özgü güzelliklerin, gül yanakların, buluşma ve uzaklaşmanın, iftira ve
hicranının, sitem, ilgi, arzu, üzüntü, ayrılık vb. şeylerin zikredildiği
musiklerin dinlenmesinin de güzel ve caiz olduğunu ileri sürmektedirler. Halbuki,
bu tür musikiler kalp için şarap içmekten daha zararlıdır. Aslında, iki şeyin
zararı arasında bir kıyaslama yapmak bile mümkün değildir. Bir iki gün süren bir
sarhoşlukla, ömür boyu devam eden, kişinin ancak mahvolmuşlar ordusunda esir
veya maktul olarak uyandığı bir sarhoşluk, nasıl birbiriyle kıyaslanabilir?
Hiç içkinin sarhoşluğu, ruhları
uyuşturan musikinin (semanın) sarhoşluğuyla kıyaslanabilir mi? Hiç hikmet sahibi
olan Allah'ın belli bir kötülüğü olan içkiyi haram kılıp da ondan kat kat daha
fazla kötülüğü bulunan bir başka sarhoş edici şeyi mubah kılması mümkün müdür?
Hakimlerin hakimi Allah bundan münezzehtir.
Eğer musikinin insanı sarhoş
etmediğini, akıl ve ruha etki yapmadığını söyleyecek olurlarsa zevk ve duyu
sınırından çıkmış, işi inada dökmüş olurlar. Bir doktor bir hastaya, sağlığına
ufak bir zarar verecek olan bir şeyi yasakladığı halde, ondan daha tehlikeli
olan bir başka şeyi serbest bırakabilir mi? Vicdanı olan herkes bilir ki, ruhun
içki sarhoşluğuyla aldığı yara ile musiki (sema) ile aldığı yara arasında büyük
bir fark vardır. Tabiatıyle bizim sözümüz vicdan sahibi olan kimseleredir, onu
yitirmiş olanlara değil.
Daha da garibi, yukarıda
hususiyetlerini tarif ettiğimiz türden bir musikiyi dinlemenin helal olduğuna,
henüz buluğa ermemiş iki kızcağızın bir bayram ve neşe gününde çocuk yaşında bir
kadının yanında kahramanlık ve savaş hikayelerini ahlak ve huy güzelliklerini
anlatan Arap şiirlerini okumaları ile istidlal etmeleridir. O nerede, bu nerede?
Ne ilginçtir ki, aslında bu
hadis onların aleyhindeki en büyük delillerden biridir. Çünkü Hz. Ebu Bekir (r.a)
o şiirin "şeytanın mizmarlanndan bir mizmar" olduğunu söylemiş, (Buharı, Menakıbu'l- Ensar, 46; Müslim, İdeyn, 19) Hz. Peygamber (s.a.v.) ise onu tasdik
etmiştir. Ancak henüz mükellef olmayan, iki küçük cariyenin onu okumalarına ve
dinlemelerine izin vermiştir. Bu olay o bilinen ve yapageldikleri çirkin
şeyleri ihtiva eden dinlemelerin (semanın) mubah olduğuna delalet eder mi? Fesubhanallah! insanın akıl ve anlayışı nasıl bu kadar sapıtabiliyor?
Onların Rasulullah'ın (s.a.v.)
hak ve tevhid konulannda söylenen deve çobanının türkülerini dinlemesiyle, o
tür musikiyi dinlemelerinin mubah olduğuna istidlal etmeleri de tuhaftır.
Aslında mutlak olarak şiiri, şiif söyleme ve dinlemeyi kim haram kılmıştır ?..
Onlar bu halleriyle adeta örümcek evine sığınmış gibidirler.
Onların bir tuhaf halleri de
güzel kuş seslerini dinlemenin mubah olmasından hareket ederek, malum musikiyi
dinlemenin de mubah olduğunu iddia etmeleridir. Aslında, bununla "Alışveriş de
faiz gibidir" (Bakara, 275) diyenlerin yaptıkları kıyaslama arasında ne fark
vardır ki? Kuş sesleri nerede, güzel, işveli sanatkarların, saz ve çalgının
nağmeleri nerede?
Kuş sesleri nerede, kadın
tiynetli oğlanların ve şarkıcıların ruh ve kalpleri gıcıklayan, sevgilileri
birbirine tahrik eden sesleri nerede? Bunun yol açacağı fitne nerede, kumru,
bülbül gibi zavallı kuşların sebep olacağı fitne nerede?
Şayet iki ses aynı olsaydı,
kendisiyle marifet, zevk ve vecd elde edilen bir taat ve ibadet olan bu sema
(dinleme) ile kuş sesleriyle Allah'a yakınlaşmak aynı mertebede olurdu. Onların
aynı mertebede olmalarından Allah'a sığınırız.
Aslında bu meselede ihtilafa
son verecek şey şu üç kuraldır.
Bunlar iman ve ahlakın en önemli kurallarındandır. Yapısını bu üç kurala dayandırmayan kimsenin binası daima
tehlikeli bir uçurumun kenarında bulunuyor demektir.
Birinci Kural
Zevk, hal ve vecd kendisine
başvurulan bir hakim midir, yoksa başka biriyle kendisine hükmedilen bir mahkûm
mudur?
Bazı müfsit kimselerin,
sağlıklı yoldan birtakım yanlış yollara sapmalarının sebebi işte bu noktadır.
Onlar hevalarını hakim kılmış, caiz ve haram olanlar, sahih ve fasit olanlar
konusunda onun hakemliğine başvurmuş, hak ve batıl konusunda onu mihenk taşı
yapmışlardır. Bu yolda ilim ve nassı terk etmiş, sadece zevk, hal ve vecdlerini
hakim yapmışlardır. Böylece durum tehlikeli bir yola girmiş, fesat ve şer
büyümüş, iman ve hidayet taşları sökülmüş, seyrin yönü ters yüz olmuştur. Daha
önce seyrin yönü Allah'a doğru iken, onlar onu nefse doğru çevirmişler; İnsanlar
kendi zevklerinden uzak olarak Allah'a ibadet ederlerken nefislerine tapmaya
başlamışlardır.
Ne tuhaftır ki, nefislerinin
şehvet ve zevklerinden kurtulmak için çeşit çeşit riyazet, mücahede ve zühd
yollarına girmişler, ancak onlardan daha büyük şehvetlere, daha bayağı zevklere
intikal etmişlerdir. Oysa onların terkettikleri nefsani şehvetleriyle
birlikteki halleri daha olgun idi. Nefsani şehvetlerine uyanların halleri onlarınkinden
daha hayırlıdır. Çünkü onlar o hareketleriyle ne ilimden yüz çevirmişler, ne
onları din ve ibadet olarak kabul etmişler, ne de ilmi ve ulemayı küçümsemişlerdir.
Halbuki intikal ettikleri şehvetleri onların kalplerinin kıblesi olmuştur.
Kendileri onların etrafında dönmekte; Allah'ın kendilerinden istediği emir ve
ibadet ruhunu unutup, Allah katında elde edecekleri zevkler etrafında
dolaşmaktadırlar. Halk Allah'a ibadet ederken, onlar nefislerine tapmaktadırlar.
Kendileri büyük bir zevk içinde oldukları halde zevk ve şehvet ehli kimseleri
kınayıp küçümsemektedirler. Halbuki onların
zühdleri ancak bir zevkten daha ilerideki bir zevke geçmek, bir şehvetten daha
aşağıdakine intikal etmekten ibarettir.
Aklı başında olanlar bu tabloyu
bir düşünsünler. Bunların mal, makam - mevki, suret, hal, zevk ve vecd gibi
Allah'ın kulundan istediği dini hususlara muhalif olan her şeyi kendilerine zevk
ve şehvet yaptıklarını göreceklerdir.
Bu hali, Allah'ın muradından
önde görenler onun bir eksiklik ve imtihan olduğunu bilen, Allah'ın muradının
bundan önce geldiğini kabul eden, daima böyle bir halden ötürü Allah'a tevbe
eden kimselerden daha kötü bir haldedirler.
Ayrıca hareketlerde zevki hakem
kılmak ancak Allah'ın bilebileceği bir çok mahzurlar doğurur. Çünkü zevkler
çeşitli ve farklıdırlar. Ve herkesin kendi inancı ve meşrebine göre farklı bir
takım zevk, hal ve vecdleri vardır. Mesela, vahdet-i vücutçuların kendilerine
göre bir zevk, hal ve vecdleri, Hıristiyanların kendilerine özgü inanç ve
riyazetlerine göre bir takım zevkleri vardır. Çünkü kim olursa olsun, bir insan
hak veya batıl, bir şeye inanır veya bir yola girerse, ona kendini kaptırıp
alıştırdığı zaman, o şey iyice benliğine siner, kalbinde yer eder, ondan bir
hal, bir zevk ve bir vecd elde eder. Hakkı, batılı, hakikati hep o şartlarda
tadıp tanımaya çalışır.
|