Bozuk itikat sahibi olan fasıkların bu günahlarından
tevbe etmeleri sünnete ittiba ile mümkündür. Ancak bu yetmez. Ayrıca ileri
sürdükleri bid’at inançlarının yanlışlığını da itiraf etmesi gerekir. Çünkü
tevbe daha önce işlenen günahın zıddını işlemekle olur.
Nitekim Cenab-ı Allah indirdiği ayette hidayetleri
gizleyenlerin tevbelerinin kabul olması hususunda onları açıklamalarını şart
koşmuştur. Çünkü onların günahları gizlemek idi. Onun için ondan tevbe etmek de
açıklamak suretiyle olmuştur.
Cenab-ı Allah bu hususu şöyle ifade buyurur:
“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz
kitabda insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler (var ya) işte
onlara hem Allah lanet eder, hem bütün lanet edebilenler lanet eder. Ancak tevbe
edip
(durumlarını) düzeltenler, (gerçeği) açıklayanlar müstesnadır.
Onları bağışlarım. Çünkü ben tevbeyi çok kabul edenim, çok esirgeyenim.”
(Bakara, 159-160)
Bid’atçının günahı ise gerçeği gizleyeninkinden daha
büyüktür. Çünkü onlar sadece hakkı gizlemişlerdir. Bid’atçı ise hem hakkı
gizlemiş hem de onun hilafına hareket etmiştir. Her bid’atçı hakkı gizler, her
hakkı gizleyen ise bid’atçı değildir.
Münafığın tevbesinin şartlarından biri de, ihlaslı
olmasıdır. Çünkü onun günahı İhlasın zıddı olan riyadır.
Nitekim Allah (c.c) Kur’an’da şöyle buyurur:
“Doğrusu iki yüzlüler (münafıklar) ateşin
en aşağı tabakasındadırlar. Onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe
edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’a yapışanlar ve dini sırf Allah’a has
kılanlar işte onlar mü’minlerle beraberdir; Allah da yakında mü’minlere büyük
bir mükafat verecektir.” (Nisa,145-146)
Bunun içindir ki iki görüşten sahih olana göre
mü’mine zina suçu isnad (kazf) edenin tevbesinin sahih olması için onun kendi
nefsini yalanlaması gerekir. Çünkü bu kendi kendini yalanlama fiili, onun
işlemiş olduğu ve böylece namuslu bir mü’minin iffetini lekelediği günahın
zıddıdır. Dolayısıyla bu kimsenin tevbesi ancak kendi kendini yalanlaması ile
hasıl olur. Ancak böylece iftirasıyla o kimseye bulaştırmış olduğu lekeyi
temizlemiş olur, ki tevbenin gayesi de budur.
Zina iftirasının tevbesi kişinin “estağfirullah”
demesi ve onun günah ve haram olduğunu kabul etmesidir tarzında bir görüş
ise zayıf bir görüştür (Hatta batıl bir görüştür). Çünkü iftiraya uğrayan için
bunda herhangi bir yarar olmadığı gibi uğradığı iftiradan dolayı namusuna
düşürülen lekeden de temizlenmiş olmaz. Dolayısıyla iftiracı sırf böyle bir
hareketle bu günahtan tevbe etmiş olmaz. Çünkü mü’mine yapılan zina iftirasında
iki hak vardır:
Birincisi Allah hakkıdır ki iftirayı haram
kılmıştır. Bunun tevbesi bağışlanma dileme, iftiranın haramlığını kabul etme,
ondan dolayı pişmanlık duyma ve onu bir daha işlememeye karar vermek suretiyle
olur.
İkincisi ise kulun hakkıdır ki iftira ona bir
ayıp iliştirmiştir. Bu hakkın tevbesi kendi kendini yalanlamaktır. O halde bir
mü’mine zina suçuyla iftira etme günahının tevbesi iki hakkın da iade edilmesi
suretiyle olacaktır.
Eğer denilirse ki, bir mü’mine zina fiili isnad eden
kimse şayet bu fiile gerçekten şahit olmuş ve doğru olarak onu anlatmış ise,
nasıl kendi kendini yalanlayacak ve kendini iftira fiili ile suçlayacak ve bu
hareketi tevbenin sahih olması için şart olacak?
Buna şöyle cevap verilir: İki görüşten ikincisini söylemeye
sevkeden problem de budur.
Bu görüş: Bunun tevbesi zina isnadının haram olduğunu kabul etmek
ve ondan dolayı af dilemektir, şeklindeydi. Ancak öncelikle buradaki yalan izaha
muhtaçtır. İsnadda bulunanın verdiği haber aslında gerçeğe uygun yani doğru dahi
olsa bu kişi Allah tarafından yalancı olarak kabul edilmiş ve hakkındaki hükmü
buna göre vermiştir. Buna cevaben şöyle deriz:
Yalan iki manaya gelir.
Birincisi:
Gerçeğe uygun yani doğru olmayan haberdir.
Bu da iki türdür:
1 - Kasden söylenen yalan,
2 - Yanlışlıkla söylenen yalan.
Kasden söylenen yalan bellidir.
Yanlışlıkla söylenen yalan ise: Ebu’s- Senabil b. Ba’kek’in,
kocası öldükten sonra doğum yapan bir kadın hakkındaki şu sözü buna misal teşkil
eder:
O kadın dört ay on gün geçmedikçe evlenemez.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) onun bu sözünü duyunca:
“Ebu’s- Senabil yalan söylemiştir”
(Beyhaki, VII, 429) buyurmuştur.
Yanlışlıkla kendini öldürmüş olan Amir hakkında
“Amir’in hayırları boşa gitti” diyen kimse için Rasulullah’ın
(s.a.v):
“Bunu söyleyen yalan söylemiştir”
tarzındaki sözü de böyledir.
Ubade b. es-Samit’in “vitir vaciptir” diyen Ebu Muhammed
hakkındaki “Ebu Muhammed yalan söylemiştir”, sözü bu türdendir. Bu
sözlerin hepsi de yanlışlıkla söylenen yalanlardır. Bu sözleri söyleyen
yanılmıştır, hata etmiştir, manasına gelir.
Yalanın ikinci manası ise: gerçeğe uygun dahi olsa söylenmesi caiz
olmayan haber demektir.
Yalnız olarak bir zina fiiline şahit olup da onu haber vermek bu
kabildendir. Bu haberi veren kimse verdiği haber aslında doğru dahi olsa, Allah
hakkında yalancı hükmündedir. Onun içindir ki Allah böyleleri hakkında:
“Madem ki şahitler getiremediler, o halde onlar Allah yanında
yalancıların ta kendileridir” (Nur, 13)
buyurmuştur.
Allah katında böylelerinin cezası aslında haberi gerçeğe uygun olmasına
rağmen yalancı bir iftiracı gibi muamele görmektir. Binaenaleyh Allah katında
yalancı olduğunu itiraf etmedikçe böylelerinin tevbeleri gerçekleşmez. Allah onu
yalancı olarak kabul ettiği hâlde, o hala yalancı olduğunu itiraf etmezse bir
tevbeden bahsedilebilir mi?
Böyle bir davranış hatada ısrar ve Allah’ın kendisi hakkında verdiği
hükme açıkça muhalefet etmekten ve razı olmamaktan başka nedir?
|