Kur’an’da iki çeşit fısk zikredilir:
1 - Tek ve mutlak olarak ve
2 - İsyan ile birlikte.
Tek olarak zikredilen fasıklık iki türlüdür;
a -
Kişiyi dinden çıkaran küfür fasıklığı ve
b - Kişiyi dinden çıkarmayan fasıklık,
(2) - İsyan ile birlikte
zikredilen fasıklığa misal olarak:
“Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu
kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin
göstermiştir, îşte doğru yolda olanlar bunlardır”
(Hucurat.7) ayetinde geçen fısk gösterilebilir.
(a) - Küfür fasıklığı olan ve tek olarak zikredilen
fasıklığa örnek olarak da şu ayetlerde zikredilenleri nakledelim:
“Allah onunla
birçok kimseyi saptırır, bir çoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği
misallerle Allah ancak fasıkları saptırır. Onlar öyle sapıklardır ki kesin söz
verdikten sonra sözlerinden dönerler...” (Bakara,
26-27)
“ Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik (ya Muhammed) onları
hiç kimse inkar etmez, ancak fasıklar inkar eder”
(Bakara, 99) ve
“Yoldan çıkanlara (fasıklara) gelince, onların
varacakları yer ateştir. Oradan çıkmak istedikleri her defasında geri
çevrilirler...” (Secde, 20)
Bu ayetlerde
zikredilen fıskların hepsi de küfür fasıklığıdır.
(b) - Sahibini dinden çıkarmayan fasıklık türüne örnek
olarak da şu ayetlerde geçenler örnek teşkil ederler:
“Eğer onlardan birine bir
kötülük yaparsanız kendinize kötülük (fısk) yapmış olursunuz”
(Bakara, 282),
“Ey iman edenler! Eğer fasıkın
biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın.”
(Hucurat, 6)
Bu son ayet Mustalık oğulları savaşından sonra
Rasulullah’ın (s.a.v) bu kabileye zekatlarını tahsil etmek üzere göndermiş olduğu
Velid b. Ukbe b. Ebi Mu’ayyıt hakkında nazil olmuştur. Velid ile bu kabile
arasında cahiliyye döneminden kalma bir düşmanlık vardı. Mustalık oğulları
Velid’in kendilerine doğru gelmekte olduğunu duydular ve Hz. Peygamber’in (s.a.v)
emrine saygılarını göstermek için onu karşılamaya çıktılar. Şeytan bu davranış
karşısında Velid’i kendisini öldürecekleri tarzında bir vesveseye düşürdü. Velid
bu kuruntuyla yoldan geri dönüp Medine’ye gelerek Rasulullah (s.a.v)’a şöyle dedi:
“Mustalık oğulları zekatlarını vermediler ve beni öldürmek istediler.” Rasulullah buna çok sinirlendi ve onlarla savaşa karar verdi. Mustalık oğulları
Velid’in geri döndüğünü öğrenince Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelerek durumu
açıkladılar:
“Ya Rasulullah, elçinizin gelmekte olduğunu duyunca kendisini
karşılamak ve saygı göstermek için yola çıktık. Daha sonra kabul etmiş olduğumuz
zekatımızı da verecektik. Ama o geri dönüp gitti. Bize kızıp sonradan elçinize
bir mektup gönderdiğinizi ve elçinin bundan dolayı geri döndüğünü sandık. Biz
Allah’ın ve Rasulünün gazabından Allah’a sığınırız.”
Rasulullah onların bu
sözlerinin doğruluklarından emin olamadı. Halid b. Velid’i bir miktar askerle
birlikte gizlice Mustalık oğulları köyüne gönderdi. Ona gizlilik içinde hareket
etmesini emrederek şöyle buyurdu:
“Bak, eğer imanlarını koruduklarını gösteren
bir davranışlarını görürsen mallarının zekatını al. Eğer öyle bir hal göremezsen
kafirlere ne yapıyorsan onlara da aynısını yap."
Hz. Halid Rasulullah’ın (s.a.v)
emrine uyarak habersizce köye girdi. Köyde akşam ve yatsı namazı için ezan
okunduğunu gördü. Zekatlarını aldı. Köylü tam bir itaat içindeydiler. Halid daha
sonra Medine’ye geri dönüp olan bitenleri Rasulullah’a anlattı. Bunun üzerine:
“Ey iman edenler size bir fasık bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın”
(Hucurat, 6) ayeti nazil oldu.
(Müsned, IV, 279)
Bu ayette geçen “nebe”
kelimesi kendisine haber verilen kimsenin aslını bilmediği haber manasınadır.
“Tebeyyün” kelimesi ise o haberin aslının ortaya çıkmasını ve o hususta tam bir
bilgi sahibi olmayı temin etmek demektir.
Bu ayette ince bir nükte vardır. Şöyle ki:
Allah teala bu ayette fasıkın getirmiş olduğu haberin reddedilmesini, yalan olarak
değerlendirilmesini ve şahitliğinin bütünüyle kabul edilmemesini emretmemiştir.
Ancak o haberin doğruluğunu araştırmayı emretmiştir. Şayet onun doğruluğuna
delalet eden bir takım karine ve deliller mevcut olursa haber veren kimse fasık
dahi olsa o haberin doğru olduğu kabul edilir. Böyle bir durumda fasıkın yapmış
olduğu rivayet ve şahitliklerin de doğru olduğuna hükmetmek gerekir. Aslında
birçok fasıkın vermiş olduğu haberler, etmiş olduğu rivayet ve şahitlikler kabul
edilir. Çünkü birçok fasık vardır ki doğruluğa büyük önem verirler.
Onların fıskı yalancılık değil, başka bakımdandır.
Bu haldeki kimselerin haber ve şahitliklerinin reddedilmeyeceği açıktır. Aksi
halde pek çok hak zayi olur, birçok doğru haber batıl olur. Bilhassa inanç ve
görüş bakımından fasık olanlar, doğruluğa büyük titizlik gösterebilirler.
Bunların verdikleri haberler, yaptıkları şahidlikler reddedilmez.
Fıskı, yalan söylemek olan kimselere gelince eğer
bunların yalanı doğrusuna galip gelecek kadar çok vaki olmuş ise haber ve
şahitlikleri kabul olunmaz. Şayet bir iki defa gibi az vaki olmuş ise bu durumda
haber ve şahitliklerinin reddedilmesi hususunda ulema iki farklı görüş ileri
sürmüşlerdir. Ahmed b. Hanbel’den her iki görüş de nakledilmiştir.
Buraya kadar anlatılmış fısk, sahibini küfre
düşürmeyen fısktır. İşleyenin tevbe etmesi vacib olan fasıklıklar haber ve
şahitliğin reddine sebep olan fasıklıktan daha geneldirler.
Şimdi tevbe edilmesi vacip olan fısk konusuna
gelelim.
Bu nevi fısklar iki çeşittir:
1 - Amel bakımından olan fısklar,
2 - İnanç bakımından (İtikadi) olan fısklar.
1 - Amel bakımından olan fısk da iki nevidir:
a - İsyan ile birlikte zikredilmiş olan
b - Tek olarak zikredilmiş olan fısk.
a - İsyan ile birlikte zikredilmiş olan fıska gelince
burada fısk Allah’ın yasakladığı bir fiili işlemek, isyan ise onun emri dışına
çıkmaktır.
Nitekim Cenab-ı Allah:
“Onlar Allah’ın emirlerine karşı gelmezler”
(Tahrim, 6) buyurmuştur.
Musa (a.s) da kardeşi
Harun (as)’a:
“Ey Harun, onların saptıklarını gördüğün zaman bana tabi
olmaktan seni alıkoyan nedir? Emrime karşı mı geldin?”
(Taha, 92-93) demiştir.
Şair der ki:
Sana kesin bir emir verdim, bana isyan ettin.
Sen saltanatı gitmiş, pişman birisin.
“Fısk” kelimesi özellikle yasaklanmış olan
bir fiili işlemeye delalet eder, genellikle bu manaya kullanılır.
Nitekim şu ayette böyledir:
“Eğer onlardan birine bir kötülük yaparsanız, kendinize
kötülük (fısk) yapmış olursunuz.” (Bakara,282)
Masiyet ise daha önce de geçtiği gibi, özellikle emire muhalefet etmek manasına
gelir.
Ancak fısk da isyan da zaman zaman birbirlerinin yerine
kullanılmışlardır. Mesela
“Yalnız iblis secde etmedi. O cinlerdendi.
Rabbinin emrinden (dışarı) çıktı” (Kehf,50) ayetinde
emre uymamaya fısk adı verilmiş,
“Adem Rabbine karşı geldi (yasağa uymadı) de
yolunu şaşırdı” (Taha, 121) ayetinde de yasağı
çiğneme, isyan kelimesiyle ifade edilmiştir.
Ancak bu birbirinin yerine
kullanılma, bu kelimelerin tek olarak zikredilmeleri durumunda söz konusudur. Her
iki kelimenin bir arada kullanılması halinde ise biri emre, diğeri de yasağa
uymama manasına delalet ederler.
Bir de takva bütün emirleri harfiyyen yerine
getirmek, Allah’tan, O’nun cezasından korkmaktır.
(Kur’an’da, Hadiste ve Arap
dilinde takva kelimesinin ne manaya kullanıldığını taklitten uzak ve dikkatle
düşünen kimse onun şu manaya geldiğini görür: Kişinin dünya ve ahirette basına
gelmesinden hoşlanmadığı zarar ve kötülüklerden korunmak için Allah’tan gelen
herşeye itaat etmesi, bunu dünyada ve ahirette felaha ermesine vesile kılmasını
umması, Allah’ın kendisine vermiş olduğu mal ve herşeyin, hatta Kur’an’ın felah
ve hüsranına sebep olabileceğine iman etmesidir. Nitekim Cenab-ı Allah:
“Biz
Kur’an’dan mü’minlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. (Ama o) zalimlere
ziyan arttırmaktan başka bir katkıda bulunmaz”
(İsra, 17,82) buyurmuştur.
Bunun içindir ki yüce Allah Kur’an okurken şeytandan kendisine sığınmamızı
emretmiştir. Taki onu Allah’ın murad ettiğinden farklı bir mana ile anlayarak
hüsrana uğramayalım. Artık çocuklarımız, ailemiz, malımız ve her hareket ve
halimizde Allah’a sığınmalı, O’na iltica etmeliyiz.)
İtikadı fıska gelince:
Bu, Allah’a onun
peygamberlerine ve ahiret gününe iman eden, onun haramlarını haram, farzlarını
farz bilen, ancak bilgisizlik ve te’vil yoluyla ileri gelen bazı kimseleri
taklit etmek suretiyle Allah ve Rasulünün isbat ettiği birçok şeyi inkar,
nefyettiklerini de isbat eden bid”atçıların fıskıdır.
Hariciler, Rafizilerin
çoğu, Kaderiyye, Mu’tezile ve aşırı gitmeyen Cehmiyye’nin çoğu bu nevi
bid’atçıdırlar.
Cehmiyye’nin aşırı gidenleri ise aşırı Rafiziler gibidirler. Son
iki mezhebin İslamda yeri yoktur.Onun içindir ki, bazı selef uleması onları
yetmiş iki fırkanın dışına çıkarmış, ümmetin haricinde olduklarını
söylemişlerdir.
Ancak bizim burada maksadımız inanç fıskı işleyen
bid’atçıların hükümlerini zikretmek değil, bunların tevbesinin nasıl olacağını
açıklamaktır.
Bu tür fıskı işlemenin tevbesi:
Herhangi bir teşbih ve temsile
sapmaksızın, Allah ve Rasulünün Allah için isbat ettikleri şeyleri kabul etmek,
Herhangi bir tahrif ve (ta'til)
inkara kaçmaksızın Allah ve Peygamberinin onu tenzih ettikleri şeylerden
tenzih etmektir.
İsbatı da tenzihi de insanların bid’at ve
dalaletin kaynağı olan görüş ve düşüncelerinden değil, vahy sahibinin nurundan
almaktır.
|