بســـم الله الرحمن الرحيم

 

GİRİŞ

 

Allah’dan yardım isteriz. Güç ve kudret yalnız Yüce ve Aziz olan Allah’ın yardımıyladır.

Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur, akibet müttakilerindir ve düşmanlık sadece zalimlerin üzerinedir. Allah’tan başka ibadete layık ilah bulunmadığına onun şeriksiz alemlerin Rabbi, peygamberlerin ilahı, semaların ve yerlerin Kayyumu olduğuna şehadet ederim.

Ben, Muhammed (s.a.v)’in O’nun kulu ve apaçık kitap ile gönderilen rasulü olduğuna şehadet ederim.

O kitap, hidayetle dalaleti, adaletle zulmü, şekkle yakini birbirinden ayıran kitaptır.

Allah bu kitabı, düşünerek okumamız, araştırarak teemmül etmemiz, tezekkür ederek mutluluğa ermemiz, onu en güzel vücuh ve manalar hamletmemiz , söylediklerini doğru kabul edip, emrettiği ve yasakladığı şeyler doğrultusunda, çalışmamız için indirdi.

Biz, Kur’an’ın ağaçlarından Allah’a ulaştırıcı faydalı ilimleri toplar, onun bahçesindeki çiçeklerden hikmet incilerini devşiririz.

Bu, Allah’ı bilmek isteyene onu gösteren Allah’ın kitabı, Salikini (yoluna gireni) Allah’a ulaştıran Allah’ın yolu, salik için karanlıkları aydınlatan Allah’ın nurudur.

Bütün yaratıkların mutluluğunu sağlayacak hidayet ve rahmettir.

Bütün sebepler kesintiye uğrayıp ortadan kalktığında kulları Allah’a ulaştıran, kullarla Allah arasındaki tek sebepdir.

Bu kitab girilebilecek en büyük kapıdır, bütün kapılar kapansa bu kapı asla kapanmaz.

O, düşünceleri sağa sola meylettirmeyen dosdoğru yoldur, arzuları saptırmayan Zikr-i Hakimdir; alimlerin kendisine bir türlü doyamadığı semavi bir kitaptır.

Onun mucizeleri asla son bulmaz. Bu kitabın bulutları gitmez, ayetleri bitmez, bilgileri çelişmez. Onun üzerinde düşünme ve teemmül artınca, bilgi ve hidayet de artar, çoğalır.

Bu kitabın ırmağı coştukça, ondan hikmetler fışkırır; hikmet menbaları çıkar; o, gözlerin nuru, gönüllerin şifası, kalblerin hayası, nefislerin lezzeti, kalblerin bahçesidir.

Ruhları sevinç diyarına götürendir. Sabah- akşam” Ey kurtuluş ehli! Haydin kurtuluşa” diye çağırandır. O, sırat-ı müstakimin başında durup imana çağırandır.

“Ey kavmimiz! Sizi Allah’a çağırana icabet ediniz ve Allah’a inanınız; o zaman Allah sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi can yakıcı azabdan korur” (Ahkaf, 31)

Keşke bu çağrı, duyup - dinleyen ezberleyen kulaklara, fesad düşüncelerden uzaklaşıp, anlayan kalblere rastlasaydı. Fakat gönülleri heva rüzgarları doldurdu ve kalbin kandillerini söndürdü. Gönüllere beşeri düşünceler yerleşti ve onun kapılarını kapadı ve gönül kapısının anahtarları zayi oldu. Yabancı düşünceler kazanmak gönülleri paslandırdı da, Kur’an’ın hakikatleri kalplere girip, nufuz edemedi. Kalblerde, gönüllerde cehalet hastalıkları yerleşti de, salih amel onlara fayda sağlamadı.

Yazık bu gönüllere! Nasıl oldu da faydasız ve doyurucu olmayan fikirlerle beslendiler, Rabbü’l - alemin’in kelamı ile nebisinin hadislerine kulak verip onlarla beslenmediler. Nasıl oluyor da, doğru ile yanlışı Kur’an ve Sünnetin aydınlığında ayıramıyorlar da, görüşlerin karanlığında çözmeye çalışıyorlar?

Hayret! Bu gönüller sağlam fikirlerle çürük fikirlerin, kabul edilenle reddedilenin, tercih edilenle terkedilenin arasını nasıl olup da temyiz edebiliyorlar?

Halbuki onlar, başında ve sonunda batıl bir şey getirmeyenin kelamından ilim ve hidayeti telakki etmedeki acizliklerini de itiraf etmişlerdir.

Halbuki onun kelamı hakkı en açık bir şekilde açıklama garantisi veriyor. Kim bunlar kendisine Cevamiu’l- Kelim verilenin kelamını almadıklarını söyledikleri halde gerçeği nasıl temyiz ediyorlar? Halbuki onun sözleri de en geniş açıklamaları ihtiva etmektedir.

Hayır,bilakis Allah’a andolsun ki bu fikirler kalbleri hidayete ve rüşde ulaşmaktan alıkoyan bir fitnedir. Akıllar, amaçlarına giden yollarda şüpheye düşmüştür. Çocuklar bu fitne ortamında büyüyor, büyükler bu ortamda ihtiyarlıyor.

Işıktan rahatsız olan yarasa gözlüler, bu fikirleri insanların ulaşmak için yarıştıkları bir gaye ve varmak istedikleri son nokta zannediyorlar ve bunlar için bir sürü zahmete katlanıyorlar.

Fakat heyhat! Kuşluk güneşi nerede?

Süha yıldızı nerede?

Yeryüzü nerede, Cevza’ yıldızı nerede?

Söyleyenin doğruluğu basit bir delille de olsa garanti edilemeyenin sözü nerede, masumluğu tasdik edilmiş olan peygamberlerin sözleri nerede?

En yüksek dereceyi iltibası caiz denebilen sözler nerede, anlaşmazlık anında her müslümanın, öne alması,hakem olmasını ve huzurunda muhakeme olunmayı kabul etmesi üzerine vacib olan nasslar nerede?

Bizzat söyleyenleri tarafından taklidi yasaklanan görüşler nerede, her kulun ibret ve öğüt alması farz kılınan naslâr nerede?

Mensubları ve sahihleri öldüğü zaman, kendisi de yokluğa karışan mezhebler nerede, yer ve gökler yıkılsa bile yok olmayan nasslar nerede?

 

İÇİNDEKİLER