Kur’an’da “ism” ve “udvan” kelimeleri
ile ifade edilen günah ve zulüm hemen hemen aynı manaya gelen lafızlardır.
Nitekim Allah (c.c) Kur’an’da:
“iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve
düşmanlık (zulüm ve tecavüz) üzerinde yardımlaşmayın”
(Maide,2) buyurmuştur.
Bu iki kelime ayrı ayrı zikredildikten zaman her
ikisi de diğerinin manasını ihtiva eder. Her günah zulüm ve tecavüzdür. Çünkü
günah, Allah’ın yasakladığı bir şeyi yapmak veya emrettiği bir işi yapmamaktır.
Dolayısıyla günah Allah’ın emir ve yasağına tecavüz etmektir. Ayrıca her tecavüz
de günahtır. Çünkü tecavüz fiiliyle kişi günahkar olur. Ancak bu iki kelime bir
arada kullanıldıkları takdirde her biri, ilgili olduğu ve sahip oldukları manaya
delalet eder.
Günah; yalan söylemek, zina etmek, içki içmek vb.
gibi haram olan fiillerdir.
Zulüm ve tecavüz ise; muayyen bir miktarı
haram olan davranışlardır. Şöyle de denilebilir:
Zulüm ve tecavüz helal sınırını aşıp haram sınırına
girmektir.
Mesela başkasında olan hakkını alırken haddi aşmak böyledir.
Hak sahibi hakkını alırken karşı tarafın mal, can ve namusuna zarar verirse
haddi aşmış olur.
Mesela bir kütüğü gasbedenden onun bedeline razı olmayıp evine
el koymak veya mala verilen zarara kat kat karşılıkta bulunmak yahut da kendisi
hakkında bir cümle söyleyen kimseye kat kat fazlasını söylemek böyledir.
Bunların hepsi de tecavüz ve haddi aşmak yani zulümdür.
Kur’an lisanında “udvan” lafzıyla ifade
edildiğini zikrettiğimiz bu zulüm ve tecavüz iki türlüdür:
1 - Allah hakkına tecavüz,
2 - Kul hakkına tecavüz.
Allah hakkına tecavüzün örneği:
Allah’ın, kuluna
helal kılmış olduğu hanımı ve cariyeleriyle cinsel ilişkide bulunmayı bırakıp
kulun, haram kıldıklarıyla zina etmesidir.
Nitekim Cenab-ı Allah bu hususta
şöyle buyurmaktadır:
“Onlar ırzlarını korurlar. Ancak eşleri yahut ellerinin
altındaki (cariyeler) hariç (bunlarla ilişkilerinden dolayı da)
onlar kınanmazlar. Ama bunun ötesine gitmek isteyen olursa, işte onlar haddi
aşanlardır.” (Mü’minun,5-7)
Keza insan,
karısı veya cariyesiyle mesela hayız veya nifas halinde iken veya normal
birleşme mahali dışından, yahut kendisi veya eşi ihramlı iken yahut da kendisi
oruçlu iken vb. hallerde cinsel ilişkide bulunmak gibi helal çizgisini aşıp
harama taşması da bu tür tecavüzdendir.
Ayrıca kendisi için mubah kılınan miktarı aşıp daha
fazlasını işleyen de tecavüzde bulunmuş olur.
Mesela boğazına takılan bir şey
sebebiyle boğulmak üzere olan ve o anda içecek herhangi bir şey bulamayan
kimsenin sadece tıkanmayı gidermeye yetecek bir yudum içki içmesine izin
verilmişken, o bir bardak içerse haddi ve mubah olan miktarı aşmış olur.
Yahut
da nişanlılık, alışveriş, şahitlik, karşılıklı ilişkiler ve tedavi durumlarında
namahreme bakma ruhsatı vardır.
Ancak bu durumda gözünü baktığı kimsenin
güzelliklerine diken, bakışlarını çiçek ve bahçelerde gezdiren kimse mubah
çizgiyi aşıp yasak tarafa geçmiş olur, çevrili korunun etrafında dolaşanların,
gözleri hayret içinde ve kalpleri fırlayacakmış gibi olur. Gözünü haber
toplaması için öncü olarak gönderir, o da gizlice göreve koyulur ve o çadırlar
arasında dolaşmaya başlar. Kalbi de onun peşinden yola düşer. O artık kendini
ancak o çadırların arasında zincir vurulmuş bir esir gibi hisseder. Çadırlar
arasında ölüp düşünceye kadar bakışlarının ardı arkası kesilmez. Kınından çıkan
kılıçlarla yere serilinceye kadar tecessüsü devam eder. İşte haddi aşmanın
tehlikesi; bundan sonrası ise daha tehlikeli ve daha büyük badirelerle doludur,
mahrumiyetler vardır. Gözünü Allah rızası için indirene nispetle kaybettikleri
ise çok daha fazladır. Zavallı adam, gözünü baktığı kimsenin güzellikleri
üzerinde yola çıkarmış,yolculuk zahmetinden başka bir kâr elde edememiş; bu çöl
yollarında kendini tehlikeye atmış, girdiği tehlikenin büyüklüğünü
bilememiştir!.. Bu ne biçim yolculuktur ki yolcu hedefine varamamış, asası omuzundan inmemiş, sonunda yolu kesilmiş, her yandan gözetime alınmıştır. Ne
memleketine dönebilmekte ne de ileriye gidebilmektedir. Uzakta sıcaktan, bir göl
görür, soğuk suya kavuştum diye sevinir.
“Fakat yanına gelince hiç bir şey
olmadığını anlar ve yanında Allah’ı bulur; Allah da onun hesabını tastamam
görüverir. Allah hesabı çabuk görendir.” (Nur,
39)
Sonunda bir serap görmüş olduğunu anlar. Vallahi namahreme bakmadaki
lezzet ile şu zillet aynı değerde değildir. Akıllı bir insan bunları takas
etmez. Bunlar faydası birbirine yakın şeyler de değildir, ki onları ayırmada
zorluk çekilsin. Fakat gözlerde perde vardır; güvenli yerlerle kaygan yerleri
birbirinden ayıramaz. Kalpler ise gaflet yorganları altında ve gurur
döşeklerinde uyumaktadır. Zira:
“Gözler kör olmaz (çünkü gözlerin körlüğü
geçici bir görme yetersizliğidir); fakat (asıl) göğüslerdeki kalpler kör olur.”
(Hacc, 46)
Zaruret halinde murdar bir hayvan etinden yenmesi,
mubah olan miktarı aşıp doyuncaya kadar yemek de bir tecavüz örneğidir. Çünkü
murdar hayvan etinden Şafii ve Hanefi mezhebine ve Ahmed b. Hanbel’den rivayet
edilen iki görüşten birine göre ancak ölmeyecek kadar yemek mubahtır. Sadece
İmam Malik eğer ihtiyaç var ise doyuncaya kadar yemenin mubah olduğunu ileri
sürmüştür. Şayet ihtiyacı olmadığı halde sırf şahsına ait diğer mallarını
muhafaza etmek için cimrilik vs. yüzünden yer ise bu tecavüz olur.
Nitekim Cenab-ı
Allah:
“Kim mecbur kalırsa (başkasına)
saldırmadan ve haddi aşmadan (bunlardan) yemesinde bir günah yoktur.
Muhakkak ki Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Bakara, 173) buyurmuştur.
Bu konuda Katade ve Hasan el- Basri ise şöyle demişlerdir:
Mecbur kalınmadığı
takdirde murdar hayvan etinden yenilmez. Bu durumda ise doyuncaya kadar yemek
caiz değildir. Bazı alimler ise ayette geçen “saldırmadan” ifadesi, onu
istemeksizin, “haddi aşmadan” lafzı ise mubah kılınan miktarı geçmeden,
doyuncaya kadar değil sadece ölmeyecek kadar yemeyi ifade eder, demişlerdir.
Mukatil ise, bu iki ifadenin “o etin helal
olduğuna inanmadan ve azık edinmeden” manasına geldiğini söyler. Aynı ifadelerle
ilgili olarak şöyle de denmiştir:
Bu “Konulan sınıra tecavüz etmeden, gerekli olanı
yememek suretiyle de helak olmadan” demektir. Çünkü konulan sınırı aşmak da,
ölmek için gerekli olanı yememek de Allah’ın koyduğu sınıra tecavüz etmektir.
Her iki hal de günahtır.
Mesruk da şöyle demiştir:
Bir kimse murdar hayvan veya domuz eti yemek yahut da
kan içmek mecburiyetinde kalırda yemez ve ölürse cehenneme girer. Bu ayetle
ilgili iki görüşten doğru olan bu görüştür.
İbn Abbas ve arkadaşları ile İmam
Şafii ise şöyle demişlerdir:
Ayette geçen “saldırmadan” ifadesi “hükümdara”,
“haddi aşmadan” ise “yolculuğunda” kelimeleriyle kayıtlıdır. Dolayısıyla
yolculuk günah olmamalıdır. Şayet bir kimse günah olan bir yolculuğa çıkar ve
mecbur kalırsa ölmemek için söz konusu şeylerden yemesine izin verilmez.
Yukarıda zikrettiğimiz iki görüşten doğru olan görüş
on sebepten dolayı birincisidir. Ancak burada bu on sebebi zikretmek uygun
düşmez. Çünkü ayette olumlu veya olumsuz bir şekilde yolculuktan ve hükümdara
karşı gelmekten söz edilmemiştir. Ayrıca bu, sefere has değil, o münasebetle
zikredilmiş de değildir; mukim ve yolcu hakkında geneldir. Ayette geçen
“saldırma” ve “sınırı aşma” ise yemeyle alakası olmayan başka bir şeye değil,
yasaklanmış olan yemeye yöneliktir. Çünkü bu ayetin bir benzeri :
“Kim açlıktan
daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa ona günah
yoktur” (Maide,2) mealindeki ayettir.
Dolayısıyla, “günaha istekle yönelen” ile “saldırma” ve “sınırı
aşma” aynı şeylerdir. Çünkü iki ayette geçen günaha istekle meyletmek,
yenmesi haram olan miktara meyletmektir. Bu haram kısma taşmama mübahlık için
şarttır. Çünkü buradaki yeme izni sadece bir zaruretten doğmaktadır. Dolayısıyla
iznin zaruret sınırının dışına çıkması söz konusu değildir ve o sınırı aşmak
saldırmak, haddi aşma ve günahtır. Binaenaleyh zaruretten kaynaklanan izin O’nu
aşan kısmına da helal olmasını gerektirmez.
Son olarak günah ve sınır aşma, A’raf Suresi’nde
zikredilen “günah” ve “saldırma” ile kastedilen manaya gelmektedir.”
(Bkz. A’raf 33)
Bununla birlikte “saldırma”
kelimesi genellikle kul hakkına tecavüz manasında kullanılmıştır. Şayet
“saldırma” “sınır aşma” ile birlikte kullanılacak olursa “saldırma” hırsızlık,
yalan, iftira, incitme ve zarar vermeyi başlatmak gibi bir tür olarak haram olan
bir fiille insanlara zulmetmek manası söz konusu olur. Aynı durumda “sınırı aşma”
ise bir hakkı kullanırken onun ötesine taşma manasına gelir. Dolayısıyla, kul
hakları noktasında saldırma ve sınırı aşma fiilleriyle, Allah hakkı açısından
günah ve sınır aşma mesabesinde olur.
Binaenaleyh bu konuda dört esas göze çarpıyor:
1 - Allah hakkı ve
2 - Onun sınırı,
3 - Kul hakkı ve
4 - O’nun sınırı.
İşte “saldırma” “sınırı aşma” ve “zulüm” ya bu iki
sınırın ötesine geçmek veya o hakları sınırlarına kadar vardırmayıp eksik
bırakmaktan ibarettir.
|