"İyyake na'budu ve iyyake
nestain" mertebelerinden biri de huşu' mertebesidir.
Cenab-ı Allah, Kur'an-ı
Kerim'de
"İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen
gerçek karşısında kalplerinin saygıyla yumuşama (huşu) zamanı daha
gelmedi mi?" (Hadid, 16)
buyurmuştur.
İbn Mesud (r.a) bu konuda şöyle demiştir
"Müslüman olmamızla, Allah'ın bizi bu ayetle
azarlaması arasında sadece dört yıl geçmiştir."
İbn
Abbas ise şöyle der:
"Allah müminlerin kalplerini ağır ve hareketsiz bulmuş ve
onları Kur'an-ı Kerim'in nüzulünden onüç sene sonra azarlamıştır."
Keza Kur'an-ı
Kerim'de felah bulan müminlerden bahsedilirken şöyle buyurulmuştur:
"O müminler felaha ermişlerdir,
ki onlar namazlarında huşu'ludurlar." (Mü'minun, 1-2)
Huşu' lügatte tevazu, tezellül
ve durgunluk (sükun ve güven) manalarına gelmektedir.
Nitekim Cenab-ı Allah:
"Rahmana (saygı için) sesler kısılmıştır."
(Taha, 108)
Yani durgunlaşmış, alçaltılmış ve boyun
eğmiştir, demektir. Keza
"Senin toprağı huşu içinde görmen de O'nun ayetlerinden
biridir. O'nun üzerine yağdırdığımız zaman titreşir ve kabarır"
(Fussilet, 38)
mealindeki ayet-i kerimede de toprak husulü olmakla nitelenmiş, bununla kuruyup
çatlaması, suya kanıp bitki bitirmesi kasdedilmiştir.
Huşu': kalbin boyun eğerek ve
zilletle Allah'ın huzurunda durması O'nun üzerinde yoğunlaşmasıdır.
Sufilerden
biri şöyle demiştir:
"Huşu' Cenab-ı Hakk'a boyun eğmektir. " Ancak
boyun eğme ve itaat huşuun kendisi değil, onun gereği olan bir şeydir.
Huşuun alameti şudur ki, kul
kendisine muhalefet edildiğinde ve haklı olarak reddedildiğinde bunu kabul eder
ve boyun eğer.
Bazıları da şöyle demiştir:
Şehvet ateşinin sönmesi, göğüsteki haz dumanının sükûnet bulması ve kalpte tazim
nurunun parlamasıdır.
Cüneyd de şöyle demiştir:
"Huşu' kalbin
gaybları bilene (Allah'a) karşı zillet içinde bulunmasıdır".
Arifler huşuun mahallinin kalp
olduğunu alamet ve tezahürlerinin de organlarda bulunduğu hususunda ittifak
etmişlerdir. Rivayete göre Resulullah (sav) namaz esnasında sakalı ile oynayan
birini görmüş ve:
"Bu zatın kalbi huşu' içinde olsaydı organları da huşu içinde
bulunurdu" buyurmuştur. (Fethu'l- Kadir,V, 319) Göğsüne işaret ederek üç defa:
"Takva işte buradadır"
(Müslim, Birr, 32; Tirmizi, Birr, 18; Müsned II, 277)
buyurmuştur.
Ariflerden biri de şöyle demiştir: Zahirin güzel
ahlaklı olması batının da edebinin alametidir.
Sufilerden biri omuzları aşağıya
düşmüş birini görmüş ve adama göğsünü göstererek "Ey falan, huşu' buradadır.
Yoksa burada (omuzlarda) değildir" demiştir.
Rivayete göre ashaptan Huzeyfe (r.a) şöyle dedi:
"Nifak huşuundan sakınınız."
Kendisine "nifak huşuu nedir? " diye
sorulduğunda da şu cevabı verirdi:
" Kalb huşu halinde bulunmadığı halde
bedenin huşu içinde görünmesidir."
Hz. Ömer de namazda başını öne eğmiş birini
gördüğünde şöyle demiştir:
"Ey başı eğik adam, başını kaldır, Huşu' başta değil,
ancak kalptedir."
Sokakta ağır ağır ve halsizce yürümekte olan bazı gençler
gören Hz. Aişe (r.a) onların kim olduğunu sorup bazı zahid kimseler oldukları
cevabını alınca şöyle demiş:
"Ömer b. Hattab yürürken hızlı yürür, konuştuğunda
işittirir, vurduğunda acıtır ve yedirdiğinde de doyururdu. O gerçekten zahid
idi."
Fudayl b. İyad:
İnsanın kalbinde bulunan huşudan fazlasını üzerinde
bulundurmasından hoşlanmazdı.
Huzeyfe (r.a) şöyle demiştir:
"Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey huşu' dur. En son
kaybedeceğiniz de namazdır. Nice namaz kılan kimse vardır ki onda hiçbir hayır
olmaz. Yakın bir zamanda camiye girersiniz de orada huşu' içinde bir kimse
göremezsin"
Sehl de şöyle demiştir:
"Kalbi
huşu içinde olana şeytan yaklaşamaz."
|