Havassın Vakti Zayi Etmekten Tevbe Etmesi

 

Müellif şöyle der:

"Havassın tevbesi, vakti zayi etmekten tevbedir. Çünkü bu, eksiklik çukuruna düşmeye götürür, murakabe nurunu söndürür, sohbet pınarını kirletir."

Vakti zayi etmekten maksadı, günah veya lüzumsuz işlerle uğraşmak ya da onun farz ve vaciplerini yapmamak değildir. Çünkü vakitlerim bu yolda ve bu manada harcayacak olsalar zaten havas olamazlar. Bilakis bu bizzat avamın tevbesi dairesine girer. "Vakit" ise mutasavvıflara göre lügat manasından daha hususi bir mana ihtiva etmektedir. Bazıları derki:

 "Vakit hakkın kendisidir".

Bazıları da:

"Kulun varlığının, hakkın varlığında kaybolması (istiğrak) dır" demiştir. Bununla cem halindeki fenayı kasdederler.

Genellikle kabul ettikleri tarif ise şudur:

"Vakit kulun, murakabe, huzur ve vahdaniyette fena bulmak üzere Allah'a yönelmesidir."

Bu manada derler ki:

"O, Allah'la vakti olan biridir."

Böylece, genel manalı bir lafzı, manalarından birine tahsis etmiş olurlar. Aksi takdirde mana kendisini ilgilendiren şeylerle meşgul olan her kimsenin kendi işini görme ve arama yolunda fani olma, onunla "vakti" bulunma hatta bütün vakitleriyle onda kaybolma şeklinde genişler.

Havvasın, doğru bir vecd ve Allah'la muteber bir şekilde birlikte olmak manasındaki bu özel vakti zayi etmekten tevbe etmeleri, başka şeylerin bozamayacağı bir tevbedir.

"Vakit" ve sahihle fasit vakitleri arasındaki farklar konusunda tatminkar açıklamalar inşaallah daha sonra gelecektir.

Maksat şudur:

Sahih ve muteber bir vaktin ziyan edilmesi kulu noksanlık derecesine düşürür. Ona sahip çıkanlar ise kemal mertebelerine yükselir. Onu zayi ettiği zaman konumunu koruyamaz. Hatta eksiklik derecelerine iner. Eğer ileriye doğru gitmezse, mutlaka geri kalır. Kulun duru durağı yoktur. Daima hareket halindedir. Ya ileri gider ya da geri. Ya ileri gider veya daha ötesine. Ne tabiatta ne de şeriatta durağanlık yoktur. Burada ya cennete veya cehenneme götüren aşamalar söz konusudur. Bu merhaleleri kimi hızlı kateder, kimi yavaş, kimi ileri gider, kimi geri kalır. Fakat her halükârda yolda duran kimse yoktur. Yolda gidenler ancak gidilen yerin yönü ,bir de sürat ve yavaşlıkta birbirlerinden ayrılırlar.

Nitekim bir ayet-i kerimede:

"Şüphesiz O (cehennem), insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyenler için pek büyük bir uyarıcıdır" (Müddessir, 35-37) buyurulmakta fakat duran bir kimseden bahsedilmemektedir. Çünkü cennetle cehennem arasında başka bir mevki yoktur. Yolcunun bu iki yurttan başka yere çıkan yolu yoktur. Salih amellerle cennet yoluna ilerlemeyen, kötü amellerle cehennem yoluna kalır.

"Hedefe ulaşma yolunda gayret gösteren herkesin başına bir duraklama, bir aralık arız olur, duraklamadan sonra yoluna devam eder. Buna ne dersin?" diye soracak olursan şöyle cevap veririz:

Evet herkesin başına bir duraklama gelebilir.Fakat duranın iki hali vardır. Ya kendisini toparlamak, ki o, yola yeniden hazırlanmak için durur. Bu yeniden yola çıkmak için durmaktır ki durması seyrini etkilemez.

Nitekim bir hadiste de:

"Her amelin bir külfeti, her külfetin de bir ferahlığı vardır" (Müsned, II, 188) buyurulmuştur. Veyahut da kendisini arkasından asılan, peşinden çağıran bi sebepten dolayı durur. Eğer buna iltifat ederse, kaçınılmaz olarak onu yolundan alıkoyar, geri bırakır. Şayet Allah onu rahmetiyle korur, kervanın geçtiğini kendisinin de kervandan geri kaldığın bildirirse, öfkeyle ve ara verdiğinde de üzülerek uyanır, kervana yetişmek için sürat ve gayretle ileri atılır. Fakat kendisini alıkoyan şeyle uğraşmaya devam eder, ona kulak verirse o şey onun gafletten ve nevasının çağrısına uymaktan kurtulup ilk haline dönmesine izin vermez. Bunun neticesinde onu eskisinden daha kötü ve daha düşük bir duruma düşürür ki, hastalığın tam kurtulmuşken tekrar şiddetle nüksetmesi gibidir. Bu ise birincisinden daha tehlikeli ve daha şiddetlidir.

Hülasa, Allah Teala bu kulu düşmanının elinden çekip almak suretiyle korur, kurtarırsa ne ala! Yoksa ölüme doğru gitmeye başlar, gerisin geriye döner, ters yüz olarak yuvarlanır gider. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır ve ancak Allah'ın koruduğu, korunmuştur.

"Murakabe nurunu söndürür" sözüne gelince, bununla da şunu demek istiyor:

Murakabe, marifet ve kulluk hakikatlerini keşfeden bir nur verir. Vaktin zayi edilmesi işte bu nuru söndürür. Allah'la sohbet pınarını kirletir. Vakit sahibi, Allah'la sohbet halinde olan kişidir. Allah'la olan sohbeti ve vaktini muhafazası ölçüsünde onunla özel bir beraberliği olur. O Allah'la berabar olursa, Allah da onunla beraber olur. Vaktim kaybeder, ziyan ederse, bu özel beraberlik pınarını kirletmiş ve sohbeti kesmeye teşebbüs etmiş olur. Arif için, Allah'la olan vaktini kaybetmekten daha büyük bir zarar ve kayıp yoktur. Eski haline dönmesine yardım etmezse, bu kayıp halinin kıyamete kadar süreceğinden korkar. O zaman üzüntü ve pişmanlığı bütün üzüntü ve pişmanlıklardan daha fazla olur. Allah'tan uzaklığı başkalarına uzaklığından çok daha ağır gelir. Bunların hali şu insanların haline benzer ki, cennete girmeleri emredilmiş, onu bizzat görmüş ve içindekileri müşahede etmişlerdir. Tam bu sırada yüzleri cennetten cehenneme çevirilmiştir. işte havassın tevbesi, kulu bu gibi hallere düşüren, Allah'la olan vakitlerini kaybetmekten tevbe etme şeklinde tecelli eder.

Bundan başka tevbenin bir makamı daha vardır ki daha yüksek ve daha hususidir. Onu ancak muhabbet sahibi havas bilir. Bunların bütün amel, hal ve sözleri sevgililerine hasredilmiştir. Fakat amellerini asla beğenmezler ve hep kusurlu ve eksik bularak küçümserler. Sevdikleri zatı, nefis ve amellerinin razı etmesinden çok daha büyük ve yüce kabul ederler. Amel ve nefislerini hor ve hakir görmede son derece ileri bir mertebededirler. Sevdiklerinin isteğinden bir an olsun gaflet edecek, hakkını bir an olsun yerine getirmeyecek olsalar, bundan büyük günah işlemiş gibi tevbe ederler. Tevbe onlardan hiçbir zaman eksik olmaz. Onların tevbesi başkalarınınkine göre bambaşkadır.

"Her bilenin üstünde bir bilen vardır." (Yusuf, 76)

Ona olan sevgileri arttıkça, hakkını tanımaları da o ölçüde artar. O ölçüde kusurlarını görürler. Bu yüzden tevbeleri de büyüktür, korkulan bu sebeple daha fazla, nefislerini horlamaları da daha şiddetlidir. Bunların kendisinden tevbe ettikleri şey, bazen başkalarının büyük iyilik saydığı şeylerden olur.

Hülasa, rablerini ve hakkını tanıyıp bilen, doğruluk ve muhabbet sahiplerinin tevbesi gerçek tevbedir. Onlar dışındakiler bu tevbeden habersizdirler. Bunun da ötesinde başka bir tevbe daha vardır. Fakat şimdilik bunun üzerinde durmamamız uygun olur.

 

İÇİNDEKİLER