KORKU (HAVF) MERTEBESİ

 

"İyyake na'budu ve iyyake nestain" mertebelerinden biri de korku (havf) mertebesidir.

Korku mertebesi sülük makamlarının en yüksek ve kalbe en yararlı olanlarındandır. Korkmak her mümin için farzdır.

Nitekim Cenab-ı Hak:

"Eğer inanıyor iseniz, onlardan değil, benden korkun" (Al-i İmran, 175),

"Sadece benden korkun." (Bakara, 40) ve

"İnsanlardan korkmayın benden korkun" (Maide, 44) buyurmuş, kendisinden korkardan överek şöyle tavsif etmiştir:

"Onlar ki rablerinin korkusundan titrerler, rablerinin ayetlerine inanırlar,rablerine ortak koşmazlar, verdiklerini, rablerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verirler, İşte hayır işlerinde yarış edenler ve hayır için öne atılanlar onlardır." (Mü'minun, 57- 61)

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde ve Tirmizi'de Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:

"Dedim ki: Ya Rasulullah, 'verdiklerini kalpleri korku ile ürpererek verirler,' ayetinde bahsedilen kimseler zina eden, içki içen ve hırsızlık edenler midir? Rasulullah şöyle cevap verdiler:

"Hayır, ey Sıddık'ın kızı. Onlar oruç tutan, namaz kılan, zekat veren ve onların kabul olunup olunmayacağından endişe duyan kimselerdir." (Tirmizi, Tefsir, 24; İbn Mace, Zühd, 20)

Hasan el-Basri de ayetin tefsiri olarak şöyle demiştir:

" Vallahi onlar Allah'a itaat eden, bu hususta çok gayret gösterenler, buna rağmen geri çevrileceğinden korkanlardır. Muhakkak ki mümin iyilik ve korkuyu, münafık ise kötülük ve emniyeti bir arada bulundurur."

Bu konuda geçen vecel, havf, haşyet ve rahbet kelimeleri müteradif değilse de, manaları birbirine yakın olan kelimelerdir. Ebu'l- Kasım el- Cüneyd (i Bağdadi) bu konuda şöyle demiştir:

"Havf her nefes alış- verişte azap görebilirim diye düşünmektir."

Derler ki korku, korkulan zatın (Allah'ın) hatırlanmasından dolayı kalbin ızdırap duyması ve harekete geçmesidir.

Denir ki, korku ilahi hükümlerin ve kaderin cereyan tarzını kuvvetli bir şekilde görmektir. Ancak burada bahsedilen görme korkunun kendisi değil sebebidir. Bazıları da şöyle demiştir:

Korku kalbin hatırlandığında hoşlanmadığı bir şeyin vaki olmasından kaçmasıdır.

"Haşyet" kelimesi havf kelimesinden daha özeldir. Çünkü haşyet Allah'ı bilenlere mahsustur.

Nitekim Cenab-ı Hak:

"Kulları içinde ancak alimler Allah' tan (gereğince) korkarlar (haşyet ederler)" (Fatır, 28) buyurmuştur.

Haşyet marifetle birlikte bulunan bir korkudur. Peygamber efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:

"Ben sizin Allah'tan en çok sakınan ve en çok haşyet duyanınızım." (Buhari, Nikah, 1; Müslim, Siyam, 74; Müsned, VI, 67,156,245)

"Havf harekete geçme, haşyet ise derlenip toparlanma ve sükundur. Çünkü düşman, sel vb. şeyleri gören kimsenin iki ayrı hali olur:

Birincisi ondan kaçma halidir ki, bu, korku (havf) halidir,

İkincisi ise durması ve onun kendisine ulaşamayacağı bir yerde karar kılmasıdır, işte bu hal de haşyet halidir. Bu arada haşyet ile aynı manaya gelen bir kelime daha vardır, bu da "inhişa"dır. Çünkü bir kelimenin muzaaf ve mu'tel olan iki türü dil açısından kardeştir. "Tekadda" kelimesi ile "tekaddada" kelimesi gibi. Bu kelimelerin ikisi de süzülmek manasına gelirler.

"Rahbet" ise hoşlanılmayan şeyden süratle kaçmaktır. Rahbet, kalbin arzu edilen şeye doğru harekete geçmesi demek olan "rağbet" kelimesinin zıddıdır.

Bu arada "rahb" ile "herb" (korku ve kaçma) kelimeleri arasında hem lafız, hem de mana bakımından uygunluk vardır. Bir kelimeyi ortak bir mana üzerinde birleştirmek demek olan orta iştikak bunları biraraya getirmektir.

"Vecel" ise gücünden, cezasından korkulan bir zatın hatırlanması veya görülmesi sebebiyle kalbin ürperip adeta paralanmasıdır.

"Heybet" ise tazim ve hürmetle birlikte bulunan bir korkudur. Heybet çoğunlukla sevgi ve marifetle birlikte olur.

İclal ise sevgi ile birlikte bulunan bir tazimdir.

- Havf bütün müminlere,

- Haşyet, marifet ehli olan alimlere,

- Heybet muhabbet ehline,

- İclal ise mukarrebine mahsustur.

Havf ve haşyet Allah'ı bilmek ve arif olmakla orantılıdır. Nitekim Hz. Peygamber (sav):

"Ben sizin içinizden Allah'ı en çok bileniniz ve O'ndan en çok haşyet duyanınızım" (Buhari, Edeb, 72; Müslim, Fedail, 127) buyurmuştur.

Bir rivayette ise havf kelimesi geçmektedir. Yine Rasulullah efendimiz (s.a.v) bir başka hadislerinde şöyle buyurmuştur:

"Eğer benim bildiğimi siz de bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız. Yataklarda kadınlardan lezzet almazdınız. Allah'a yalvarmak için dağlara çıkardınız." (Tirmizi, Zühd, 9; İbn Mace, Zühd, 18; Müsned, V, 173)

Havf sahibi kimse kaçma ve kaçınmaya iltica eder.

Haşyet sahibi olan ise ilme sarılmaya sığınır.

Havf eden kimse ile haşyet eden kimse, tıp ilminden nasibi olmayan bir kimse ile, usta bir tabibe benzerler. Cahil kimse perhiz ve kaçınmaya, tabib ise hastalık ve ilaçlara dair bilgisine sığınır.

Ebu Hafs:

"Havf Allah'ın kamçısıdır. Onunla kapısından kaçan serkeşleri yola getirir. Havf kalbin meşalesidir. Kalbde bulunan hayır ve şer bu meşale ile görülür" demiştir. Aslında her korkulan şeyden kaçılır. Ancak Allah müstesna, O'ndan korkanlar O'na kaçarlar. Binaenaleyh Allah' tan havf eden (korkan) kimse O'ndan O'na kaçmaktadır.

Ebu Süleyman :

"Allah korkusu bir kalbi terk ederse, o kalp derhal harap olur" demiştir.

İbrahim b. Süfyan ise şöyle demiştir:

"Korku bir kalbe yerleşti mi, orada bulunan şehvet nefsani arzulardan ne var ne yok, hepsini yakar."

Zunnun Mısrî şöyle der:

"Korku hali zail olmadıkça insanlar doğru yolda yürümektedirler. Korku hali zail olunca yoldan saparlar."

Hatemu'l- Esamm ise şöyle demiştir:

"Mekanın salih ve elverişli olmasına aldanma, cennetten daha elverişli bir yer var mı?

Böyle iken Adem'in (a.s) başına gelen, orada gelmedi mi?

İbadetin çokluğuna da aldanma, (en çok ibadet eden iblis değil miydi? Bunun kitap ve sünnetten delili nerededir?)

İlmin fazlalığına da aldanma, (Beni İsrail ulemasından) Belam b. Bahura'nın İsm-i A'zam'ı iyi bilmesine rağmen, başına gelenleri düşün.

Salih insanlarla görüşüyorum diye de aldanma. Rasulullah'tan (s.a.v) daha büyük bir şahıs var mıdır? Onunla görüşmek münafıklara ve düşmanlarına ne fayda sağladı?"

Aslında korku bizzat istenen bir hal değildir. Ancak o dolaylı olarak, bir vesile, bir araç olarak istenmektedir. Onun içindir ki, korkulan şeyin zail olmasıyla o da zail olur. Nitekim cennet ehli cennette ne korku, ne de hüzün duyacaklardır.

 

İÇİNDEKİLER