- Korku fiillerle,
- Sevgi ise zat ve sıfatlarla ilgilidir.
Onun içindir ki, müminler cennete girince Allah'a
olan muhabbetleri kat kat artacak, fakat orada korku duymayacaklardır. Nitekim
bu sebepten dolayı muhabbet makamı ve durağı korku makamı ve durağından daha
yüksek ve yüce olmuştur.
Övülecek olan gerçek korku,
kişi ile Allah'ın yasakları arasında bir perde olan korkudur. Şayet korku bu
çizgiyi aşarsa ümitsizlik doğurmasından endişe edilir.
Ebu Osman şöyle demiştir:
Hakiki korku vera' üzere bulunmak, zahiren ve batınen günahlardan sakınmaktır.
Şeyhülislam İbn Teymiyye'nin de bu konuda
şöyle dediğini işittim:
"Övülecek olan korku seni Allah'ın yasaklarından
alıkoyan korkudur."
Menazil müellifi ise:
"Korku haberin üzerinde durmak suretiyle, emin
olmanın rahatlığından kurtulmaktır."
Yani, Allah'ın haber vermiş olduğu ilahi mükafat ve
cezayı düşünmek suretiyle kendini emin hissetme gevşekliğinden çıkmak demektir.
Müellif şöyle devam eder:
"Korkunun üç derecesi vardır:
Birincisi cezadan korkmaktır. Bu, imanın
kendisiyle sahih olduğu korkudur. Avama ait olan bu korku tehdidi kabul etmek,
suçu itiraf etmek ve sonunu düşünmekten doğmaktadır."
Korkudan önce bir şuur ve bilgi
olması şarttır. Çünkü insanın bilmediği bir şeyden korkması imkansızdır.
Korkunun ilgili olduğu iki şey vardır:
Birincisi hoşlanılmayan ve meydana gelmesi
istenmeyen şeyin bizzat kendisi,
İkincisi
ise istenmeyen o şeye götüren sebep ve yol. Kul korkulan şeye götüren sebebi
ve korkulan şeyi bildiği ölçüde ondan korkar. Bunlardan herhangi birine ait
şuurunun eksik olması oranında da korkusu olur.
Mesela bir şeyin şöyle bir
harama götürdüğüne inanmayan kimse, ondan korkmaz. Keza bir şeyin bir harama
götürüp sebep olduğuna inandığı halde, haram olan şeyin değerini bilmezse yine
ondan tam anlamıyla korkmaz. Kişi ne zaman ki korkulan şeyi bilir ve bir şeyin
ona sebebiyet verdiğini kesinlikle anlarsa, işte o zaman ondan korkar.
İşte korkunun "cezayı tasdik
etmek, suçu kabul etmek ve sonunu düşünmekten doğması" nın manası budur.
"Sonunu düşünmek" demek ayrıca
korkulan şeyi fazlasıyla göz önüne getirmek, onu hiç unutmamak için gözünün
önünden ayırmamaktır. Çünkü salik bir şeyi ne kadar bilse de onu unutup göz
önüne getirmemesi kalbinin ondan korkmasına engel olur. Onun için, korku imanın
sıhhatinin alameti, onun kalpten göçüp gitmesi, imanın da oradan göçmesi olarak
kabul edilmiştir.
Menazil müellifi şöyle devam
ediyor:
"Korkunun ikinci derecesi tamamiyle uyanıklık halinde geçen, lezzetle
karışan nefes alış verişlerde aldanmaktan korkmaktır."
Müellif bu sözüyle şunu
kasdetmektedir:
Gafletsiz bir uyanıklık halinde olan ve bütün nefes
alış-verişleri, böyle geçen kimse bu hali lezzetli bulur. Çünkü uyanıklık
halinde Allah'ın huzurunda bulunmaktan daha lezzetli bir hal yoktur. Ancak
burada aldanmaktan korkulması, bu huzurda bulunma, uyanıklık ve halvete son
verilmesi gerekir...
Çünkü durumuna imrenilen nice kimseler vardır ki, sahip
oldukları haller ters dönmüş, iyi amel işlemekten vazgeçip kötü amel işlemeyi
arzu eder olmuşlardır. Nesi varsa hepsini saçmıştır, elleri bomboş kalmıştır.
Geceler boyunca manevi hali ay gibi parlarken, birden bu ay tutulup, karanlıklar
içinde kalmıştır. Bu hal içinde, ünsiyeti yalnızlığa Allah'ın huzurunda oluşu
ayrılığa, O'na doğru gidişi O'ndan yüz çevirmeye, O'na yakın olması O'ndan uzak
olmaya, O'nunla birlikte olma O'ndan ayrılığa dönüşmüştür.
Nitekim şairin biri şöyle demiştir:
Güzel oldukları vakit, hakkında
hüsnü zanda bulunulan kaderin seni bedbaht edeceğinden endişe etmedin.
(Allah'ın kaderi halka
bedbahtlık getirmez. Çünkü Cenab-ı Hak her türlü hallerinde ve işlerinde güzel
isimleriyle kullarına tecelli eder ve onları yönetir. Bedbahtlık ancak kulun
kötülüğünden, Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimeti kötüye kullanıp, onu
yanlış ve Allah'ın sevmediği yöne sevketmesinden kaynaklanır.)
Geceler seninle sulh yaptı, sen
de buna kandın. Halbuki saf ve berrak geceler birden bulanır, bulutlanır.
Menazil müellifi şöyle devam
eder:
"Korkunun üçüncü derecesi havassın derecesidir. Aslında havassın
makamında, korkunun (havf) yalnızlığı duyulmaz, burada sadece Allah'ın celalinin
heybeti bulunur. Bu derece, korku babında kaydedilecek derecelerin en
yükseğidir."
Korku yalnızlığı, Allah' tan
kopmak ve kötü iş yapmakla gerçekleşir. Saliklerin seçilmesi ise Allah' a vasıl
olmuş, O'na yakın bulunan kimselerdir. Binenaleyh, onların korkuları Allah' tan
kopmuş günahkar kimselerinki gibi bir yalnızlık korkusu değildir. Çünkü Allah
(c.c) onlara ikbal etmek, onları sevmek suretiyle onlarla beraberdir. Ancak O'nun
azametinden korkmak böyle değildir. Çünkü bu Allah'ın zat ve sıfatlarıyla
ilgilidir. Kul, rabbini ne kadar çok bilir ve ne kadar O'na yakın olursa,
kalbindeki O'na karşı tazimi de o kadar büyük olur. Bu avamın korkusundan daha
yüksek bir derecedir.
Keza müellif şöyle diyor:
"Bu
korku, münacat halinde iken mükaşefe arız olan, sohbet anında saliki koruyan ve
izzet sadmesiyle müşahede halindeki sufiyi sarsan bir korku ve tazimdir."
Yani korkunun bu derecesi
çoğunlukla münacat anında vaki olur. Münacat kulun rabbine nazlanması, O'nun
huzurunda niyazda bulunması, O'ndan lütuf ve keremini talep etmesi, O'nu
nimetleri, isim ve sıfatlan sebebiyle övmesi ve sözleriyle O'na yakarışta
bulunmasıdır. Sufiler münacattan bunları kasdederler.
İşte bu münacat kalple Allah
arasındaki perdenin açılmasını, kalbin Allah'ın isim ve sıfatlarının nurlarıyla
yüz yüze gelmesini ve orada tecellisine mani olan perdenin aradan kalkmasını
gerektirir. İşte bu sırada kula heybet arız olur. Kalbe gelen şeyin (varid) gücü
nisbetinde münacat semasından kula feyzler akar.
"Sohbet sırasında saliki
korumasına" gelince:
Sufilere göre sohbet, münacattan daha özel bir haldir.
Sohbet, kalbin rabbiyle tıpkı bir aşıkın maşukuyla konuştuğu gibi, konuşmasıdır.
Eğer bu sohbet sırasında Allah'ın azametinin korkusu hazır bulunmazsa, sohbet
saliki genişleme ve nazlanmaya sevk eder. İşte bu sırada mevcut olan korku
(heybet) kulu kulluk edebinden uzaklaşmaktan korur, muhafaza eder.
"Müşahede halinde sufiyi izzet
sadmesiyle sarsma" ya gelince; bu da Allah'ın rububiyet izzetinin sadmesiyle
kulun neredeyse ölecek hale gelmesidir.
Rububiyet izzetinin üç manası vardır;
1 - Kaçınma (imkansızlık) izzeti,
2 - Kuvvet ve şiddet izzeti,
3 - Hakimiyet ve kahr izzeti.
İşte bütün bu manalarıyla birlikte Rububiyet izzeti, Allah'ı müşahede eden kulu çarptığında,
onu neredeyse yok edecek ve izini silecek bir noktaya getirir. Çünkü rububiyet
izzetine hiçbir şey karşı koyamaz. Vallahu a'lem.
Aslında Allah (c.c)'a doğru
sülük eden kalp, bir kuş gibidir.
- Muhabbet onun başı,
- Korku ve ümit (havf ve
reca) de kanatlarıdır.
- Ne zaman baş ve kanatlar sağlam olursa kuş
iyi uçar.
- Baş koparılacak olsa kuş ölür.
- Kanatları kırıldığı zaman ise her türlü
avcıya hedef olur.
Ancak selef-i salihin hayatta iken korku kanadını ümit kanadından daha
güçlü olmasını, daha güzel bulmuşlardır.
Bu metot Ebu Süleyman ve diğer bazı
sufilerin de metodudur.
Ebu Süleyman (Darani) derki:
"Kalbde havf hali galip
olmalıdır. Ümit (reca) hali galip gelirse, bozulur."
Bazıları da şöyle demişlerdir:
Hallerin en kamil olanı reca ve havfin (ümit ile korkunun) birbirine denk olması
ve sevginin galebe çalmasıdır.
Çünkü:
- Mahabbet
binektir.
- Ümit, bineğin yediricisi,
- Korku ise sürücüsüdür.
- Allah ise lütuf ve keremiyle kendisine
varılacak hedeftir.
|