Kulluğun Mertebeleri

 

Bilmelisin ki kula davetçi ulaşmadan önce kul gaflet uykusundandır. Gözü uyanık olduğu halde kalbi uyumaktadır. Nasihat veren ona seslenir, kurtuluşu ona duyurur. Rahmanın müezzini ona, haydin felaha, diye ilan eder.

Dolayısıyla gaflet uykusunda uyuyanın ilk mertebesi uykudan uyanma mertebesidir. Yakaza (uyanış) halinin uyanış dehşetiyle kalbin sarsılması, uyanması kendine gelmesi olduğunu daha önce söylemiştik.

Menazil müellifi diyorki:

“ Bu uyanış şu ayette geçen Allah için kalkma durumudur.

“De ki, size ancak iki şeyden birini, birer ikişer Allah için kaim olmanızı, Allah için doğrulmanızı tavsiye ediyorum.” (Sebe, 46)

Devamla derki:

“Allah için kaim olmak gaflet uykusundan uyanmak, tehlikeye düşmeden korunmak, tehlikeden haberdar olmaktır. Bu uyanış nuru kulun kalbini aydınlatan ilk şeydir. Bu da üç şekilde olur:

1 - Nimetleri saymaktan ümidini keserek kalbin nimetler üzerinde düşünmesi,

2 - Nimetin ölçüsü üzerinde durması ve nimet bağışlamanın bilgisine ulaşmaya çalışması,

3 - Nimetlerin hakkını ödemede yetersiz kaldığını bilmesidir.”

Menazil yazarının zikrettiği bu şeyler uyanıklığın gereği ve neticesidir.

Kul, uyanıklık nurunu görmek suretiyle gaflet tehlikesi ve uykusundan uyanınca kalbi aydınlanır, kalbe, Allah’ın batın ve zahir nimetlerini mülahaza etmek düşüncesi doğar. Ne zaman kul kalbini ve gözünü nimete yöneltirse, nimetin büyüklüğü ve çokluğunu mülahaza eder. Böylece de nimeti saymaktan ve sınırlarını kavramaktan aciz kalır, hak etmediği ve karşılığını da vermediği halde Allah’ın kendine ihsan ettiği nimetleri müşahade etmek için kalbini boşaltır ve temizler.

İşte o zaman nimetin gereğini yerine getirme konusundaki kusurunu ve eksikliğini de anlar.

Bu uyanış ve teyakkuz salikin nimetin şükrünü ifa etmesidir. Dolayısıyla bu ihsana şahid olmak ve O’nun şükrünü ifada kusurlu olduğunu görmek saliki kulluğun iki büyük çeşidine götürür.

Bunlar:

1 - Nimet veren Allah’a muhabbet ve

2 - O’nun zikriyle dolmaktır.

Kul Allah’ın nimetine şükretmekten aciz kaldığı zaman O’nu anmaya O’na boyun eğmeye ve nefsini kötülemeye başlar ve böylece kul şu ifadeyi gerçekleştirir.

“Sana, üzerimdeki nimetlerimle geliyor, yöneliyorum günahımı itiraf ediyorum, öyle ise beni bağışla, doğrusu günahları ancak sen bağışlarsın” (Buhari, Daavat, 2)

O vakit kul bilir ki bu istiğfar bütün istiğfarların başı (seyyidu’l- istiğfar) olmaya layıktır. Yine anlar ki, eğer Allah göktekilere ve yerdekilere azab etse zalim olmaz. Çünkü azabı haketmişlerdir. Eğer Allah onlara merhamet etse Allah’ın onlara rahmeti, amellerinden daha hayırlı olur. Ve bilir ki kul sürekli, Allah’ın ihsanının mütalaa ve kusurunu müşahade arasında Allah’a doğru yol alır.

Menazil sahibi devamla şöyle der:

“Yakaza halinin ikinci mertebesi:

suçları mütala etmek, ondaki tehlikelere vakıf olmak, bu suçları terk etmeye gayret etmek, onların bağından kurtulmaya çalışmak, suçları, günahları iyice tanıyarak onlardan kurtulmak istemektir”

Böylece kul, daha önce yapmış olduğu kötülüklere bakar,onları araştırır ve büyük bir tehlikede olduğunu anlar, Hakk sahibinin sorgulaması ve hakkın gereği olarak, tehlikenin ve yok olmanın sınırına, uçurumun başına geldiğini anlar. Şüphesiz Allah Teala Kur’an’da daha önce yaptıklarını unutanları kötülemiştir.

"Allah’ın ayetleri kendisine hatırlatıldığı halde Allah’ın ayetlerinden yüz çevirenden ve daha önce yaptıklarını unutandan daha zalim kim vardır?" (Kehf,57).

Kul suçlarını ve cinayetlerini mütelaa edince zamanında yapamadığı ilim ve ameli elde etmeye gayret eder, istiğfar ve pişmanlıkla cinayet ve suç bağından kurtulur. Bu suçlarını azaltmak ister. Bu davranış günahların pisliklerinden kulun marifet ve imanını kurtarmasıdır. Nitekim altın ve gümüşün arındırılması da onun pisliklerden ayrılması demektir. Kulun, cennete girmesi de ancak bu ayrışmadan sonra mümkün olabilir. Zira cennet temizdir ve oraya ancak temizler girebilir. İşte bu yüzden melekler cennettekilere şöyle derler:

“Selam size, siz temizlendiniz, öyle ise ebedi olarak cennete giriniz” (Zümer, 73),

Allah Teala buyurur ki:

“Temiz olarak canlarını aldığı kimselere melekler: selam size, cennete giriniz, derler” (Nahl, 32).

Cennette zerre kadar bir pisliğin varlığı söz konusu değildir.

Bu arınma ve temizlenme dünyada dört şeyle gerçekleşir:

1 - Tevbe,

2 - İstiğfar,

3 - Kötülükleri silip yok eden güzel ameller,

4 - Günahlara kefaret olan, onları gideren musibet ve belalar.

Eğer kul bu dört esasla günahlardan temizlenip halas bulursa meleklerin temiz olarak canlarını aldığı kimselerden, cennetle müjdelenlerden ve ölüm sırasında “üzerlerine meleklerin indiği” (Fussilet, 30-32) ve “Korkmayınız, üzülmeyiniz, size vaad edilen cennetle sevininiz, biz dünyada ve ahirette sizin dostlarınızız, cennette nefislerinizin istediği her şey vardır, size söz verilenler oradadır, bu Gafur ve Rahim olan Allah’ın lütfü olarak verdiği cennettir” (Fussilet,30) dedikleri kimselerden olurlar.

Eğer kul arınmasını ve temizlenmesini bu dört şeyle gerçekleştiremezse, kulun tevbesi doğru, umumi ve kuşatıcı olan nasuh bir tevbe olmamış, istiğfarı da günahları terketmeye, günahları pişmanlık duymaya yönelik tam bir istiğfar olmamış demektir. Gerçek ve faydalı istiğfar günahı bıraktıran ve pişmanlık duyuran istiğfardır. Fakat içki kadehini eline alıp, Allah’ım senden bağışlanmayı istiyorum, deyip, sonra da kadehi dudaklarına götüren kimsenin istiğfarı, istiğfar değildir. Nitelik ve nicelik yapmış olduğu iyilikler de günahlarını giderme, silip süpürmeye yeterli değildir,başına gelen belalar da aynı şekilde günahlarına kefaret olmaya yetmez. Bu durum ya kulun suçunun büyüklüğünden yada ayırma gücünün zayıflığından dolayı olabilir. Ya da her iki durumdan ileri gelebilir. Bu durumda kul bu günahlarından Berzahda üç şeyle arınır.

Birincisi: İman ehlinin onun için kıldıkları cenaze namazıyla, onun için istiğfar etmeleri ve şefaatta bulunmalarıyla arınabilir.

İkincisi: sabah- akşam- olan kabir sınamalarıyla,oradaki meleklerin korkutmasıyla arınabilir.

Üçüncüsü: Müslüman kardeşlerinin ona hediye ettikleri sadaka, hacc, oruç, Kur’an okuma ve namaz gibi amellerle kurtulup, arınabilir. Müslüman kardeşleri bu ibadetlerin sevabını ona verirler. Sadaka ve duanın ölünün ruhuna ulaştığı hususunda alimlerin icma ve ittifakı vardır. İmam Ahmed, sadaka ve dua hususunda ihtilaf olmadığını, ihtilafın, bu ikisinin dışında ki amellerde bulunduğunu belirtir. Çoğunluk hacc ibadetinin de ölünün ruhuna ulaşacağını söyler. Ebu Hanife ancak infakın sevabının ölünün ruhuna ulaşacağını belirtmiştir. Ahmed b. Hanbel ve Ö’na uyanların görüşleri bu konudaki görüşlerin en kapsamlı olanıdır. Bunlara göre mali veya bedeni ya da hem mali hem de bedeni olarak yapılan Allah’a yaklaştırıcı bütün amellerin sevabı ölüye ulaşır. Bunlar, Rasulullah’ın şu hadisini delil getirirler:

“Bir gün sahabeden biri Ey Allah’ın Rasülü, anne- babamın ölümlerinden sonra onlar adına yapabileceğim bir iyilik var mı? Nebi (s.av.) evet, buyurdu...”

Yine Rasulullah “birisi üzerinde oruç borcu olduğu halde vefat ederse, onun yerine velisi tutar” buyurmuştur.

Eğer kul bunlardan biriyle temizlenmezse mahşerde şu dört şeyle günahlarından arınır:

a - Kıyametin dehşet ve korkusuyla

b - Allah’ın huzurunda durmanın şiddetiyle

c - Şefaatcıların şefaatıyla

d - Allah azze ve cellenin affıyla.

Eğer bu üç şey de kulun günahlarından arınmasına yetmezse, artık cehenneme girmesi mukadder olur. Bununla birlikte cehenneme girmesi de hakkında bir rahmet olup, günahlarından arınmasına ve temizlenmesine vesile olur. Cehennem onu temizler, ondan kiri giderir. Cehennemde kalması da günah pisliğinin azlığına veya çokluğuna, zayıflığına veya şiddetli katmerli oluşuna göredir. Kulun kirleri giderilip, altını saflaşınca, temiz ve arınmış olur, cehennemden çıkarılıp cennete konulur.

Menazil yazarı devam ediyor:

Uyanıklık (yakaza) halinin üçüncü mertebesi, kulun geçirdiği günlerin eksiğini artığını görmesi, kayıplarını telafi için teşebbüse geçmesi, kaçırdığı günleri tespit edip, kalanların da değerlendirmek üzere düşünüp taşınmasıdır.”

Demek istiyor ki kul eksiklerini fazlalarını görür, paha biçilmez ömrünün kalan kısmında bu kaçırdığı eksikliklerini tedarik etmeye çalışır, ömrünün Allah’a yakınlık kazandıracak şeyler dışında harcadığı zamanlarını hatta nefeslerini, kaybından pişmanlıkla anar, ötürü, azlık - çokluk ve kıymet itibariyle farklı olmasına rağmen insanlar arasında müşterek olan hüsranın esası ve özü budur. Dolayısıyla Allah’a yakınlık yolunda çıkmayan her nefes kulun ahirette hüsranına, hakka giden yolda duraksamasına, devam etmek istese köstek olmasına, Hakkla arasına perde olmasına yol açar.  

 

İÇİNDEKİLER