Kulluğun, (İbadetin) Sırrı, Gayesi Ve Hikmeti:

 

Kulluğun (İbadetin) Sırrı, Gayesi Ve Hikmeti:

Bilmelisin ki kulluğun sırrı, gayesi ve hikmetine ancak Rabbin sıfatlarını bilen ve onları atıl kabul etmeyenler muttali olabilir.

Bu kişi ilahlığın mana ve özünü, Rabbin ilah oluşunun manasını, dahası O’nun gerçek ilah oluşunu ve O’ndan başkasının batıl ilahlar olduğunu bilir.

Uluhiyetinin özü şudur ki:

Uluhiyet ancak O’na yaraşır,

İbadet O’nun ilahlığının bir gereği ve neticesidir,

İbadetin O’nun ilahlığı ile irtibatı, sıfatların sıfatlarla, bilinenin bilgiyle, güç yetirilenin güçle, seslerin işitmekle ihsanın rahmetle, vermenin cömertlikle bağıntısı ve ilgisi gibidir.

İlahlığın gerçeğini inkar edip bilmeyenler, ibadetlerin hikmetini, gayelerini ve maksadlarını ve niçin konduğunu dosdoğru olarak nasıl bilebilirler?

Yaratmaktan maksadın Allah’a ibadet etmek olduğunu nasıl dosdoğru bilebilirler?

İnsanların ibadet için yaratıldığını, rasullerin ibadet için gönderildiğini, kitabların ibadetler için indirildiğini, cennet ve cehennemin ibadetler için yaratıldığını dosdoğru nereden bilebilir?

Mahlukatın kulluktan uzak olduğunu düşünmek, Allah’a layık ve uygun olmayan bir şeyi nisbet etmek demektir. Yeri ve gökleri hakk olarak yaratıp, batıl olarak yaratmayan Allah Teala böyle bir nisbetten yüce ve münezzehtir, insanı abes ve başı boş olarak yaratmayan Allah Teala kendisine böyle anlamsız şeylerin nisbet edilmesinden münezzehtir.

Allah Teala diyor ki:

“Siz boş yere yaratıldığınızı ve bize dönmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz?” (Mü’minun, 115)

Yani hiçbir şey ve hiçbir hikmet için yaratılmadığınızı mı zannediyorunuz?

Bana ibadet etmeniz ve benim sizi cezalandırmak için yaratmadığımı mı zannediyorsunuz?

Allah Teala bu sorunun cevabını şu ayette net bir şekilde vermiştir:

“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat,56)

Öyle ise ibadet; insan, cin ve bütün mahlukatın yaratılış gayesidir.

Allah Teala:

“İnsan başı boş bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyamet, 36) buyurur.

Yani kendi haline bırakılmayı kasdediyor.

Ayet hakkında İmam Şafii derki:

Emir ve nehyolunmayacağını mı zanneder?

Başkaları da, sevab ve ikab göremeyeceğini mi zanneder? şeklinde tefsir ederler. Her iki yorum da doğrudur. Sevab ve ikab, emr ve nehy üzerine terettüb eder. Emr ve nehy de kuldan ibadet taleb etme ve istemedir.

İbadetin hakikati da Allah’ın emrettiklerine ve yasakladıklarına sarılmaktır.

Allah Teala buyurur ki:

“Onlar göklerin ve yerin yaratılması konusu da düşünürler ve ey Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın, derler, seni tesbih ederiz, bizi ateş azabından koru” (Al-i İmran 111)

“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hakla yarattık” (Hicr, 85)

“Ve her nefs kazandığının karşılığını görsün diye Allah gökleri ve yeri hakk olarak yarattı”. (Casiye, 22)

Böylece Allah Teala gökleri ve yeri hakk olarak yaratmakla, bu yaratmasının kendi emrini, nehyini, sevab ve ikabını ihtiva ettiğini bildirmektedir.

Gökler, yer ve arasındakiler bunun için yaratılmışsa, ki bu da yaratılışın gayesidir, nasıl olur da ‘yaratmanın bir sebebi ve gayesi ya da hikmeti yoktur’ denebilir?

Veya yaratmadaki hikmet, sırf kulların ecir almasıdır, hatta lütuf da sevab vermek de onlara fayda vermez veya ibadetlerin hikmeti akli bilgileri almak için nefislerin istidat kazanmasıyla ilgilidir, ya da alışkanlıklara ters davranarak nefisleri terbiye etmekten ibarettir, denebilir mi?

Şu halde aklı başında olan bu görüşlerle açık vahyin ifade ettiği hakikatler arasındaki farkı düşünsün, görecektir ki bu görüş sahibleri Allah’ı hakkıyla takdir etmemişler, gereği gibi tanıyamamışlardır.

Allah Teala mahlukatı sadece kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır.

Bu kulluk (ibadet) O’na boyun eğmek ve emrine uymak yanında O’nun kamil (tam ve yüce bölünme ve parçalanma kabul etmez) sevgisini de ihtiva etmektedir.

Dolayısıyla ibadetin aslı, esası:

Allah sevgisi, sevgiyi sadece Allah’a hasretmek ve sevginin tamamen Allah için olmasıdır.

Kul Allah yanında O’na ortak başka hiç kimseyi sevmez ve ancak O’nun için ve ondan dolayı sever. O’nun nebilerini, rasullerini, meleklerini ve velilerini (dostlarını) da sever.

Fakat bizim bunlara olan sevgimiz, Allah sevgisinin bir parçası ve gereğidir, (sevginin tamamındandır) O’na eşit olan bir muhabbet (sevgi) değildir.

Allah’dan başka ilahlar edinip de onları Allah gibi sevenlerin (Allah'a şirk koşanların) sevgisi O’nun yanında, O’na denk sevgi beslemek demektir.(Çünkü onlar Allah'dan başka edindikleri eşleri Allah’ı sevdikleri gibi severler)

Allah’a sevgi duymak -ki kulluğun özü ve sırrı budur- ancak O’nun emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmakla gerçekleşir.

Emirlere uyma, yasaklardan kaçınma sırasında kul olmanın ve sevginin manası ortaya çıkar. İşte bu yüzden Allah Teala rasülüne uymayı muhabbetinin bir alameti, Allah’ı sevdiğini iddia edenin bir şahidi olarak kabul etmiştir. Ve şöyle buyurmuştur:

“ De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’da sizi sevsin” (Al-i İmran, 31)

Böylece Rasülüne tâbi olmak, Allah’ı sevmenin şartı kılınmış (meşrut) Allah’ın da onları sevmesinin sebebi (şart) kabul edilmiştir.

Şart bulunmadan meşrutun bulunması, şart gerçekleşmeden meşrutun tahakkuku düşünülemez. Böylece Rasüle uyulmayınca muhabbetinin de hasıl olmayacağı ortaya çıkar.

Onların Allah’ı sevmeleri, Allah’ın Rasülüne uymalarına bağlanmıştır. Rasüle uymama onların Allah’ı sevmemelerinin bir neticesidir.

Öyle ise onların Allah’ı, Allah’ın da onları sevmesinin gerçekleşmesi Allah’ın Rasülüne tabii olmadan düşünülemez.

Bu, şunu da gösterir ki:

Allah’ın Rasülüne uymak, Allah ve Rasülünü sevmek, Allah’ın emirlerine itaat etmektir. Allah ve Rasülü kula her şeyden daha sevimli olmadığı müddetçe, kulluk tamam olmaz. Böylece kulun nezdinde Allah ve Rasulünden daha sevimli bir şey olmaz.

Ne zaman ki kulun nezdinde Allah ve Resulünden daha sevimli bir şey bulunursa işte bu, Allah’ın sahibini asla affedip hidayete erdirmediği şirktir.

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“De ki,eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız ve akrabanız, kazandığınız mallarınız, kesaddan korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız konaklarınız size Allah’dan, Allah’ın Rasülünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli geliyorsa, işte o zaman Allah’ın emrini getirmesini bekleyiniz. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez”. (Tevbe, 24)

- Kim bu sayılanlardan birine itaat etmeyi, Allah ve Rasülüne itaatin önüne geçirirse,

- Bunlardan birinin sözünü Allah ve Rasülünün sözüne tercih ederse,

- Onlardan birinin rızasını Allah ve Rasülünün rızasının önüne alırsa,

- Bunlardan korkmayı, ummayı, tevekkülü, Allah korkusu, ümidi ve tevekkülüne tercih ederse, veya

- Bunlardan biri için amel etmeyi, Allah için amel etmenin önüne alırsa,

- Gerçekte bu kişi kendisine Allah ve Rasülü herşeyden daha sevimli olan birisi değildir.

Diliyle sevdiğini ifade etse bile, bu onun bir yalanı ve bulunduğu halin aksini haber vermesinden başka birşey değildir.

Birinin hükmünü Allah ve Rasülünün hükmünden öne alanın durumu da böyledir. O’na göre bu takdim edilen şey Allah ve Rasülünden daha sevimlidir.

Fakat bunlardan birinin hükmünü, sözünü, taatını, rızasını öne alan bir yönden rasule uymuş olabilir, şöyle ki:

Emredenin, hükmedenin ancak Rasülullah’ın söylediği ile emredip, hükmettiğini zanneder ve O’na itaat etmiş, bir şeyin hükmünü O’na danışmış ve O’nun görüşlerini kabul etmiş gibi olur. Eğer bu kişi bundan başkasına muktedir değilse özürlü sayılır.

Rasüle ulaşmaya muktedir olunca ve ondan başkasına uymanın mutlak olarak veya bazı durumlarda, daha evla olduğunu bilir, rasule ve iltifat edilecek olana iltifat etmezse O’nun durumundan korkulur ve bu kişi vaid (Allah’ın azabla tehdidi) sınırları içindedir.

Eğer O’na muhalefet edenin akibetini hafife alır, O’nu küçük düşürür, şeyhine uymaktansa O’na uymayı daha uygun ve muvafık görmezse bu kişi Allah’ın sınırını aşan zalimlerdendir.

Doğrusu Allah herşey için bir ölçü koymuştur.  

 

İÇİNDEKİLER