Bu hallerden bir diğeri, en
büyük sırdır:
Bu öyle bir sırdır ki kelimelerle veya cümlelerle bunu ifade etmek
çok zordur ve imana çağıran elçiler de herkesin gözü önünde bunu açıklayamazlar.
Bunu ancak seçkin kulların gönülleri idrak edebilir. Bu sır sebebiyle seçkin
kulların kalblerinde Allah'a karşı olan bilgi, sevgi, ferahlık, arzu, O'nun
zikrine düşkünlük, O'nun iyiliğini, lütfunu, keremini, ihsanını idrak, kulluk
sırrına vakıf olmak ve uluhiyyetin hakikatini anlamak gibi duygular gelişir.
Bu duygu, Buhari ve Müslim'de Enesb. Malik'den rivayet edilen hadisin işaret
ettiği manadır:
Enes b. Malik
Rasulullah (s.a.v)'in şöyle dediğini nakletmiştir:
"Allah'ın kulun tevbesine olan
sevinci, içinizden birinin şöyle bir durumdaki sevincinden daha fazladır: O kişi
çölde devesiyle yolculuk etmekte iken, üzerinde yiyeceği ve içeceği bulunan
devesi kaçıp gider. O ki si bu devesini bulmaktan ümit keser ve bir ağacın
gölgesine varıp orada uzanıp yatar. Artık devesinden tamamen ümit kesmiştir. Tam
böyle bir duygu içindeyken birden bire devesinin yanıbaşında dikildiğini
farkeder ve hemen yularından yakalar ve duyduğu aşın sevinçten dolayı şaşınp
şöyle der: Ey Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin rabbin. Duyduğu aşırı
sevinç sebebiyle böyle hatalı söz söylemiştir".
(Buhari, Daavat, 4; Müslim,
Tevbe, 7)
Hadisin lafzı Müslim'e aittir.
Bu hadiste ilmin şu temel
kaidesine işaret vardır:
Aşırı sevinç, öfke vb. durumlarda kişi, yanılarak
söylediği sözden dolayı yargılanmaz. Bundan dolayı kişi, "sen benim kulumsun,
ben de senin rabbin" cümlesinden dolayı kafir olmaz.
Kastı o olmadığı halde, öfkenin
etkisinden dolayı kişinin bu veya bundan daha tehlikeli hallere düştüğü
malumdur. Bu tür sözlerinden dolayı çok öfkeli bir halde söylediği sözden dolayı
talak gerçekleşmez ve dinden irtidat ettiğine hükmedilmez.
Hz. Peygamber
(sav)'in:
"iğlak halinde yapılan talak geçersizdir".
(Ebu Davud, Talak, 8; İbn
Mace, Talak, 16)
ifadesindeki "iğlak" kelimesini İmam Ahmed b. Hanbel
"öfke"
diye açıklamıştır. İmam Ahmed'den başka diğer müçtehidler bu kelimeyi "mecbur
bırakılmak (ikrah) ve cinnet" diye tefsir etmişlerdir.
Şeyhimiz (İbn Teymiyye) şöyle der:
"İğlak"
kelimesi, bu manaların hepsini de kapsamaktadır. Kelime "ğalk" yani örtme, kapama
kökünden gelir. Burada, konuşan kimsenin niyetinin kapalı olması söz konusudur.
Sanki bu kişinin kalbi, sarfettiği sözün manasını anlamayacak kadar öfkeyle
kaplanmıştır.
Anlatılmak istenen şudur:
Bu
sevinç, kulun ihmal edip, yüz çevirmeyeceği kadar büyük bir sevinçtir. Buna
ancak, Allah'ın isimleri, sıfatları ve O'nun yüceliğine yakışan hususları iyi
bilen, bu konuda özel bir bilgisi bulunan kişiler anlar.
Bu hususta bize en uygun olanı,
konuşmamak ve bunu devrin insanlarının anlayışlarına, ilmi seviyelerine, Allah'ı
tanıma konusundaki seviyelerine ve zihni kapasitelerine havale etmektir.
Ancak biz şunu biliyoruz ki
Allah Teala bu sırrı alabilecek kimselere ve bunun kadr-ü kıymetini bilenlere
verecektir. Eğer bunun kıymetini bilmeyen birinin eline düşecek olursa, bu fakih
olmadığı halde fıkıh bilgisi taşıyana benzer ve hiç olmazsa kendinden daha fakih
olanlara bunu aktarmaya vesile olur.
Şunu bilmelisin ki, Allah Teala yaratıkları arasında, insan nevine, onu mükerrem kılmak, üstün ve şerefli
yapmak, onu kendisi için yaratmak ve her şeyi de onun için yaratmak suretiyle
özel bir yer vermiştir. Başkalarına vermediği, kendi bilgisini, sevgisini,
yakınlığını ve ikramını vermekle insanoğluna hususiyet kazandırmıştır. Göklerde,
yerde ve bu ikisinin arasında olan varlıkları onun emrine vermiştir. Hatta Cenab-ı
Hak kendi yakın ehli olan melekleri bile insan için istihdam etmiş, gece-
gündüz, yolculuk ve ikametinde onları koruyan melekler yaratmıştır. Peygambere
ve onun vasıtasıyla insanlara kitablarını indirmiş, insanlardan peygamber seçmiş
ve onu elçi olarak insanlara göndermiştir. Peygamberle muhatap olmuş ve onun
vasıtasıyla insanlarla konuşmuştur.
İnsanlardan Halil (Hz. İbrahim), Kelim (Hz. Musa), dostlar, seçkin
kişiler ve alimler edinmiştir. Bu kimseleri sırların kaynağı, hikmetinin mahalli
ve sevgisinin temeli yapmıştır. Allah cennet ve cehennemi insanlar için
yaratmıştır. Bütün yaratma, emr, sevab ve cezanın mihveri insanoğludur. İnsan
mahlukatın özüdür. İlahi emir ve nehiyle muhatab olan insandır. Sevab ve cezaya
uğrayan da insandır.
|