İnsanların bir çoğu tevbeyi, günaha tekrar dönmeme
azmi, ondan anında vazgeçme ve geçmişten dolayı pişmanlık duymakla tefsir
ederler. Bu, bir kul hakkı için sözkonusu olursa buna dördüncü bir unsur olan, o
hakkı yeri getirme unsuru eklenir.
Onların bu anlattıkları tevbe şartlı tevbedir. Aksi
halde Allah’ın ve Rasulü’nün buyruklarında tevbe -bunları içerdiği gibi-
emredilen şeyleri yapma ve onlara sarılma azmini de içermektedir.
(Hatta o, onu terkedene nefreti de içerir. Emredilene bağlı kalmak,
yasaklananı ise bırakmaktır. Tevbe için şart koşulan salih amel, kişinin kötülük
olarak yaptığının zıddıdır.)
Bu ise, yalnızca vazgeçme, tevbe ederek
pişmanlık duyma ve azimle olmaz. Ta ki, aynı zamanda emrolunanı da yapmaya dair
mutlak bir azmin bulunmasına ve onu bilfiil yapmasına ihtiyaç vardır. Ama tevbe,
emrolunanın yapılmasıyla birleştiğinde, onların zikrettiklerinden ibaret kalır.
Oysa yalnız olduğunda, iki hususu ihtiva eder:
Tevbe, mutlak kaldığında,
Allah’ın emrettiğini yapma, yasakladığını bırakmayı gerektiren “takva”
lafzı gibidir. Onun, emrolunanı yapma haliyle birleşmesi halinde, mahzurun sona
ermesi gerekli olur.
(Takva; kulun Allah’ın kendisine
verdiği, sıhhat, afiyet, mal, evlad, gece, gündüz vb. şeyleri korktuğu ve
hoşlanmadığı şeylere karşı kendini korumada kullanmasıdır. Onun Rabbine ve
Ahiret yurduna yaptığı yolculuk, engellerle ve düşmanlarla doludur; kötülükleri
emreden nefis, heva, şeytan ve onun kendisini yoldan çıkarma, helak etme
girişimleri. Yüce Allah, onu bütün bunlarla imtihan eder ve kendisine mümkün
olduğunca kurtuluş başarı ve afiyet verir. Bu, sözkonusu nimetlerin yerli
yerince mevkilerine konmasıdır. Helak ise ancak onların yerli yerine konmasından
uzaklaşıp cehalet ve arzulara teslim olmak, hayvani nefsi hakim kılmak, Allah’ın
ayetlerinden yüz çevirip şeytanın dostu olmakla gerçekleşir.)
Tevbenin hakikati;
Allah’a, O’nun sevdiğini
yapmaya, sevmediğini terketmeye bağlı kalarak dönmektir. O, sevilmeyenden
sevilene dönüştür. Sevilene dönüş, onun isimlemesinin bir bölümü, sevilmeyenden
dönüş ise diğer bölümüdür. Bu yüzdendir ki Yüce Allah, mutlak kurtuluşu,
emrolunanı yapmaya, yasaklananı ise terketmeye bağlamıştır:
“Ey inananlar, hep birlikte Allah’a tevbe edin
Umulur ki kurtulursunuz.” (Nur, 31)
Her
tevbekar kurtulmuştur. Zira, kurtulabilmek için, O’nun emrettiğini yapmak,
nehyettiğini ise bırakmak gereklidir:
“Kim de tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta
kendisidirler.” (Hucurat, 11)
Emredileni
terkeden kimse zalimdir. Ondan “zulüm” isminin silinmesi ancak iki hususu
birleştiren tevbeyi yapmasıyla mümkün olur. İnsanlar iki kısımdır:
1 - Tevbekarlar,
2 - Zalimler.
Tevbe edenler, şunlardır:
“O tevbekarlar, ibadet edenler, hamdedenler, oruç
tutanlar, secdeye kapananlar, iyiliği emredip kötülükten sakındıranlar, Allah’ın
hududunu muhafaza edenlerdir. Öyleyse müjdele o imanı bütün mü’minlere!”
(Tevbe, 112)
Allah’ın hududunu muhafaza etmek, tevbenin bir
bölümüdür.Tevbe, bu ayette bahsi geçen hususların toplamıdır. Tevbekarın bu
isimle anılması, onun Allah’ın yasakladığından emrine, isyanından itaatına
dönmesidir.
(Bilakis, dostu ve sevgilisi olan Allah’a
dönüşü, kendisini düşmanından kurtarışıdır. Düşmanı onun kötülüğünü islemekte,
onu hayvanlık, şehvet ve cehalet ipiyle kendisine çekmektedir.Allah, ise onun
dostudur ve mutluluğunu istemekte, onu çeşit çeşit nimetleri sebebiyle kendisine
çekmektedir. Bunların en güçlüleri, afakta ve enfüsteki O’nun ayetleri ve
değişmek bilmez sünnetleri, peygamberine vahyettiği hidayet ve delillerdir:
“Gerçekten size Rabbinizden basiret geldi. Artık kim kalp gözüyle görürse kendi
lehine, kim de körlük ederse kendi aleyhine olur. Çünkü bu hususta ben sizin
üzerinize muhafız değilim.” (En’am, 104) )
Öyleyse tevbe, İslam dininin hakikatidir. Din bütün
olarak tevbe isminin kapsamına dahildir.
İşte bu yüzdendir ki, tevbekar, Allah’ın sevgili
kulu olmuştur. Çünkü Allah, bol tevbe edenleri ve temizlenenleri sever. Ve O,
emrettiğine bağlanıp nehyettiğinden uzak duranları da sever.
Öyleyse tevbe, zahirde ve batında Allah’ın sevmediği
bir fiil ve durumdan, zahirde ve batında sevdiği bir duruma dönüştür.
Onun
kapsamına, İslam, iman ve ihsan girer.
Tevbe, bütün makamları kapsamına alır. Bu
yüzdendir ki o, bütün müminlerin gayesi, her işin başlangıç ve sonu olmuştur. O,
mahlukatın varolduğu gayedir. Emir ve tevhid, onun bir parçasıdır. Hatta onun en
büyük parçasıdır.
İnsanlardan çoğu, tevbenin önemini ve gerçeğini
bilmedikleri gibi, bilerek ve fiilen de onu yapmazlar. Allah Teala’nın
sevgisini, çok tevbe edenlere tahsis etmesi, ancak bu kimselerin O’nun nezdinde
özel bir yeri haiz olmalarındandır.
Eğer tevbe, İslamın kurallarını ve imanın
hakikatlarını toplayan bir isim olmasaydı, Alemlerin Rabbı, kulunun tevbesinden
dolayı bu derece sevinmezdi. İnsanların hakkında konuştuğu makam ve hallerin
tamamı, tevbenin ayrıntıları ve eserleridir.
|