Aman yarabbi!
İnsanlara ne oluyor da Kur’an
ayetlerinden, vahiyden yüz çevirip, Kur’an’ın bilgi hazinelerinden ilim almaktan
vazgeçiyorlar?
Basiretlerini aydınlatmayı, canlandırmayı niçin terk ediyorlar?
Fikirce, bir kısım görüşlerden çıkarılan sözlerle (düşüncelerle) yetiniyorlar;
bu görüşlerden dolayı aralarındaki bağları koparıyorlar; birbirlerini aldatmak
için yaldızlı fikirler atıyorlar; böylece de Kur’an’dan uzak kalıyorlar.
Kalblerindeki Kur’an öğretileri kurumuş ama
bilmiyorlar;
Kur’anla yaptıkları akit eskimiş fakat yenilemiyorlar.
Kur’an’ın
alem ve sancakları ayaklarının dibine düşmüş, hala kaldırmıyorlar.
Gönül
ufuklarında Kur’an’ın parlak yıldızları sönmüş de bundan dolayı Kur’an’ı
sevmiyorlar.
Karanlık görüşleri ve inançları arasında Kur’an’ın güneşi tutulmuş
artık görmüyorlar.
Bunlar, Kur’an ayetlerini hakikat ülkesinden tecrid
ettiler, yakin vilayetinden azlettiler, boş ve aldatıcı “tevillerle” Kur’an
ayetlerine haksızlık yaptılar.
Kur’an’a bölük bölük askerlerini saldılar.
Kur’an
onlara vahşi bir kavme konuk olan misafir gibi nazil oldu.
Ona layıkıyla iclal
ve ikramda bulunmadılar,
Kur’an’a layık olmadığı şekilde davrandılar.
Kur’an’la
uzaktan ilgilendiler, bu ilgi de Kur’an’ı gönüllerden çıkarıp atmak içindi; Ve
dediler ki:
Hem sana ne oluyor ki bizde konuksun, eğer mutlaka
bizde konaklaman gerekli idiyse, bu misafirlik geçici olmalıydı.
Onlar bu devirde de Kur’an
ayetlerini, adına para basılıp, hutbe okunan ama geçerli hükmü ve de otoritesi
bulunmayan halife mevkine koymuşlardır.
Onlara göre Kitab ve sünnete sarılan
zahirle yetinen, akli bilgilerinden nasibi olmayandır.
Onlarca, birbiriyle
çelişkili ve tutarsız fikirleri taklid eden, onların peşi sıra giden, muteber,
faziletli insandır.
Onlara göre Kitab ve Sünnet ehliyle Kur’an’ın ayetlerini
birinici planda tutanlar ve başka görüşlere tercih edenler, cahil ve geri
zekalıdırlar.
“Onlara, inananlar gibi siz de inanın denilince, ‘sefihlerin
inandığı gibi mi? inanacağız derler; hayır, olsa olsa sefih onlardır, fakat
onlar kendilerinin sefih olduklarını bilmiyorlar.”
(Bakara-13)
Allah’a andolsun ki bunlar vahy yolunda dönmeleri ve
aslı kaybetmelerinden dolayı hakikate ulaşmaktan mahrum kaldılar. Aslı olmayan
geçici şeylere sarıldılar da, arzuyla sarıldıkları bu şeyler onlara ihanet etti;
fayda vermedi. Bu şeylerin sebebleri onları en çok ihtiyaç duydukları şeyden
mahrum etti.
Nitekim kabirdekiler yeryüzüne çıkıp kalblerdekiler ortaya konup;
herkesin kazandığı bir bir belli olunca, onlara inandıklarının hakikati
keşfolunur, açığa çıkar ve ahirete gönderdikleri ne varsa onlara takdim edilir.
“Ummayıp durdukları, hesaba katmadıkları şeyler onlara Allah tarafından açığa
çıkarılır, ortaya konulur.” (Zümer- 47).
Amellerin karşılığını alma zamanı yaptıklarının ne
kadar da az olduğunu görünce yüzüstü kapanıp kalırlar.
Yaptıklarının kayıp, sonuçsuz, boş ve batıl olduğunu
görünce bakın onun üzüntüsüne! Yağmursuz şimşekleri görüp de emellerinin boş ve
yalancı olduğunu, belasının büyüklüğünü anlayanın vay haline! Düşüncesini,
niyetini bidat, heva ve bağnaz fikirler üzerine bina eden, gizli düşünceler,
niyetler açığa çıktığı gün Rabbini ne zanneder? Bahanelerin ve mazeretlerin
fayda vermediği bir günde Kur’an’ı terkedip ona sırt çevirenlerin acaba o gün
mazareti nedir?
Rabbi’nin kitabından ve Allah Rasulünün (s.a.v)
sünnetinden yüz çeviren kimse beşeri fikirlerle Rabbinden kurtulabileceğini mi
zannediyor? Veya bir çok araştırma yaparak, diyalektiğe başvurarak, kıyas
şekillerini ve türlerini bilerek veya "işarat", "şatahat"
ve hayal nevileriyle mi
Allah’ın azabından kurutulacağını zannediyor?
Bunlar nerede, Allah’ın rızası nerede? Şüphesiz bu
kişi son derece yalan olan bir zanna düşmüş ve nefsi ona apaçık bir muhali layık
görmüştür.
Kurtuluş ancak Allah’ın hidayetini başka şeye karşı
üstün kabul edene, takva ile donanana, delil ile güçlenene, doğru yola girene,
kopmayan bir bağ ile vahye sarılana garanti edilir.
Allah en iyi bilen ve en iyi işitendir.
Şimdi, insanın kemali ancak faydalı ilim ve
ameli salih iledir, zaten faydalı ilim ve ameli salih, hidayet ve gerçek dindir; Bir
de kemal bu iki hususta başkalarını kemale erdirmekle hasıl olur.
Nitekim Allah Teala:
“Asra and olsun! insan
hüsrandadır, ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı
tavsiye edenler müstesna” (Asr,1-3) buyurur.
Allah sübhanehü herkesin hüsranda olduğunu, ancak imanla ilmini, salih amelle
amelini takviye edenler ve hakkı ve hak için sabrı tavsiye ederek başkasını da
kemale erdirenlerin müstesna olduğuna yemin ediyor.
Hakk, iman ile ameldir, iman
ve amel de ancak bunlar için sabretmek, başkalarına da sabrı tavsiye etmekle
tamamlanır. Böyle olunca insana yakışan hayatının her saatini, hatta her
nefesini yüce gayeler elde etme yolunda harcaması ve neticede apaçık hüsrandan,
sonunda pişmanlık duymaktan kurtulmasıdır. Bu da ancak Kur’an’a yönelmek, onu
anlamak, düşünmek, hazinelerini keşfetmek, definelerini ortaya çıkarmak, dikkati
onun üzerine teksif etmek, yoğunlaştırmakla olur.
Doğrusu Kur’an insanların hem
bu dünyadaki hem de öteki dünyadaki menfaatlarına kefildir, insanları doğru ve
gerçek yola ileticidir. Hakikat, tarikat, doğru zevk ve vecdler Kur’an nurundan
alınır; meyveleri Kur’an ağacından devşirilir.
Şimdi biz; -Allah’ın yardımıyla- Fatihat’ül- Kitab
ve Ümmü’l Kur’an olan Fatiha Suresi hakkında bilgiler vererek, yukarıda
söylediklerimize ve bu surenin ihtiva ettiği yüce hakikatlere ve değerlere, onun
bidat ve dalalet taifesini reddettiğine dikkat çekeceğiz. Ayrıca bu surenin,
saliklerin mertebelerini, ariflerin makamlarını, bu makamlara ulaşmak
isteyenlere, makamların amaçları, ariflere verilenlerle ariflerin
kazandıklarının arasındaki farkları ihtiva ettiğine işaret edeceğiz.
Başka bir surenin Fatiha’nın yerine geçip; onun
yerini tutması mümkün değildir. Bu sebeble Allah bu surenin bir benzerini ne
Tevrat’ta, ne incil’de ve ne de Kur’an’da indirmiştir. Allah yardım istenen ve
güven duyulandır. Güç ve Kudret Allah’ındır.
|