Kulun muhasebe mertebesinden
tevbe mertebesine geçmesi uygun olur, zira kul nefsini hesaba çekince,
üzerindeki hakkı bilir ve onu sahibine ulaştırır, işte tevbenin hakikati budur.
Bu yüzden muhasebeyi tevbeden öne almak daha doğru olur. Muhasebenin tevbeden
sonra gelmesinde doğruluk payı vardır. Zira muhasebe ancak tevbenin tashihinden
sonra gerçekleşir.
Gerçek şu ki tevbe iki muhasebe
arasında olur.Tevbeden önceki muhasabe tevbenin vucubunu, tevbeden sonraki
muhasebe de tevbenin korunmasını gerektirir. Böylece de tevbe iki muhasebeyle
korunmuş olur. Allah'ın şu ayeti muhasebeye delalet eder:
"Ey iman edenler Allah'dan korkunuz her, nefs yarın için ne hazırladığına baksın"
(Haşr, 18).
Allah Sübhanehu kulun yarın için ne hazırladığına bakmasını emrediyor. Bu emir,
kulun buna göre kendisini muhasebe etmesi gerektiği manasını taşır. Bakmak da
kulun hazırladığı şeyle Allah'ın huzuruna çıkmasının uygun olup olmadığına
bakması ve incelemesidir. Bu bakıştan maksad, kulun ahiret günü için gereken
hazırlıkları en mükemmel şekilde yapmasıdır. Allah'ın azabından kurtaracak
şeyleri hazırlaması ve Allah'ın huzurunda yüzünü ağartacak şeyleri işlemesidir.
Ömer b. Hattab -Allah ondan razı olsun- diyorki:
" Hesaba çekilmeden önce kendimizi
hesaba çekiniz, tartılmadan önce kendinizi tartınız, kendinizi en büyük arz için
hazırlayınız",
"O gün siz Allah'ın huzuruna arzedilirsiniz ve o gün sizden hiç
birşey gizli kalmaz." (Hakka,18) veya
"Amellerinizin gizli kalmadığı Allah'a arzolunacağınız güne hazırlanınız".
Menazil yazarı, muhasebenin üç
temeli olduğunu söyler.
"Birincisi: Allah'ın verdiği nimetlerle
yaptığın suçlar arasında mukayese yapmandır." Yani Allah'dan
gelenlerle ve kendinden sadır olanları mukayese etmendir. İşte o vakit ikisi
arasındaki fark ortaya çıkar. Ya Allah'ın af ve rahmetine ya da helak ve itabına
muhatab olursun.
İşte bu mukayese ile Rabbın Rab,
kulun da kul olduğunu bilirsin. Ve nefsin hakikati ve sıfatlarını, Rububiyetin
celalinin büyüklüğünü ve önün kemal ve fazilet bakımından tek Rabb olduğunu ve
ondan gelen her nimetin lütuf ve her cezanın adalet olduğunu anlarsın. Sen bu
mukayeseyi yapmadan önce nefsinin hakikatından, nefsinin Halik ve Fatır olan
Allah'ın rabbliğinden habersizdir.
Bu mukayeseyi yapınca nefsin her türlü şerrin
kaynağı, her noksanlığın temeli olduğunu,nefsin vasfının cehalet ve zulüm
olduğunu, Allah onu lütuf ve rahmetiyle tezkiye etmese ebediyyen annamayacağını
anlarsın.
Nefis eğer Allah'ın hidayeti olmasaydı, hidayet bulamazdı. Allah'ın irşad ve tevfiki olmasaydı
onun kesinlikle hayra ulaşması söz konusu olamazdı.
Bütün bunların nefse hasıl olması, nefsin Fatırı ve Barii olan Allah'tandır.
Bütün bunların Allah'a dayanması, nefsin varlığının Allah'ın var kılmasına bağlı
olması gibidir. Nefsin kendi kendine bir varlığı söz konusu olamadığı gibi,
varlığının kemali de kendinden değildir. Nefsin varlığında bulunan tek şey
yokluktur. Bu da zat yokluğu ve kemal yokluğudur. Bu noktada Allah'a
sığınırsın:
" Allahım sana, üzerimdeki nimetlerinle ve kendi işlediğim
günahlarımla yönelip sığınıyorum".
Sonra iyilikleri ve kötülükleri
mukayese edersin. Böylece hangisinin kadri ve vasfının daha çok ve tercihe şayan
olduğunu öğrenirsin. Bu ikinci mukayese fiillerin arasında, özellikle de kendi
fiillerin arasında yaptığın mukayesedir.
Herevi der ki: " Bu mukayese üç
şeye sahib olmayana zor gelir: Hikmet nuru, nefse kötü zannda bulunmak, nimetle
fitneyi birbirinden ayırmak".
Demek istiyor ki, bu mukayese ve muhasebe hikmet
nuruna dayanır. Bu, Allah'ın rasüllerine uyanların kalblerini aydınlattığı
nurdur. İşte bu nur hikmet nurudur. Bu nura sahib olduğun kadarıyla iyi ile
kötünün arasındaki farkı görebilirsin ve muhasebe yapmaya güç yetirebilirsin.
Buradaki hikmet nuru: Kulun hakkla batılın,
hidayetle dalaletin arasını ayırd etmesini, fayda ve zarar
verenin, kamil ile nakısın arasını ayırmasını sağlayan bilgidir. Kul bu bilgi
ile amellerin derecelerin, tercihe şayan olanını veya olmayanını, merdud ve
makbul olanını bilir. Ne zaman kulun bu nurdan hissesi fazla olursa, muhasebeden
payı da daha mükemmel ve tam olur.
Nefse kötü zanna gelince, kul
kötü zanna, muhtaçtır, çünkü nefs hakkında hüsnü zann beslemek nefsi mükemmel
şekilde tenkid etmekten alıkoyan Kula iyi ile kötüyü karışık gösterir. Böylece
kul kötü şeyleri iyi, ayıpları kemal olarak görmeye başlar. Seven sevgilinin
kötülüklerini de, ayıplarını da bir görmeye başlar.
(Şiir):
Öfke kötülüklere yol açtığı
gibi,
ayıplara göz yummanın da sonu
pişmanlıktır.
Nefsini bilen ancak nefsine
kötü zann besler.
Kim nefsine hüsnü zann
beslerse, o insanların, nefsini en az bilenidir.
Nimetin fitneden ayırt
edilmesine gelince: Kul ihsan ve lütuf olarak gördüğü, ebedi saadeti elde
etmesine yardım eden nimetle, istidraç olarak gördüğü nimeti birbirinden
ayırmalıdır.
Nimetlerle istidraç verilen nice insanlar vardır ki bunun şuurunda
değildir, cahillerin övgüleriyle kendinden geçmiştir, Allah'ın ihtiyaçlarını
gidermesi ve ayıplarını örtmesine bakarak aldanmıştır. Halkın pek çoğuna göre bu üç şey kurtuluş ve saadet
alametidir ve onların ilimdeki seviyeleri de bundan ibarettir. Herevi'nin
bahsettiği nimeti anladığı zaman kul Allah'dan gelen asıl nimetin Allah'la
birlikte bulunmak makamı olduğunu anlar. İşte bu gerçek nimettir. Kulu bu
nimetten ayıran, alıkoyan her şeyde nimet suretinde bela, bahşiş suretinde bir
mihnettir. Öyle ise bundan kaçın, zira bu nimet değil istidractır. Allah'ın,
kötü kullarına azgınlıklarını daha da arttırmak için verdiği nimet ve
olağanüstün hallerdir.Aynı zamanda kul bununla minnetle delil olmayı birbirinden
ayırır. Nice insanlar vardır ki, minnetle hücceti (delil) birbirine karıştırır.
Doğrusu kul Allah'dan kendisine
gelen minnetle (bağış) Allah'dan gelen aleyhindeki hüccet arasındadır. Kul bu
ikisinden asla ayrı kalamaz. Öyle ise dini hüküm bünyesinde, hem minneti ve hem
de hücceti taşır.
Allah Teala şöyle buyurur:
"Şüphesiz Allah müminlere minnet
etti (nimet verdi) zira onlara kendilerinden bir rasül gönderdi"
(Al-i İmran,
164),
"Bilakis Allah, sizi im ana hidayet etmek suretiyle sizin üzerinize minnet
etti." (En'am,149)
Aynı şekilde kevni hükümler de
minnet ve hücceti içerir. Allah kul için dini hükme bitişik kevni bir hüküm
verir ise bu kulun üzerine bir minnettir, eğer bu kevni hükme dini hüküm bitişik
olmazsa, bu Allah tarafından kulun üzerine gelen bir hüccettir.
Allah'ın dini hükmüne kevni
hükmü bitişince de durum böyledir. Mesela Allah'ın kulun ibadet ermesini
sağlayan tevfiki kulu üzerindeki minnetdir. Eğer Allah'ın tevfiki kevni
hükmünden soyutlanmış ise bu Allah'ın kul aleyhindeki hüccetidir. Minnet bu iki
hükmün birinin diğeriyle birlikte olmasıdır, hüccet ise birinin diğerinden
ayrılmasıdır. Mesela Allah'ın razı olduğu bir amelle birlikte her ilim
minnettir. Böyle olmayan ilim ise aleyhinde bir hüccet ve delildir.
Allah'ın emir ve nehiylerini
yerine getirme yolunda zahirî ve batınî her güç minnettir. Böyle olmayanlar
hüccettir. Allah'ın dinine yardım ve davet konusunda tesiri olan her hal,
Allah'dan gelen bir minnettir. Allah'ın dinine yardım etmeyen hal hüccettir.
Allah yolunda infak taata
vesile olan, karşılık ve teşekkür isteği taşımayan her mal Allah'dan kula gelen
minnettir. Aksi takdirde hüccettir. Rabbin kuldan istediğini yerine getirmekle
geçirilen her boş vakit, Allah'ın kuluna olan minnetidir. Değilse hesabını
vereceği aleyhinde bir delil ve hüccettir.
İnsanlardaki her kabul, tazim,
muhabbet Rabb Teala'ya boyun eğmek, zelil ve alçak gönüllü olmak, nefis ve
amelinin kusurlarını bilmek ve halka nasihat etmeye kendini verme yolunda
olursa, bu minnettir. Aksi takdirde hüccettir. Hakk Teala'dan kula gelen her
basiret, öğüt, uyarı ve tarifler, ibret, akılda artma, imanı tanıma yolunda
kullanılıyorsa, bu minnettir, değilse hüccettir.
Allah Teala'yla beraber olma
hali ve makamı ona ulaşma yolunda ve onun muradını kulun muradına tercih etme
seviyesindeyse bu Allah'ın bir minnetidir. Eğer bu halde veya makamda kalma ve
bu hale razı olma ve bunun gereğini tercih etme, nefsin bu halden haz ve tatmin
duymasından ve bu hale dayanıp güvenmesinden kaynaklanıyorsa, bu durum Allah'dan
kul üzerine gelen bir hüccettir.
Öyle ise kulun bu çok tehlikeli
konuyu düşünmesi lazım. Kul minnetlerle mihnetlerin, hüccetlerle nimetlerin
arasını ayırmalıdır: Sülük sahihlerine ve seçkin insanlara bu konu ne kadar da
karışık gelmiştir.
"Allah dilediğini sıratı müstakime iletir."
(Bakara, 213)
|