Münafıklık, kişinin farkında olmadan kendisiyle
dopdolu olabileceği gizli bir hastalıktır.
Münafıklık, insanlara gizli kalan
bir durumdur. Hatta çoğunlukla münafığın kendisi de bu durumunu bilmez; fesatçı
olduğu halde salih bir kimse olduğunu iddia eder.
Münafıklık Büyük ve Küçük olmak üzere iki çeşittir
Büyük münafıklık -ki cehennemin en alt katında ebedi
olarak kalmayı gerektirir- kişinin içinde bulundurmadığı ve yalancı olduğu
halde, müslümanların yüzüne karşı Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine ve ahiret gününe iman eniğini söylemesidir. Gerçekte ise
Allah’ın bir insana vahiy gönderip kitap indirdiğine, O’nun kendilerine doğru
yolu göstermesi, gazabından sakındırıp azabıyla korkutması için diğer insanlara
peygamber olarak gönderdiğine inanmaz.
Yüce Allah Kur’an’da, münafıkların üzerlerindeki
perdeyi kaldırmış, onların içlerindeki sırları açığa vurmuştur. Onlara ve
münafıklığa karşı dikkatli olmaları için bu konuda kullarını ikaz etmiştir.
Bakara Suresi’nin başında insanları mü’min, kafir ve münafıklar olarak üç grup
halinde zikretmiş, mü’minlere dört ayet, kafirlere de iki ayet tahsis etmiştir.
Münafıklara gelince sayıca çok oldukları, İslam ve müslümanlar için taşıdıkları
fitnenin büyüklüğü sebebiyle onlar hakkında on üç ayet indirmiştir. Münafıklar
İslam için son derece büyük bir musibettirler. Çünkü görünüş itibariyle
müslümandırlar, İslam’a yardımcı ve dostturlar. Halbuki gerçekte ona
düşmandırlar. Onlar, bilmeyen birinin ilim ve iyilik zannettiği, fakat aslında
son derece bilgisizlik ve bozgunculuk olan her şekil ve tavırla ve her fırsatta
düşmanlıklarını ortaya koyarlar.
Bunlar İslam’ın nice hisarlarını yıkmışlar, nice
kalelerini yerle bir etmişler, nice dalgalanan bayraklarını yırtmış, nice
sancaklarını indirmişlerdir. Koparsınlar diye nice İslam fidanının köküne şüphe
darbeleri indirmiş, kesip gömsünler diye kendi görüşleriyle onun gözlerini kör
etmiş; kaynağını, kökünü kurutmuşlardır!..
İslam ve müslümanlar, asr-ı saadetten bu yana
onlardan zarar görmekte, İslam topraklan peşpeşe onların şüphe ve fitnelerine
maruz kalmaktadır. Onlar ise kendilerinin düzeltici olduklannı iddia
etmektedirler.
“Halbuki onlar ortalığı bozanlardır; fakat anlamazlar.”
(Bakara,12).
“Ağızlarıyla
Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Oysa kafirlerin hoşuna gitmese de Allah
nurunu tamamlayacaktır.” (Saf,8)
Bunlar vahyi terk etme konusunda sözbirliği
etmişlerdir. Bununla hidayet bulmamakta ısrarlıdırlar.
“İşlerini kendi
aralarında bölüştürüp dağıtmışlardır. Her grup kendi yanındakiyle
sevinmektedir.” (Mu’minun, 53)
“Aldatmak için
birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar” (En’am,
112)
“Böylece Kur’an’ı terkedilmiş olarak bırakmışlardır”
(Furkan, 30).
Kalplerindeki imanın izleri artık silinmiştir; bunu
farketmezler, temelleri sarsılmıştır; onarmaya çalışmazlar. İmanlarının
parlaklığı sönmüştür, bunu yakmaya gayret etmezler, îman güneşi düşünce ve
görüşlerinin karanlığıyla tutulmuş, örtülmüştür; onu görmezler. Onlar Allah’ın
peygamberiyle gönderdiği yolu kabul etmemiş, onunla şereflenmemiş, onu bırakıp
kendi görüş ve akıllarına yönelmekte herhangi bir beis görmemişlerdir. Vahiy
metinlerini hakikat tahtından indirmiş, onun kesin bilgi görevine son
vermişlerdir. Ona karşı batıl te’vil saldırılan düzenlemişler, ona birbiri
peşinden tuzaklar kurmuşlardır. Onlara gelen vahiy bir misafirin ahlaksız bir
aileye konuk olması gibidir. Onu layık olmadığı bir şekilde, acz içinde ve
kaçamak bir şekilde uzaktan karşılamışlardır.
“Sen buradan geçemezsin. Şayet geçmek zorunda isen,
konaklamadan geçersin” demişler, onu savuşturmak için çeşit çeşit bahaneler,
gerekçeler icad etmişler, onunla karşı karşıya gelince: herhangi bir kesin bilgi
ifade etmeyen lafızlarının dış ‘manaları bizi ilgilendirmez, diye ona itiraz
etmişlerdir. Onların ayak takımı ise şöyle derler:
“Sonradan gelen büyüklerimizi
nasıl bulduysak o bize yeter.”
Şüphesiz münafıkların dayandığı sonraki ulema, bu
konulan seleften daha iyi bilirler. Delil ve burhan getirmeyi daha iyi
becerirler. Selef alimlerine ise sadelik ve kalp temizliği hakim idi. Akli
delillerin kurallarını tespite gerek duymadılar. Onlar bütün gayretlerini dini
emirleri yerine getirmeye, yasaklardan da kaçmaya sarfettiler. Dolayısıyla
sonradan gelenlerin metodu (yolu) daha ilmi ve daha sağlam; selefin yolu ise
daha amiyane ama daha salim ve tehlikesizdir.
Münafıklar, Kur’an ve sünnet nasslarını günümüzdeki
halife durumuna düşürdüler: Paraların üstünde onun ismi yazılıdır, hutbelerde
onun adı okunur, ama hakimiyet başkasının elindedir, onun ise hiç bir
hükümranlığı yoktur, sözü de geçerli değildir.
Onlar sapıklık, hüsran, hile ve küfür kalbinin
üzerine, iman elbisesi giydirmişlerdir. Dış görünüşleri Ensar, içleri ise
kafirlerden yanadır, dilleri dost dili, ama kalpleri savaş eden düşman kalbidir.
“Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler. “Ama mü’min değildirler”.
(Bakara.8)
Münafıkların sermayesi hile ve aldatmadır. Malları
ise yalan ve karıştırmadır. Geçim yolları da her iki tarafı memnun etmek,
onların arasında güvenlikte olmaktır.
“Onlar Allah’ı ve iman edenleri
aldattıklarını sanırlar. Oysa ancak kendilerini aldatırlar da farkında bile
olmazlar.” (Bakara, 9)
Şüphe ve şehvet hastalıktan kalplerine zarar vere
vere helak etmiştir. Kötü maksatlar irade ve niyetlerine hakim olmuş ve onları
bozmuştur. Onlar o derece bozulmuşlardır ki helak olma noktasına gelmişler,
doktorların onları tedavi etme imkan ve ihtimali kalmamıştır.
“Kalplerinde
hastalık vardır. Allah da onların bu hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte
oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.”
(Bakara, 10)
Onların şüphe pençeleri kimin iman levhasına
ilişmişse onu paramparça etmiştir. Fitne kıvılcımları kimin kalbine sıçradıysa
onu yakıcı azaba duçar etmiştir. Aldatıcı şüpheleri kimin kulağına gelmişse
kalbinin dini hükümleri tasdikine mani olmuştur. Onların yeryüzündeki
bozgunculukları pek çoktur. Ama çoğu insanlar onlardan habersizdirler.
“Kendilerine yer yüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman: Biz ancak ıslah
edicileriz, derler. Kesin olan şudur ki onlar ancak kötülük yayan
bozguncudurlar. Fakat onu fark etmezler.”
(Bakara, 11-12)
Onlara göre Kur’an ve sünnete tabi olan mü’min
şekilci (zahiri) ve akıldan nasibi olmayan kimsedir. Nassa bağlı kalan kimse ise
cilt cilt kitap taşıyan merkep gibidir. Onun tek işlevi nakilleri taşımaktan
ibarettir. Onlara göre vahiy taşıyan tüccarın malı değersizdir, makbul değildir,
vahye tabi olanlar ise akılsız ve ahmak kimselerdir. Kendi aralarında tek
başlarına kaldıklarında onlarla alay ederler.
“Onlara insanların iman
ettikleri gibi siz de iman ediniz, denildiği vakit: Biz hiç akılsızların iman
ettikleri gibi iman edermiyiz? derler, biliniz ki akılsız ve ahmak olanlar
yalnız kendileridir. Fakat bunu bilmezler.”
(Bakara, 13)
Onların her birinin iki ayrı yüzü vardır; biriyle
mü’minlere, diğeriyle ise inkarcı kardeşlerine bakarlar. İki ayrı dilleri
vardır; birini müslümanlara karşı yapmacık bir şekilde kullanır, öbürünü içinde
sakladığı sırrına bırakırlar.
“Mü’minlerle karşılaştıkları vakit, biz de iman
ettik, derler. Halbuki kendilerini saptıran şeytanları ile başbaşa kaldıklarında
ise, biz sizinle beraberiz, biz ancak onlarla alay ediyoruz derler.”
(Bakara,14)
Tabilerini küçümseyip alaya alarak Kur’an ve
sünnetten yüz çevirirler. Şımarıklık ve böbürlenmeden başka hiç bir işe
yaramayan bilgilerine aldanarak vahyin hükmüne boyun eğmezler. Onları daima
vahiyle alay eder halde görürsün.
“Gerçekte Allah onlarla alay eder,
azgınlıklannda onlara mühlet verir, bu yüzden onlar bir müddet başı boş
dolaşırlar.” (Bakara,15)
Münafıklar, karanlıklar denizinde gizlice ticaret
yapmaya çıkmışlar, şüphe gemilerine binmişlerdir. Şüpheler onları hayal
dalgalarına bırakmış, gemileri fırtınaya tutulmuş ve sonunda denizin dibini
boylamışlardır.
“Onlar hidayete karşılık dalaleti satın almışlardır. Fakat
ticaretleri kazanç getirmemiş ve doğruyu da bulamamışlardır.”
(Bakara, 16)
Halbuki, iman ateşi onların yollarını aydınlatır.
Onun aydınlatmasıyla hidayet ve dalalet alanlarını görürler. Sonra o nur söner.
Geriye alev alev yanan bir ateş kalır. İşte onlar o ateşle azap görürler,
karanlıklarda yüzerler.
“Onların misali karanlık gecede bir ateş yakan
kimsenin misali gibidir. Ateş yanıp da etrafım aydınlattığı anda Allah, hemen
onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; artık hiç bir
şeyi göremezler.” (Bakara, 17)
Onların kalp kulakları ağır şekilde sağırlaşmıştır.
İman çağrısını duymazlar. Basiret gözlerinde körlük perdesi vardır; Kur’an
hakikatlerini görmezler. Dillerinde hakka karşı söylemezlik vardır; onu ifade
etmezler.
“Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Onlar geri dönmezler.”
(Bakara, 18)
Onların üzerlerine vahiy bulutu inmiştir. Onda kalp
ve ruhların hayatı vardır. Onlar yalnız ondaki azap tehdidinin gürültüsü ile
sabah-akşam yapmaları gereken yükümlülükleri duyarlar. Parmaklarıyla kulaklarını
tıkarlar, elbiselerine gömülüp kaçmaya koyulurlar. Peşlerine düşülür,
arkalarından seslenilerek herkesin gözü önünde teşhir edilirler. Gören gözler
için halleri ortaya dökülür. Kur’an bu iki grubun halini bakanlar ve taklid
edenler olmak üzere iki misalle anlatır:
“Yahut onların durumu, gökten
sağanak halinde boşanan, içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve yıldırımlar
bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. O kafir ve münafıklar
yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar.
Halbuki Allah, kafirleri çepeçevre kuşatmıştır.”
(Bakara, 19)
Münafıkların Kur’an ve sünnette bildirilen, bazı
ayırd edici vasıfları ve alametleri vardır. İman sahipleri o alametleri
tanırlar.
Birinci alametleri: Riyakarlık (iki yüzlülük)
tır. Riya insanın başına gelecek en kötü hallerden biridir.
İkinci alamet ise: Allah’ın emirlerine karşı
tembel olmalarıdır.
“Namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara
gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler”
(Nisa, 142), samimi olmak onlara çok ağır
gelir.
Münafıklar iki sürü arasında kalmış kararsız koyun
gibidirler. Bir o sürüye geçerler bir diğer sürüye. Hiç bir tarafta daimi
kalmazlar. Sürekli iki taraf arasında dururlar, hep hangisinin daha güçlü ve
ikballi olduğunu gözetlerler.
“ Onların arasında bocalayıp dururlar; ne
onlara, ne de bunlara bağlanırlar, Allah’ın şaşırttığı kimseye artık asla bir
çıkar yol bulamazsın.”(Nisa,143)
Münafıklar, Kur’an ve sünnete uyanları gözetlerler.
Eğer Allah onlara bir fetih müyesser kılacak olsa “biz sizinle beraberiz” derler
ve bu hususta bütün güçleriyle yeminler ederler. Şayet müslümanların düşmanları
galip gelecek olsa bu kez onların safına geçer “Siz de biliyorsunuz ki biz
sizinle öz kardeşleriz, yakın akrabayız” derler. Onları tanımak mı istiyorsunuz? Kur’an’ı dinleyiniz. O size yeterli bilgi verecektir.
“Münafıklar sizi
gözetleyip dururlar; eğer size Allah’tan bir zafer nasip olursa, sizinle beraber
değil miydik?, derler. Kafirlerin zaferden bir nasipleri olursa bu seferde
onlara, sizi mü’minlerden korumadık mı?, derler. Artık Allah kıyamet gününde
aranızda hükmedecektir ve kafirler için mü’minler aleyhine asla bir yol
vermeyecektir.” (Nisa, 141)
Tatlı dilleri ve güzel konuşmalarından dolayı, yalan
olmasına rağmen Allah’a yemin etmeleri sebebiyle sözleri daima beğenilir. Hak
söz konusu olunca uyur, batıl, olduğunda ise dimdik ayakta dururlar. Yüce Allah
Kur’an’da onların bu halini şöyle tasvir eder:
“İnsanların öyleleri vardır ki
dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böyleleri
söylediklerinin kalpten geldiğine Allah’ı şahit tutarlar. Halbuki onlar
hasımların en yamanıdırlar.” (Bakara, 204)
Münafıkların kendi tabilerine salık verdikleri
şeyler insanlar ve memleketlere felaket getirir.Halkı dünya ve ahirette
kendi menfaatlerine olan şeylerden uzaklaştırmaya çalışırlar. Bir yandan, namaz,
zikir, takva ve ictihad sözkonusu olunca mü’minlerden ayrılmazlar.
“Öte
yandan dönüp gittiler mi, yeryüzünde insanlar arasında bozgunculuk yapmak,
ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için koşarlar. Allah ise bozgunculuğu
sevmez.” (Bakara, 205)
Bunların hepsi de birbirine benzerler. Kötülüğü
işler ve tavsiye ederler, iyiliği yapmaz ve ondan men ederler. Allah yolunda mal
harcamak hususunda cimri davranırlar. Allah defalarca onlara nimetlerini
hatırlatmış, onlar ise onu anmaktan yüz çevirmiş ve onu unutmuşlardır.
Sakınsınlar diye onların durumlarını kullarına kaç kez bildirmiştir? O halde şu
ayeti bir kez daha dinleyelim:
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar sizden
değil, birbirlerindendir. Çünkü onlar kötülüğü emreder, iylikten alıkoyarlar ve
onlar ellerini sıkı tutarlar, Allah için harcamak hususunda cimrilik
gösterirler. Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Çünkü münafıklar
fasıkların ta kendileridir.” (Tevbe, 67)
Münafıkları vahyin açık manasını hakem tanımaya
çağırsanız bunu kabul etmezler; Kur’an ve sünnetin hükmüne tabi olmaya davet
etseniz bundan kaçarlar.
Onların gerçek yüzlerini yakından görseniz, onunla
ilahi yol arasında büyük bir mesafe bulursunuz; vahyden korkunç bir sapma
gösterdiğini müşahade edersiniz.
“Onlara, Allah’ın indirdiğine ve
peygamberine gelin, onlara başvuralım, denildiği zaman münafıkların senden iyice
uzaklaştıklarını görürsün.”
(Nisa, 61)
Münafıklar, akıl ve dinleri noktasında hasar
gördükten sonra nasıl felah bulup hidayete ersinler? İman vererek küfür satın
almışlarken, dalalet ve alçaklıktan nasıl kurtulsunlar? Onların bu kârsız
ticaretleri ne kadarda zararlı bir ticarettir. Mühürlü saf içkiyi verip, almayıp
onun yerine ateşi almışlardır.
“Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir
felaket gelince nasıl hemen sana gelirler de, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı
bulmak istedik, diye Allah’a yemin ederler.”
(en-Nisa, 62).
Şek ve şüphe zakkumu onların kalplerinde kök salmıştır;
ondan kurtulamazlar,
“Onlar, Allah’ın kalplerindekini bildiği kimselerdir.
Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz
söyle.” (Nisa, 63)
Yok olasılar, iman hakikatından ne kadar da
uzaktırlar! Hakikat ve marifet iddialarında ne kadar yalancıdırlar. Onların
dünyaları başka, Hz. Peygamber’e tabi olanların dünyaları başkadır.
Cenab-ı
Allah Kur’an’ında mukaddes zatına büyük yemin etmiştir. Basiret sahipleri bunun
sebep ve muhtevasını bilirler. Onun için de kalpleri o hususta Allah’a olan
tazim ve ihtiramlarından dolayı son derece hassastır. Yüce Allah, dostlarını
sakındırmak, münafıkların hallerini anlatıp uyarmak için şöyle diyor:
“Hayır,
rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp
sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam
manasıyla kabullenmedikçc iman etmiş olmazlar.”
(Nisa, 65)
Münafıklar henüz kendilerinden istenmeden,
sözlerinin ta başında yemin ederler. Çünkü mü’minlerin kendilerine
güvenmediklerini bilirler. Kendileri hakkındaki kötü kanaatten, yalanlarının
ortaya çıkmasından kurtulmak için yemini alet ederler. Bu imansızlar, yalan
söylerler, sonra duyanların kendilerinin doğru söylediklerine inanmaları için de
yemin ederler.
“Yeminlerini kalkan yapıp insanları Allah’ın yolundan
saptırırlar. Onların yaptıkları ne kötüdür...” (Münafıkun,
2)
Helak olacasılar! Önce iman kafilesiyle birlikte
harekete geçtiler. Sonra yolun uzunluğunu ve ne kadar meşakkatli olduğunu
görünce geri döndüler. Evlerinde tatlı bir hayat sürüp huzur bulacaklarını
sandılar. Fakat ne öyle bir hayat sürdüler, ne de o gaflet uykusundan bir yarar
gördüler. Çok geçmeden çağırıldılar; henüz doymamış aç bir halde iken sofradan
kalktılar. Artık hesap günündeki hallerini siz düşünün. Onlar bildikleri halde
inkar ettiler; hakkı ayan beyan gördükten sonra ona gözlerini yumdular.
“Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra inkar etmeleridir. Bu yüzden
kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar.”
(Münafıkun,3)
Münafıklar insanların en güzel yapılısı, en tatlı
dillisi, en nazik konuşanı fakat en bozuk kalplisidirler.Onlar meyvesiz,
yerinden koparılıp oradan geçenler çiğnemesin diye bir duvara yaslanmış olan
kütükler gibidirler.
“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider.
Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sankî elbise giydirilmiş kütüklerdir.
Her gürültüyü kendi aleyhlerine sararlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allah
onları kahretsin. Nasıl olup da döndürülüyorlar?”
(Münafıkun,4)
Münafıklar namazı ölü vaktine kadar tehir
ederler.Sabah namazını güneş doğarken, ikindi namazını da güneş batarken
kılarlar. Namazı karganın yemini gagaladığı gibi çabuk çabuk kılarlar. Çünkü
onlar kalpleriyle değil sadece bedenleriyle namaz kılarlar, peşindeki
takipçilerin etkisiyle sağı solu kollayan bir tilkinin sağı solu kollaması gibi
etrafı gözetirler.
(Kamus’da “güneşin ölü vaktine
gelmesi, ışığının zayıflaması veya batımı yakın olması manasınadır” denmektir.
Peygamberimiz hadisinde bu vakti ölüye izafe ederek “namazı ölünün vaktine
kadar tehir ederler” buyurmuştur. (Müslim, Mescid, 26) Çünkü güneşin ışığı
mezarların üstüne bu vakit düşer. Yahut da namazı o kadar geciktirirler ki günün
bitmesine ancak eceli dolup canı boğazına gelmiş bir kimsenin ölmesi kadar bir
zaman kalmıştır.)
Cemaate katılmazlar. Namazlarını ya evlerinde yahut
da dükkanlarında kılarlar. Birine kızsalar aşırı gider, biriyle andlaşma
yapsalar bozar, bir haber verseler yalan söyler, söz verseler cayar ve
kendilerine bir emanet bırakılsa ona hıyanet ederler. Yaratılana böyle, yaratana
da bu tarzda muamele ederler. Onların bu vasıflarını Mutaffifun Suresi’nin başı
ile Tarık Suresi’nin sonu açık-seçik anlatır. Onları Allah’tan daha doğru kim
tavsif edebilir:
“Ey Peygamber, kafirlere ve münafıklara karşı cihad et,
onlara karşı sert davran. Onların varaçakları yer cehennemdir. O varılacak ne
kötü bir varış yeridir.” (Tevbe,73)
Ne
gariptir ki onlar az fakat çoğunluktadırlar; zayıf ama güçlüdürler; bilgiç ama
cahildirler; Allah’ın büyüklüğünü bilmedikleri için büyük bir aldanma
içindedirler.
“ Onlar mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler.
Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar kılıçlarınızdan korkan bir
toplumdur. “ (Tevbe,56)
Müslümanlara sağlık ve zafer nasip olacak olsa bu
münafıkları üzer, günahlarına kefaret olacak bir musibet ve kötülüğe müptela
olsalar onları sevindirir ve mutlu eder. Bu hal münafıkların ve mü’minlerin
karakterlerini gayet açık bir şekilde ortaya koyan bir husustur. Örnek aldığı
şahsiyet peygamber olanla, örneği münafık olanlar elbette bir olamazlar. Nitekim
Kur’an-ı Kerim bu hususu şöylece dile getirmektedir:
“Eğer sana bir iyilik
(zafer ve ganimet) erişirse (hasetlerinden dolayı) onların fenasına gider. Ve
eğer sana bir musibet gelirse: Biz (savaşa girmemekle) önceden işimizi (sağlama)
aldık, derler ve sevinç içinde dönüp giderler. De ki: Bize, Allah’ın yazdığından
başka bir şey asla erişmez. O bizim sahibimizdir. Onun için mü’minler yalnız
Allah’a dayanıp güvensinler.” (Tevbe, 50-51)
Keza Cenab-ı Allah bu iki grubun durumunu ve
kalplerinde karışıklık ve kaypaklık bulunanların saptırmasıyla yerinden
oynatılamayacak gerçeği şöyle dile getiriyor:
“Size bir iyilik dokunursa bu
onları tasalandırır, size bir kötülük dokunursa ondan ötürü sevinirler. Eğer
sabreder, Allah’tan korkarsanız onların hilesi size hiç bir zarar veremez.
Şüphesiz Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır.”
(Al-i îmran, 120)
Allah münafıkların kalbinin bozukluğu ve
niyetlerinin kötülüğü sebebiyle onların itaatlerinden hoşlanmamış, bu hususta
onlara fırsat vermemiştir. O’nun düşmanlarından yana oldukları için kendisine
yakın olmalarını istememiş, onları kovarak rahmetinden uzaklaştırmıştır.
Allah’ın vahyinden yüz çevirmişler, Allah da onlardan yüz çevirmiş, onları
mutsuz etmiş, mutlu kılmamıştır. Artık tevbe etmedikleri sürece kurtulmaları
umulmayacak tarzda onları adaletli bir şekilde yargılamıştır.
“Eğer onlar
(savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat
Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları (böyle cihat gibi güzel bir
amelden) geri koydu, onlara, oturanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun,
denildi” (Tevbe, 46) buyurulmuştur.
Cenab-ı
Allah münafıkların kendisine itaatten alıkoymasını ve onları kapısından kovup
uzaklaştırmasının hikmetini anlatıp bu muamelesinin dostlarına karşı bir lütuf
ve onların mutluluğu için olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur:
“Eğer
içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları
olmazdı ve aranızda mutlaka fitne çıkarmak peşinde koşarlardı. Halbuki içinizde
de onlara kulak verecekler vardır. (Bunları kuşkulandırıp büyük bir fitne
çıkarabilirlerdi). Allah zalimleri gayet iyi bilir.”
(Tevbe,47)
Naslar münafıklara ağır gelir, onlardan
hoşlanmazlar, onları taşımak zor geldiğinden yüklenmekten kaçınırlar, atıp yere
bırakırlar, sünnetleri ihmal eder, muhafazaya çalışmazlar. Kendilerine hitap
eden nasları icad ettikleri bazı esasları bahane ederek reddederler. Allah
onların maskelerini düşürmüş, sırlarını ifşa etmiş, kullarına ibret yapmıştır.
Asr-ı sadetten sonra münafık nesiller birbirini takip edegelmiştir. Onun içindir
ki Allah sakınmaları için dostlarına onların sıfatlarını açıklamış, onlar
hakkında
“Bunun sebebi Allah’ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da
onların amellerini boşa çıkarmıştır” (Muhammed,
9) buyurmuştur.
İşte nasların kendilerine ağır geldiği kimselerin
hali budur. B u münafıklar nasları kendileriyle, bid’at ve hevaları arasında bir
engel olarak görürler. Nasslar onların gözünde aşılmaz ve sarsılmaz bir kale
gibidir. Nasları batıl sözler karşılığında satarlar, bunlar karşılığında Fusus’u
alırlar. Bu ise onların gizli açık bütün sırlarını ifsadı demektir:
“Bunun
sebebi onların Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara, bazı hususlarda size
itaat edeceğiz demeleridir. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyor. Melekler
onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken halleri ne olacak?
Buna sebep onların Allah’ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O’nu razı
edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa
çıkarmıştır.” (Muhammed, 26-28)
Münafıklar nifak sırrını gizlerler. Ama Allah onların nifaklarını yüz
hatlarında ve dil sürçmelerinde ortaya çıkarır ve onlara öyle bir sima verir ki,
iman ve basiret sahiplerine hiç de gizli kalmaz. Onlar sanırlar ki, küfrürlerini
gizleyip kendilerini mümin gösterince sarraf ve kuyumculardan emin olacaklar.
Fakat ne mümkün?
Basiret sahibi, kalp parayı hakikisinden, hakkı batıldan ayıran
Allah, onların gerçek yüzlerini ortaya koymuştur:
“Kalplerinde hastalık
bulunanlar, yoksa Allah’ın, kendilerinin müminlere besledikleri kinlerini ortaya
çıkarmayacağını mı sandılar? Biz isteseydik onları sana gösterirdik de, sen
onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları, konuşma üsluplarından
tanırsın. Allah bütün işlediklerinizi bilir.”
(Muhammed, 29-30)
Allah’a hesap vermek için toplanıldığı, O’nun kullarına göründüğü,
onların şaşkına döndüğü, secdeye davet edildikleri fakat buna muktedir
olamadıkları zaman onların halleri nice olacaktır.
Kur’an-ı Kerim’de bu
hususta şöyle buyurulur:
“Gözleri korku içinde yüzlerini zillet burur.
Halbuki onlar sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlar (fakat yine secde
etmiyorlar) dı.” (Kalem, 43)
Sonra cehennem üstündeki köprüye sürüldükleri zaman ne yapacaklardır? O
köprü kıldan ince ve kılıçtan keskindir, ayakların kaydığı yerdir. Karanlıktır;
kişi onu ancak ayak basılan yerleri aydınlatan bir nur yardımıyla geçebilir. Bu
nur ise oraya varılmadan önce insanlara pay edilmiş olur. Müslümanlar münafıklar
da dahil olmak üzere o nurların az ve çokluğuna göre bu köprüde
ilerleyebilirler. Münafıklar bu dünyada kıldıkları namaz, oruç, zekat ve hacc
ile görünürdeki müslümanlıklarının nuruyla köprüye girerler. Onun tam ortasına
geldiklerinde nifak fırtınaları kopar ve ellerindeki ışıklarını söndürür. Şaşkın
bir halde kala kalırlar. Asla ilerleyemezler. Kendileriyle mü’minler arasına
tek kapısı olan bir sur kurulur. Ancak münafıkların o kapıyı açacak anahtarları
yoktur. Surun mü’minlerin bulunduğu tarafından rahmet, münafıkların bulunduğu
tarafında ise azap vardır. Münafıklar kendilerinden ilerde bulunan mü’minlere
seslenirler. Onların ışıkları uzaktan yıldızlar gibi parıldamaktadır.
“Bizi
bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım.” (Hadid,
13)
Belki şu köprüyü geçebiliriz. Bizim ışığımız söndü. Burayı ışıksız
geçmek ise mümkün değil, derler. Mü’minler ise şöyle cevap verirler:
“Geriye
nurların taksim edildiği yere dönün, kendinize oradan ışık alın.” Bu hengamede
kimse duramaz. Biz bu köprüde nasıl durabiliriz?
Bu yolda insan birbirine dönüp
bakabilir mi?
Dost dosta yüzünü çevirebilir mi?
Münafıklar gurbette kişinin hemşehrisine memleket hatıralarını hatırlattığı gibi mü’minlere dünyadaki
beraberliklerini, sohbetlerini hatırlatırlar.
“Dünyada iken sizinle beraber
değil miydik? Sizin gibi biz de oruç tutar, namaz kılar, zekat verir, hacca
gider, Kur’an okurduk. Şimdi bizi birbirimizden ayıran şey nedir? Farkımız nedir
ki bizi geride bırakarak geçip gidiyorsunuz? Mü’minler şöyle cevap
verirler:”Evet”, siz dış görünüşünüz itibariyle bizimle birlikte idiniz, ancak
içiniz tamamen mülhitler ve inkarcı zalimler ile beraber idi. Ama siz kendi
kendinizi fitneye düşürdünüz, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi
aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi Allah hakkında bile aldattı. Nihayet
Allah’ın emri gelip çattı. Bugün artık ne sizden ne de inkar edenlerden fidye
kabul edilir, varacağınız yer ateştir. Size yaraşan odur. O varılacak ne kötü
bir yerdir.” (Hadid, 14-15)
Münafıkların sıfatlarını teker teker sayıp sözü haddinden fazla uzatmak
istemiyoruz. Gerçek şudur ki, anlatmadıklarımız anlattıklarımızdan daha
fazladır. Yeryüzünde ve toprak altında o kadar çok münafık vardır ki, neredeyse
Kur’an’ın tamamı onlarla ilgili bulunmaktadır. Bunların yeryüzünün her yerinde
bulunduğunu gösteren şeylerden biri de şudurki, münafıklar ortadan kalkacak
olsa, herhalde mü’minler yapayalnız kalır, geçimleri daralır, hatta çöllerde
vahşi hayvana ve yırtıcı kuşların saldırısına maruz kalırlar.
Nitekim Huzeyfe (r.a):
“Allah’ım münafıkları helak eyle” diye dua eden birine şöyle demiştir:
“Kardeşimin oğlu, şayet münafıklar helak olsalardı, yollarınızda insan
azlığından dolayı yalnızlık çekerdiniz.”
|