Muattıla mensupları derler ki:
Arşın üstünde ancak yokluk vardır, Arşın üstünde ibadet edilen bir Rabb yoktur.
Orada kendisi için namaz kılınan, secde edilen, kendisine dua için ellerin
kaldırıldığı, mesihin kendisine yükseltildiği, Ruhun ve Meleklerin yükseleceği,
Rasulullah (sav)'in miraç gecesi kendisine çıkarıldığı, iki yay arası hatta daha
az bir mesafede kendisine yaklaştığı bir Rabb söz konusu değildir. Yine onlara
göre; Onun yanından herhangi bir şey inmediği gibi, ona bir şey de yükselmez.
Kıyamet günü cennet ehli üstlerinde onu görmeyeceklerdir. Onlara göre, Allah'ın
arşı istiva etmesinin bir hakikati yoktur. Aksine istivası bu vasfının ortadan
kalkmasını gerektiren en mecazi bir istivadır. Allah'ın mahluka üstünlüğü rütbe
ve şerefcedir, zat itibariyle değildir. Allah'ın üstünlük vasfı da zat
itibariyle üstte olmak değil, kahırca (otorite) üstün olmaktır. Böylece Allah'ı
tam bir yücelik ve üstünlük sahibi olmaktan tenzih etmişler, onu yokluk ve
imkansızlığa denk bir vasıfla nitelemişlerdir. Buna göre, Allah ilmin ne
içindedir, ne dışındadır, ona ne bitişiktir ne de ayrıdır, ona ne yakın ne de
ondan uzaktır, ne bizim içimizdedir ve ne de dışımızdadır.
Bellidir ki onlardan birisine,
bize yokluğu anlatır mısın, denilse herhalde şu şekilde anlatır.
Akıl ve fıtrata göre bu
olumsuzlukla nitelemeler gerçekte sırf yokluğa Alemlerin Rabbi'nden daha
uygundur. Allah ki yaratıklarında kendi zatından, kendi zatında da
yarattıklarımdan hiç bir şey yoktur. Dahası Allah mahlukatından ayrı ve farklı
arşını istiva eden, her şeyden yüce ve ali olan, herşeyin üstünde bulunandır.
Netice: Her kim hakk olan bir şeyden yüz çevirir ve onu inkar ederse, yüz
çevirdiği ve inkar ettiği hakkın mukabili olan bir batıla düşer. Ameli konularda
bile böyledir. Herkim sadece Allah rızası için amel işlemekten yüz çevirirse,
Allah onu, halkın rızası için çalışmak belasına duçar eder. Yine kim kendisine
fayda ve zarar veren, kendisini öldüren, dirilten, mutluluğu kudret elinde olan
Allah'a ibadet etmekten kaçınırsa, kendisine hiçbir fayda vermeğe kudreti
olmayan kimseler için amel etmeğe mübtela kılınır.
Aynı şekilde Allah için malını
infak edemeyen, istemese bile başkası için malını harcamak zorunda kalır.
Yine kim Allah için yorulmaktan
kaçınırsa kaçınılmaz olarak Allah onun halkın hizmetinde yorulmakla sınar.
Aynı şekilde kim vahyin
hidayetinden yüz çevirirse zihinlerin bulanıklığı, görüşlerin karışıklığı,
fikirlerin dağınıklığı belasına çarptırılır.
O halde nefsinin mutluluğunu,
kurtuluşunu ve uslanmasını isteyen herkes bu konuyu kendi nefsinde ve
başkalarında düşünsün.
Hiç şüphe yokki, Allah'ın emri
ve nehyini atıl saymadıkları sürece gaflet ve şehvetlerine rağmen avamın imanı
bunların imanından daha sahihdir. Doğrusu gaflet ve tefrikayla birlikte bulunan
iman, imanın fesadına ve imandan çıkmaya yol açan cem ve müşahade makamından
daha hayırlıdır.
Cem ve müşahadeyi savunan
mutasavvıfların Nebi (s.a.v)'e isnad ettiği yalan ve iftiralara gelince:
Bunların
itikadı şudur ki Peygamberin vird ve ibadetleri yerine getirmesi teşri (hüküm
koymak) içindir, üzerine farz olduğu için değildir. Çünkü yakinin kemalini ve
hakikati müşahede etmesiyle ibadetler ondan düşmüştür. Gerçek şu ki Allah Teala
Nebi (s.a.v)'ye, diğer Rasullere de ömürlerinin sonlarına kadar ibadet etmelerini
emretmiştir. Allah şöyle buyurur:
"Sana yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet et"
(Müddesir, 46-47).
Buradaki yakin ittifakla ölüm manasına gelmektedir. Allah (c.c)
kafirlerin dilinden başka bir ayette şöyle buyurur:
"Biz din (kıyamet) gününü
yalanladık. Ta ki yakin bize gelinceye kadar." (Müddesir, 46-47).
Nebi (s.a.v) de
Osman b. Maz'un vefat ettiğinde:
"Osman b. Maz'un, şüphesiz ona Rabbinden yakin
geldi" buyurmuştur. (Buhari, Cenaiz,3; Müsned VI,
436)
İsa Mesih de şöyle der:
"Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum, Allah bana kitab verdi ve beni peygamber yaptı,
nerede olursam olayım beni mübarek kıldı ve yaşadığım sürece de bina namaz
kılmamı ve zekat vermemi emretti" (Meryem, 30-31).
Bu, Allah'ın İsa Mesih'e
olduğu kadar bütün peygamberlerine, elçilerine ve onlara uyanlara da emridir.
Hasan el- Basri (r.a) derki:
Allah mümin kulu için ölümden başka ecel takdir
etmemiştir. Bu gruplar Allah'ın isim ve sıfatları konusunda aşırı gidip, hakikatin
müşahedesi ve o noktada durma hususunda birleştikleri zaman, Allah seni Rabbin sıfatlarını ve dinini külli olarak tatil (ibtal) etmekten korusun ki neticede
ortaya ibadet edilmeyen bir Rabb, ve
tamamıyla terkedilen bir şeriat anlayışı çıkmasın. Burada anlattıklarımızın
gerçeğine vakıf olmak isteyen, bakışını bu prensiplere yöneltsin, bu esasları
incelesin. Bunun, hal, varlık ve şahidlerini araştırsın. Bu sorulara sözlü bir
cevab ve karşılık bulamazsa, hal ve ders çıkarma yoluyla cevabını bulacaktır.
Bunu ancak saliklere refakat eden, yerine oturanları terkeden, iman azığı
hazırlayan ve devrinin insanlarının lütuflarına itibar etmeyenler tasdik ederler.
Şairin şu sözünü de kulak asmazlar:
Yüksek gayeler peşinde koşmayı
bırak, ona ulaşmak için uğraşma, Otur oturduğun yerde, ne istiyorsun, yedirilip
giydiriliyorsun işte!
Fenanın Üçüncü Derecesi
Bu fena evliyanın havassına ve
mukarreb imamlara ait fenadır. Bu, iradenin Allah'ın dışındakilerden fani
olmasıdır. Bunlar Allah'dan razı olduğu şeyleri cem etme yoluna sülük ederler,
başkasının iradesi şöyle dursun, Sevgilinin muradından yine sevgililerin muradı
ile fani olmak isterler. Böylece kendi muradıyla sevgilisinin muradı birleşmiş
olur. Sevgilinin muradından maksat dini emirlerdir, kevni-kaderi murad değildir.
Böylece de iki muradı bir tek murad olur.
Akılca da ancak bu şekildeki
bir birlik ve ilim ve haberdeki birlik muteberdir. Böylece murad edilenle,
bilinen ve zikredilen iki şey birtek şey olur. Her ne kadar bu iki irade, ilim
ve haber farklı olsa da bu böyledir. Şu halde muhabbetin gayesi, sevenle
sevilenin iradesinde fena bulmasıdır.
İşte bu birlik ve fena seçkin
sevenlerin birliği ve fenasıdır. Bunlar sevgililerine ibadetleriyle başkalarına
ibadet etmekten, onu sevip, ondan korkmakla, ona tevvekkül edip ondan yardım
istemekle ümit besleyip, ondan istemekle başkalarına sevgiden, ümitten,
korkudan, recadan, tevekkülden fani olmuşlardır.
Bu fenanın diğer bir
açıklaması ise şudur:
Yalnız Allah için sevmek, onun için buğz etmek, onun için
dost (veli), onun için düşman olmak, yalnız onun için vermek, ancak Allah için
vermemektir. Yalnız Allah'dan ummak, Allah'dan yardım istemektir. Böylece kulun
dininin hepsi zahiren ve batınen Allah için olur. Allah ve Rasulü kula herşeyden
daha sevimli gelir. Allah ve Rasulünün koyduğu haddi aşanı ise asla sevmez.
Velev ki bu kişi kendisine insanların en yakını bile olsa.
Şiir:
Bütün insanlara düşman kesilen,
düşman olunmaya layıktır,
velev ki çok sevilen sevgili olsun.
Bu fenanın hakikati ve esası
şudur:
Salik Rabbinin razı olduğu şeylerden ve rabbinin hakkı olan ibadetlerle
nefsinin hevasından ve hazzlarından fani olur, geçer. Bütün bunları toplayan
hakikat, ilim, marifet, amel, hal ve niyyet itibariyle Allah'dan başka ilah
olmadığına şehadet etmenin gerçekleştirilmesidir.
Bu şehadetin ihtiva ettiği isbat ve nefyin hakikati fena ve bekadır. Şöyle ki:
salik ilim, ikrar ve kulluk
ile Allah'tan başka ilah edinmekten fani olur, sadece ve sadece Allah'ı ilah
kabul ettiğini ispat ve ilan eder.
Bu fena ve beka elçilerin getirdiği, kitabların
indirdiği,tevhidi hakikatidir. Mahlukat bu tevhid için yaratılmış, dinler bu tevhid için teşri kılınmış,
cennete gitmek bu tevhide göre düzenlenmiş ve mahlukat alemi bunun üzerine
kurulmuştur.
Yine aynı şekilde bu tevhidin
hakikati, Allah'dan başkasına ibadet etmekten uzak durmak ve Allah için dost
olmaktır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz İbrahim ve yanındakilerde
sizin için güzel bir örnek vardır. Zira onlar toplumlarına biz sizden ve sizin Allah'dan başka taptıklarınızdan uzağız, beriyiz, biz sizi kabul etmiyoruz,
sizinle bizim aramızda, siz birtek Allah'a inanıncaya kadar ebedi bir düşmanlık
ve buğz başlamıştır." (Mümtehine,4),
"İbrahim'in toplumuna ve babasına
söylediğini de hatırla: Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım, ben ancak
beni yaratana ibadet ederim. Doğrusu o beni hidayete erdirecektir."
(Zuhruf,
26-27)
"Ey benim milletim ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım, şüphesiz
ben gökleri ve yeri yaratana bir hanif ve müslüman olarak yöneldim"
(En'am,
78-79).
Allah Teala Rasülüne de şöyle hitab eder:
"De ki ey kafirler ben sizin taptığınıza
tapmam..."
Bu kafirlerden ve onların tapındığı şeylerden beri
olmaktır. Allah bunu şirkten beraat etmek (kurtuluş) olarak isimlendirmiştir.
İşte bu kurtuluş, mahv ve
isbatın hakikatidir. Böylece salik Allah'dan başkasını sevmeyi ilim, niyyet ve
ibadet itibariyle kalbinden sildiği gibi, ondan başkasının varlıktan silinip
gideceğini (mahv) ve varlıkta sadece Allah sübhanehunun uluhiyetinin sabit
kalacağını kabul eder.
Yine asıl cem ve fark makamının
hakikati ve manası da budur:
Kul hak olan ilahla batıl ilahları birbirinden ayırır
(fark).
Hakk ilahı, ilah kabul etmeği, ona ibadet etmeyi ona tapmayı, onu sevmeyi, ondan
korkmayı, ondan ümid etmeyi, ona tevekkül etmeyi, kendinden başka ilah olmayan
gerçek ilahdan yardım istemeyi de inancında taşır (cem).
Bu da tecrid ve tefridin
hakikatidir:
Böylece kul kendisini Allah'dan başkasına ibadet etmekten
tecrid
eder,
İbadetini sadece Allah için yapar (tefrid).
Dolayısıyla tecrid nefyetmek
(başkasına ibadeti red),
Tefrid isbat (sadece ona ibadeti kabul) etmektir.
Tefrid
ve tecridi cem etmek ise tevhiddir.
İşte uluhiyetin tevhidi ile ilgili olan bu; fena ve beka, vela ve bera, mahv ve isbat, cem ve tecrid makamları, faydalı,
semereli ve kendisiyle saaadet ve felaha ulaşılan kurtarıcı yegane makamlardır.
Bunların Rabblığın birlenmesi
ile ilgisine gelince -ki bu putlara tapan müşirklerin de kabul ettiği bir
hususudur- bunun vardığı son nokta kafirler ile müminler arasında müşterek olan
bir tevhidin gerçekleştirilmesinde fena bulmaktan ibarettir. Bu tevhid Allah'ın
dostları ve düşmanları arasında müşterektir. Bunu gerçekleştiren arif olmak
şöyle dursun, sadece rububiyyet tevhidiyle müslüman bile olmaz.
Bu konu örtüsü kalın irade
sahihlerinin ve pek çok şeyhlerin hataya düştüğü bir konudur. Masum kişi
Allah'ın koruduğu kimsedir. Müstean olan Allah'dır.
Tevfik ve ismet Allah'ın
sayesindedir.
|