Menazil yazarı der ki: "Nimetin bilinmesi"
ne
gelince, nimetin bilgisi üç şeyle berraklaşır.
1 - Akıl nuru,
2 - Lütuf şimşeklerine bakış,
3 - Musibete duçar olanlardan ibret almak".
Demek istiyor ki, nimeti müşahade etmenin hakikati,
bu üç şeyle billurlaşır. Bu uyanışa vesile olan bir nurdur ki kalb uyandığında
bu nurla aydınlanır. Kulun kuvvet veya zaafı ölçüsünde nimeti müşahadesi
berraklaşır.
Allah’ın üzerindeki nimetlerinden sadece yiyip içmesini, giymesini
bedeninin sağlığını, insanlar arasındaki itibarını anlayan kimsenin bu nurdan hiç
bir nasibi yoktur.
Öyle ise Allah’ın asıl nimeti İslam’da ve İmanda, kulunu
kendisine cezbedip yöneltmesindedir. Allah’ı zikretmekle nimetlenmek, ona itaat
etmekle hazz duymak nimetlerin en büyüğüdür. Bu nimet de ancak akıl nuru ve
yardımcı hidayeti ile idrak olunur.
Kulun Allah’ın kendisine verdiği nimetlerin şimşek ve pırıltılarını görüp farketmesi de böyledir. Bu da nefsin karanlıkları ve
tabiatın (huy) bulutları arasından Allah’ın nimetlerini seçmek ve onları
incelemektir.
Musibete uğrayanlar ise, bunlar Allah’dan gafil olanlar ve Allah’ın
dininde bid’at çıkaranlardır. Bu iki sınıf, gerçek anlamda belaya uğrayanlardır.
İşte kul bunları görüp, hallerini öğrenince, ibret alır da kalbinde Allah’ın
kendisine verdiği nimetlerin ne kadar büyük olduğunu anlar, kalbi arınır ve
Allah’ın nimetlerinin kıymetini takdir eder. Bir şeyin güzelliğini onun zıddı
ortaya çıkarır. Varlıklar birbirinden zıdlarıyla ayrılır.
Öyle ki cennet ehlinin, cehennem ehlini ve içinde
bulundukları azabı görmeleri de içinde bulundukları nimetin kadrini bilmeleri
içindir.
Menazil müellifi: “Günahı mütalaa etmek de üç şeyle
gerçekleşir:
1 - Hakk’a hürmet etmek,
2 - Nefsi tanımak,
3 - Vaidi (cezayı) tasdik etmek”
diyor.
Bununla demek istiyor ki kalbinde Allah’ın azameti
kemale erenin nazarında Allah’a muhalefet etmek de büyük bir suç olur. Çünkü
azamet sahibine muhalefet etmek, onun daha altındaki varlıklara muhalefet etmesi
gibi değildir. Kim nefsinin kadrini ve hakikatini ve her nefeste,her lahzada hakk
olan mevlasına olan ihtiyacını ve fakirliğini anlarsa, bu kişi her nefes ve her
an şiddetle ihtiyaç duyduğu birisine muhalefet etmenin ne kadar büyük bir
cinayet olduğunu da takdir eder. Aynı şekilde muhalefet ettiği Allah’ın
kudretinin büyüklüğü yanında nefsinin hür ve hakir olduğunu farkeden biri, ne
kadar büyük bir suç işlediğini de farkeder. Böylece de bu cürümden kurtulmaya gayret eder.İçine düştüğü bu
cürümlerden kurtulma gayreti; vaidi tasdik etmesi ve vaide olan kesin inancı
ölçüsünde gerçekleşir.
Saadetin mihveri ve saadet değirmeninin ekseni
vaidin tasdiki üzerinde döner.
Kimin kalbinden Ahiret korkusu silinirse,
kendisinden kesinlikle felah beklenilemeyecek şekilde harab olur. Allah Teala
ayet ve uyarıcıların ancak ahireti tasdik edenlere ve ahiret azabından korkanlara
fayda vereceğini haber veriyor. İşte inzarla uyarılanlar ve ayetlerden
faydalananlar, bunlardan başkası değildir.
Nitekim Allah Teala:
“Doğrusu bundan
ahiret azabından korkanlar için bir ayet (delil) vardır. “
(Hud, 103),
“Sen
ancak ahiretten korkanlara Kur’an-ı hatırlat” (Kehf, 45), buyurur.
Allah Teala
dünyada ve ahirette kurtulanların vaidi tasdik edip, vaidden korkanlar olduğunu
haber veriyor.
Allah Teala buyurur ki:
“Şüphesiz onlardan sonra sizi yeryüzüne
yerleştireceğiz, bu iş makamımdan ve vaidimden korkanlara aittir.” (Rad, 14)
Menazii müellifi devamla şöyle der:
Eksik artık
günlerin bilinmesine gelince; bunlar da üç şeyle düzeltilir:
1 - İlim dinlemek,
2 - Hürmete davet edenlere icabet etmek,
3 - Salihlerle sohbet etmek.
Bunların hepsine sahib olmak da ancak kötü alışkanlıkları terketmekle mümkündür.”
Demek istiyor ki, salik amellerin sırlarını ve
onları
kazanma yollarını bilmedeki derecesi ölçüsünde imanındaki ve halindeki
noksanlara vakıf olabilir. Aynı şekilde Allah’ın haramlarına hürmet göstermeğe
çağırana icabet etme duygusunu kalbinden kaybetmesi de böyledir: Acaba Allah’ın
haramlarını tazime acele olarak icabet mi ediyor, yoksa bunlarla ilgisiz kalıp
ağırdan mı alıyor? Kulun bu çağrıya derhal ya da ağır ağır icabet etmesine göre
ilminde ve amelinde fazlalık ve noksanlık meydana gelir. Aynı şekilde salikin
Mele-i Alaya ulaşmaya gayret eden azimet erbabıyla sohbet etmesi de böyledir,
bu sohbet sayesinde salik kendisindeki noksanlık ve fazlalıkları görür.
Kulun bütün bu özelliklere sahib olması
alışkanlıkları ve adetleri terketmesi, nefsini bunları bırakmaya alıştırması
gaflet ehli ve yüz çevirenler arasında garip kalması demektir. Kula
alışkanlıklarının kölesi olmaktan daha çok ne zarar verebilir? Kafirleri
elçilerden yüz çevirten geçmiş seleflerinin kendilerine miras bıraktıkları kötü
alışkanlıklar değil midir? Kim nefsini bu alışkanlıkları terketmeye ve bunlardan
kurtulmaya alıştırmaz, kendinden beklenen istidadı yerine getirmezse, o felah ve
kurtuluştan, mahrum kalmıştır:
“Eğer o münafıklar savaşa çıkmak isteselerdi,
elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah davranmalarını kerih
gördü de onları evlerinde alıkoydu ve kendilerine’ oturun oturanlarla beraber’,
dendi”. (Tevbe, 46)
Salikin uyanıklık hali iyice pekişince sıra tefekkür
ve düşünceye gelir. Tefekkür- daha önce de geçtiği gibi- kalbin matlubu
araştırarak matluba yönelmesidir.
Menazil yazarı tefekkürü basiretten sonra verir
ve tanımını şu şekilde yapar:
“Basiretin gayeyi elde etmesi için araştırmasıdır”.
Yani aklın matlubu inceleyerek araştırması ve istemesidir.
Devamla der ki: “Tefekkür üç türdür: Tevhidin bizzat
kendisi üzerinde tefekkür, Allah’ın sanatının, yaratıklarının incelikleri
üzerinde tefekkür, amellerin ve hallerin hakikatleri konusunda tefekkür”.
Bence tefekkür iki türlüdür:
1 - İlim ve marifetle
ilgili tefekkür,
2 - Taleb ve irade ile ilgili tefekkür.
İlim ve marifetle ilgili tefekkür; hakla batılı, müsbetle menfiyi birbirinden ayırmak için yapılan tefekkürdür.
Taleb ve irade
ile ilgili olan tefekkür ise: faydalı ile zararlıyı birbirinden ayırmak için
gereken tefekkürdür.
Sonra bu tefekkür üzerine, faydalı olana ulaştıracak
yolla ilgili başka bir tefekkür gerekir ki, o yolla sülük edebilsin. Yine
zararlıya götüren yol üzerinde tefekkür etmek gerekir ki, böylece o zararlı yol
terk edilebilsin.
Burada söz konusu edilen tefekkürler altı olup
yedincisi yoktur, bunlar akıllı kimselerin tefekkür alanıdır.
Tevhidle ilgili tefekkür:
Tevhidin delilerini
getirmek, şirkin batıllığına, imkansızlığına şahidler bulmaktır.
Rububiyetin iki
varlığa isnadı imkansız olduğu gibi uluhiyetin de iki varlığa isnadının
imkansızlığını ispat etmektedir.
Aynı şekilde batılların en batılı da iki şeye ibadet
ve tevekkül etmektir.
Oysa ki ibadet ancak Hakk olan ilah ve Rabb’e
mahsustur. Hakk ilah da Vahid ve Kahhar olan Allah’dır.
|