Peygamberlikle İlgili Hususları İnkar Edenleri Reddetmesi

 

Bu da birkaç açıdandır.

Birincisi:

Allah’ın mükemmel bir hamd vasfının bulunduğunu kabul etmektir ki bu Allah’ın hikmetinin de mükemmel olmasını, mahlukatı boş yere yaratmadığını,onları başıboş bırakmadığını, insanların boşuna emr ve nehiylerle muhatap olmamalarını gerektirir.

Bundan dolayı Kur’an’ın bir çok yerinde Allah (c.c.) kendisini abesle iştigal etmekten tenzih etmiştir. Ve şunu da bildirmiştir ki, risalet ve insanlığa vahiy indirilmediğini iddia edenler, gerçekte Allah’ı gereği gibi tanıyamamış, O’na gereken saygıyı gösterememiş, yüceliğini gereği gibi takdir edememiş aksine, O’na yakışmayacak şeyleri isnad etmiş ve O’nu hamdedip yüceltmekten kaçınmış kimselerdir.

Her kim ilim, marifet ve basiretçe hamdin hakkını verirse, bundan:

“Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığına şehadet ederim” sonucunu çıkardığı gibi,

“Muhammed (s.a.v)’ın Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet ederim” sonucunu da çıkarmış olur.

Kesin olarak da bilir ki nübüvvet ile ilgili hususları iptal etmek kemal sıfatlarını iptal ve Allah’a ortaklar isnad etmek gibi hamdi bozan şeylerdendir.

İkincisi:

Allah’ın uluhiyeti ve Allah’ın ilah oluşudur. Allah’ın ilah olması, O’nun kendisine ibadet ve itaat edilen bir rab olmasını da gerektirir. O’na nasıl ve ne şekilde ibadet ve itaat edileceği ise ancak rasülleri aracılığı ile bilinebilir.

Üçüncüsü:

Allah’ın rabb olmasıdır. O’nun rab olması insanlara emir ve nehiyde bulunmasını, iyi insanları iyilikleri, kötü insanları kötülükleri ile cezalandırmasını, gerektirir. Rabliğin gereği ve gerçeği budur. Bunun da ancak risalet ve nübüvvetle yerine getirilmesi mümkündür.

Dördüncüsü:

Allah’ın Rahman ve Rahim oluşudur. Allah’ın kendi varlığını ve sıfatlarını kullarına öğretmesi, kendine yaklaştıracak şeyleri onlara göstermesi ve kullarını kendinden uzaklaştıracak şeyleri tanıtması, kendine itaat edilmesine göre onlara sevab verip, iyilik ve ihsanla kullarını ödüllendirmesi Allah’ın rahmetinin kemalindendir. Bu işler de ancak risalet ve nübüvvetle yerine gelir. Zira Allah’ın Rahmeti bunları gerektirir.

Beşincisi:

Allah’ın Melik oluşudur. Malik olmak bir fiille tasarrufta bulunmayı gerektirdiği gibi, melik olmak da sözüyle tasarrufta bulunmayı gerektirir. Şu halde melik, emri ve sözüyle tasarrufta bulunan ve emir ve yasakları onun dilediği şekilde gerçekleşen kimsedir.

Malik ise mülkünde sadece fiilleriyle tasarrufta bulunabilendir. Meliklik de, maliklik de, Allah’a aittir. O halde Allah Teala, mahlukatı üzerinde hem söz ve hem de fiille tasarrufta bulunandır.

Allah Teala’nın söz ile tasarrufu da iki türlüdür.

a - Kevni kelimeleriyle (tabiat olayları) tasarrufu,

b - Dini kelimeleriyle (vahy) tasarrufudur ve melikliğin kemali de bu iki tür tasarrufla hasıl olur.

Allah Teala’nın elçiler göndermesi melikliği ve hükümranlığındaki kemalin bir gereğidir, insanlar nazarında fıtri ve makul olan melik de böyle bir meliktir. Memleketinin her köşesine, her diyarına gönderebileceği, yayabileceği elçiler bulunmayan bir melik, gerçek bir melik olamaz.

Buradan Allah’ın meleklerin mevcudiyeti “meleklerine” iman etmenin , Allah’ın melikliğine iman etmenin gereklerinden biri olduğu da anlaşılır. Melekler Allah’ın halk (mahlukat) ve emir alemindeki elçileridir.

Altıncısı:

Ceza (karşılıkların verildiği) günü olan “din günü” nün varlığıdır. Allah o gün kullarını hayr ve şerr amelleri itibariyle sorguya çekecektir. Bu sorgulama ise ancak risalet ve nübüvvetin tahakkuku ve böylece itaat ve isyan edenlerin hesaba çekilebilmeleri için delil teşkil etmesiyle mümkün olabilir.

Yedincisi:

Allah’ın mabud olmasıdır.Şüphesiz Allah’a ancak sevdiği ve razı olduğu şekilde ibadet edilebilir. İnsanların ise Allah’ın istediği ve razı olduğu şeyleri Allah’ın elçileri dışında bir yoldan öğrenmelerine imkan yoktur. Peygamberlerini inkar etmek, Allah’ın mabud olduğunu inkar etmek demektir.

Sekizincisi:

Allah Teala’nın sıratı müstakime hidayet edici oluşudur. Sıratı Müstakim Hakkı bilmek ve hakla amel etmektir, bu yol amaca ulaştıran en kısa yoldur. Müstakim olan hatt (çizgi); iki noktanın arasını bağlayan, birleştiren en kısa çizgidir. Bu sıratı müstakim de ancak elçiler kanalıyla bilinebilir ve Sırat-ı Müstakimi bulmanın peygamberlere dayanmasının zarureti, fiziki bir yolun bulunmasının, duyu organlarının selametine bağlı olmasından çok daha mühim ve büyük bir iştir.

Dokuzuncusu:

Allah Teala’nın sırat-ı müstakime ilettiği hidayet ehlini nimetlendirici olmasıdır Allah’ın kullarına nimet vermesi ancak onlara elçiler göndermesi ve onları risaleti kabul edecek çağrısına cevap verecek kıvama getirmesi ile mümkün olur. Allah Teala nimet ve lutfunu kitabında kullarına bu şekilde hatırlatmıştır.

Onuncusu:

Kulların, nimet verilenler ve gadaba uğrayıp sapıtanlar olarak ikiye ayrılmasıdır. Bu ayırım kulların hakkı tanımaları ve onunla amel edip etmemelerine göre yapılmış bir ayırım olup zaruridir. Buna göre hakkı bilen ve onun gereğiyle amel edenler nimet ehli, hakkı bilen fakat kabul etmemekte ısrar ve inat gösterenler gadab ehli ve hakkı bilmeyenler de sapıklık ehlidir.Böyle bir ayırımda bulunmak ancak elçilerin gönderilmesinden sonra mümkün olabilir. Peygamberler olmasaydı insanlar tek bir ümmet olurlardı. İnsanların risalet olmaksızın bu şekilde kısımlara ayrılması imkansızdır. İnsanların bu şekilde ayırıma tabi tutulduğu bir realitedir, öyle ise risalet de zaruridir.

Bu ve bundan önceki izahlardan da anlayacağın gibi Fatiha Suresi, cismani haşri ve bizzat bedenlerin diriltileceğini inkar edenleri de reddetmektedir. Ve gördüğün gibi sevap, ikab, emr ve nehy terettüb ettiği için, haşrin cismani olması zaruridir. Cismani haşr, kendisi sebebiyle yaratıldığının bir gerçeğidir. Semalar ve yeryüzü, dünya ve ahiret O’nundur. Emr ve halk alemini gerekli kılan ve yaratan O’dur, cismani haşrı inkar etmek, bunların inkarı anlamına gelir.

 

İÇİNDEKİLER