Saliklerin Hatası

 

İrade ve tarikat ehlinin bu konudaki hatası şudur: Onlar, kevni hakikatin müşahadesini ve rububiyetin tevhidinde fena bulmayı ariflerin makamlarından sanmışlar, hatta bunu makamların en üstünü olarak görmüşlerdir. Bu düşünceden ötürü, bu müşahedenin aydınlatmasını arzulayarak ve bu konuda fena yollarını hedefleyerek kendilerine bir yol tutturmuşlardır. Onları bu tutuma sevkeden şey fark-ı tabi'iyi (mahiyet farkı) kabul edenlerde gördükleri haldir. (Fark: Eşyayı Allah'tan ayrı fakat Allah'a ait görmek. Hakk'a ayrı, eşyaya ayrı vücut izafe etmek. Onlara göre eşyanın vücudu itibaridir)

Bunların tarikat yoluna olan yakınlıklarını reddetmişlerdir. Bu tür insanlardan uzak durmayı mutlak gerekli bir farz-ı ayn kabul etmişlerdir. Tuttukları yolda karşılarına şer'i fark çıktığında, kendilerine bir başka yol görünmüştür ki, bu yol onların birliğini bozmuş ve azmettikleri yolda birliklerini parçalamıştır. Takip ettikleri yolun nihai noktası olan cem görüşü aralarına girmiştir. Böylece bu önemli meselede yolları ayrılmıştır. (Cem': Bütün irade, kudret, kuvvet ve fiilleri Allah'tan bilmek)

Sufilerden bir kısmı ise bu görüşü tenkit etmiş ve buna iltifat etmeyerek şöyle demişlerdir:

Zikrolunanın zatıyla bağı koparıp evrad ile meşgul olmak, gayeden kopmaktır. Evrad ile kastolunan, Amir üzerinde yoğunlaşmaktır. Cem vasıl olduktan sonra vesileyle uğraşarak Maksud'dan gaflet etmek ve huzurunda geri dönüp tekrar O'na ulaşma yolculuğuna çıkmak ne demek oluyor? Bunlardan biri, genellikle şu şiiri okur:

Gafil olan kimseden evrad istenir.

Her vakit kalbi vird ile dolu olandan bu nasıl istenir?

Onlardan biri, ilahi emrin tefrik edilmesi görüşünü mecburen kabul etmiş ve şöyle demiştir: Varlık açısından dilde farkın olması, şuhûd açısından kalbde cem' bulunması uygundur.

Bunlardan bir kısmı ise bütün ilahi emir ve yasakları kaldırırlar. Bunlara göre, bu emir ve yasaklara bağlanmak, şeriat kanununu kamu çıkarı ve ahlaki prensipleri muhafaza etmek için gereklidir. Bu ahlaki prensipler, gafil kimseleri tarikat yoluna hazırlanmaya teşvik eder. Tarikat yolunda ciddi mesafe alıca, Allah'a olan yakınlığı ve bağlantısından dolayı ilahi emir ve yasaklara ihtiyacı kalmaz.

Yine bazıları, ilahi emir ve yasakların, ancak, kevni hakikate ve fena makamına ulaşan biri için ortadan kalkacağını ileri sürmektedir. Kim bu şûhud makamına ulaşırsa artık ondan bu emir ve yasaklar düşer.

Bazıları da şöyle derler:

İlahi iradeyi müşahade etmek, ilahi teklifi ortadan kaldırır. Bu mertebe konusunda: Arif-i billah hiçbir çirkini kötü ve iyiliği güzel görmez. Bunlardan biri şöyle der: Arif, Allah'ın kaderdeki sırrını gördüğü için hiç bir münkeri yadırgamaz.

Başka bir iddiaları şöyle:

İbadetlerle iştigal etmek, telbis (şüphe) makamıdır. Bu iddialarına şu ayeti delil getirirler:

"Eğer peygamberi, meleklerden seçseydik, onu yine bir insan şeklinde yaratırdık ve elbette onları, düşmekte oldukları şüpheye yine düşürürdük." (el-En'am,9)

Bu görüş cehaletin en çirkinidir. Çünkü bu ayet, sebep ortadan kalktığı için, sonucun da kalkmasını gerektiren "lev= eğer" şart edatının cevabına dahildir. Ortaya attıklarının aksine peygamberin melek olarak gelmemesi, Allah'ın onları şüpheye düşürmekten kurtarmak istemesinden dolayıdır. Kafirler şöyle demektedirler:

"Peygambere bir melek indirilse.." (el-En'am,8) yani onu gözümüzle görsek.

Oysa ki Allah katından insanlara emir ve yasaklan indiren bir melek vardır. Fakat onlar gözleriyle görecekleri bir melek istemektedirler. Allah Subhanehu, insanlara gönderdiği elçisini meleklerden seçmemiş veya görebilecekleri bir melek indirmemiştir. Allah bunun hikmetini şöyle açıklamıştır:

"Eğer bir melek indirseydik hüküm verilmiş olur; sonra (tevbe etmeleri için) kendilerine bir an bile göz açtırılmazdı." (el- En'am,8)

Yani, derhal azap vacib olur ve hükmü icra edilirdi. Sonra, hala yalanlamaya devam etselerdi kendilerine bir mühlet tanınmazdı.

Bu ayet,Hicr Suresi'ndeki şu ayetin bir benzeridir:

"(Mekke kafirleri peygambere şöyle) dediler:"Ey kendisine kitap indirilen! Muhakkak ki sen bir mecnunsun. Eğer doğru sözlü kimselerden isen, bize melekleri getirsen ya!" Allah cevaben: "Biz, o melekleri, ancak hak ile indiririz ve indirildikleri zaman, onlara göz açtırılmaz" (el-Hicr, 6-8) buyurur.

Bu ayette geçen "Hak" kelimesi,burada azap manasına gelmektedir. Allah Teala sonra şöyle buyurmuştur:

"Eğer peygamberi melekelerden seçseydik onu yine bir insan şeklinde yaratırdık" (el-En'am,9).

Yani, onlara bir melek gönderseydik, onu insanoğlu suretinde yapardık. Meleği asli şeklinde gönderseydik, ondan tebliği alamayacaklardı. İnsan şeklinde gönderdiğimiz için de bize karşı şüphe etmeye devam edeceklerdi. Çünkü bu kimsenin, bir insan mı yoksa bir melek mi olduğunu bilemezlerdi. Elçiyi bir insan şeklinde melek yapsaydık yine biz onların zihinlerini karıştırmış, istemiş oldukları kişiyi başkasına benzetmiş olurduk.

Cenab-ı Hakk'ın "Şüphe ettikleri o şey" sözünün yorumu hakkında iki görüş vardır.

Birincisi: Zayıf görüşlü kimselerin kafalarını karıştırmalarından dolayı onlara bir cezadır. Bu kimseler, avamın zihnini bulandırdılar, hak ile batılı karışık gösterdiler. Bundan dolayı onların da kafası karıştırıldı ve melekle insan onlara bulanık geldi.

İkincisi: Onların kendi kendilerine şüpheli gördükleri, karıştırdıkları, doğruluğunu bildikleri halde kendilerinden olan Peygamber'e inanmadıkları, gözüyle görebilecekleri bir melek peygamber talep ettikleri için - ki bu durum kendi kendilerini şüpheye sevketmektedir- biz de onları şüpheye düşürdük. İleri sürdükleri görüşü kabul etseydik yine iman etmezlerdi. Kendi kafalarını kendileri karıştırdıkları için biz de onları şüpheye sevkettik.

Oluşların, sevapların, cezaların sebeblere, bilgilerin vasıtalara, hükümlerin hüccetlere, ahkamın illetlere, cezanın suçlara, sevapların taatlara bağlanması, hikmetin ta kendisi ve gereğidir. Bu grubun zikrettiği telbis ile bunun ne ilgisi var?

Allah'ın "el-Hakim" isminin yaratma ve emir alemi üzerindeki tesiri şudur ki, Allah Teala bunun gerçekleşmesini sebeblere bağlamıştır. Dünya ve ahiret, mükafat ve ceza arasındaki ilişki de böyledir.

Sebeplerin şüphelere yorulması, hem şeriat hem de kader açısından batılların en büyüklerinden biri sayılmıştır.

Bu insanları bu tür bir aşırılığa sevkeden amil, "ehl-i fark" dan nefret etmeleri ve onların bulunduğu çirkin durumu müşahede etmeleridir.

Allah'a yemin ederim ki, bu hallerine rağmen onlar, bunlardan daha hayırlıdır. Onlar cem' ve farkı, Allah'ın her şeyin Rabbi, Meliki, Halık'ı olduğunu, dilediği şeyin olduğunu, dilemediği şeyin olmadığını, emrettiği ile yasakladığı, sevdiği ile kızdığı hususları ayırdığını ikrar etmektedirler. Her ne kadar onlar çoğu zaman arzuları ile nefislerinin isteklerini birbirinden ayırsalar da, fark-ı nefsî (ruh ve nefsin ayrılığı) hususunu kabul ettikleri için bu ehl-i cem'den daha hayırlıdırlar. Çünkü onlar Allah'ın iyilikleri emrettiğini ve onları sevdiğini, kötülükleri nehyedip bu kötülüklere buğzettiğini ikrar etmektedirler. Onlar, arzuları ile nefislerinin isteklerini tefrik ettikleri zaman bu farkı bir din edinip, bununla kendilerinden Allah'ın emrinin ve nehyinin ortadan kalktığını iddia etmezler. Aksine, onun çirkin bir günah olduğunu itiraf ederler. Onlar bu konuda kusurlu, hatta şer'i fark konusunda müfrittirler. Gaflet ve nefsani fark ile birlikte imanlarının sahih olduğunu söylemek, bu kimseler hakkında söylenilebilecek son sözdür. Cem' ve şûhud görüşünü benimseyenler ise, imanlarının fasit olması ve dinin dışına çıkması tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Ne gariptir ki, bu kimseler, o kişilerin nefsî fark görüşlerinden kaçarken, şer'i ayırımı ihlal eden cem' görüsüne kapılmışlardır. Halbuki bunların durumu tamamen nefsi bir farktan ibarettir. Hakikatte bunlar olması gereken fark makamına dönmüşlerdir. Fark, insanlar için zaruridir ve olması gereklidir. Şeriat vasıtasıyla farkı anlayamayan kişi, nefis ve hevasıyla bu sonuca ulaşacaktır. Bu kişi insanlar içinde hevasına en fazla tabi olan kişi de olsa bu böyledir. Bunlar bu yola meylederler. Ve de bunun hakikat olduğunu sanırlar.

Özet olarak şöyle diyebiliriz:

Bu görüş, son derece büyük hatalar,imana aykırılıklar, hüsrana götüren unsurlar taşımaktadır.

"İşte bunlar, mekanları en kötü olanlar ve doğru yoldan sapanlardır." (el- Maide, 60)

Bu görüşü benimseyenlerin nihai durumu şudur. Cennet ehli ile cehennem ehli meleklerle şeytanlar, peygamberlerle onların düşmanları arasında ortak olan genel hakikati idrak hususunda fenaya varmaktadır. Bu hakikat, ilahi takdire bağlı kevni hakikattir.

Kim bu noktada kalıp ikinci farka yükselmezse -ki o da, dini- nebevi hakikattir- o kimse zındık ve kafirdir.

 

İÇİNDEKİLER