Tevbe, Israr ve İhmalin Tehlikeleri

 

Tevbenin hükümlerinden biri de şudur:

Günahkar bir kimse, günahın yollarıyla arasında bir engelin varlığından dolayı günah işlemekten aciz kalıp, bunu yapması imkansız hale geldiğinde tevbesi kabul edilir mi? Örneğin, dili kesilen, yalancı, iftiracı, yalancı şahid; hadımlaştırılmış zani; dört taraftan kıstırılmış hırsız; eli kesilmiş sahtekar gibi. Kısaca, daha önce yaptığı bir suçu çeşitli nedenlerden dolayı yapamaz hale gelen kimsenin tevbesinin hükmü ne olur?

Bu konuda, iki görüş ortaya konmuştur:

Birinci görüşün sahiplerine göre böyle birinin tevbesi sıhhatli olmaz. Çünkü tevbe ancak bir işi yapma ve vazgeçme gücüne sahip olan kimselerden kabul edilir. Yani tevbe imkansız olandan değil, mümkün olandan kabul edilir. Dolayısıyla, dağları yerinden oynatmaktan, denizleri kurutmaktan, göğe uçmaktan vb. gibi fiillerden dolayı tevbe tasavvur edilemez.

Bunlara göre tevbe, nefsin isteğine karşı çıkarak.hakkın isteğine karşılık vermektir. Böyle bir durumda ise nefsin isteği söz konusu değildir. Zira o, bu işi yapmasının imkansız olduğunu bilmektedir.

Yine onlar nezdinde bu; söz konusu işi terketmeye zorlanan ve buna zorla itilenin durumu gibidir ki böyle birinin tevbesi sağlıklı kabul edilmez,

Bunlar derler ki:

Halkın fıtratında ve akıllarında yerleşik anlayışa göre iflas etmiş kimselerin ve musibet ehlinin tevbesi muteber değildir. Ve onlar bu tevbeyi takdir etmezler. Aksine onu, iflas tevbesi, musibet tevbesi olarak adlandırırlar. Şair der ki:

Tevbe arayarak gittim;

Gördüm ki o bir iflas tevbesidir.

Yine bu görüştekiler şunu söyler: Bu konuda birbirini destekler mahiyette gelen birçok nass da buna delalet etmektedir. Böyle durumlardaki tevbe, fayda vermemektedir. Zira o, ihtiyari bir tevbe olmayıp zaruri bir tevbedir.

Yüce Allah buyuruyor ki:

"... İşte Allah bunların tevbesini kabul buyurur. Allah hem âlim, hem de hakimdir; Yoksa devamlı kabahat yapıp da her birine ölüm gelince, "işte ben şimdi tevbe ettim" diyen kimselere tevbe yok. Kafir olarak ölenlere de yok. işte biz bunlara çok acıklı bir aza'p hazırlamışızdır." (Nisa, 17-18)

Buradaki Cehalet, ameli cehalettir. Tahrim hükmünü bilse bile durum değişmez.

Katade derki:

" Rasulullah'ın ashabı, kendisiyle Allah'a isyan edilen her şeyin cehalet olduğu hususunda icma etmiştir. Kasıtlı olsun veya olmasın. Allah'a isyan eden herkes cahildir."

Yakından tevbeye gelince, müfessirlerin büyük bölümü bunun, ölüm anından önceki tevbe olduğu hususunda müttefiktirler.

İkrime bunun "ölümden önceki an" olduğunu söyler.

Dahhak ise, "Ölüm meleğinin yaklaşmasından önceki an" der.

es-Suddi ve el- Kelbi ise:

"Ölüm hastalığından önce sağlığında yaptığı tevbedir" derler.

Müsned ve diğerlerinde İbn Ömer (r.a)'den rivayet edilen bir hadiste Allah Rasulü (s.a.v) söyle buyurur:

" Kul, nefsini teslim etmedikçe Allah onun tevbesini kabul eder." (İbn Mace, Zühd, 30; Müsned, II, 132, 153; III, 425)

Ebu Heysem'in, Derrac nüshasında, ise, Ebu Said'den merfu olarak şu rivayet edilir:

" Şeytan derki: "İzzetine andolsun ki ey Rabbim, ruhları cesetlerinde olduğu sürece kullarını şaşırtmaktan geri durmayacağım". Yüce Rabbi ise şöyle buyurur:

"İzzetime, Celalime ve mekanımın yüksekliğine andolsun ki, benden istiğfar diledikleri sürece onları bağışlamaya devam ederim."

(Seyyid Reşid Rıza der ki: "insanlar, ayetin tefsiriyle ilgili bu sözlerin ve hadislerin zahirlerine bakarak aldanmakta ve tevbede ihmalkar davranarak, masiyetler üzerinde ısrar etmektedirler. Bu öyle bir hal aldı ki, masiyetler onların nefislerinde kök salmaya ve nefisleri bunlara alışmaya başladı. Onlar, alışkanlık haline gelen bu davranışları pek ender durumlar dışında bırakamaz oldular. Ta ki ecelleri gelinceye kadar. Ayetin manası; hoş ve kabul gören tevbenin, ölüm sarhoşluğu anına kadar kişinin ısrarla yaptığı masiyetlerden dolayı yapılan tevbe olmadığıdır. Bilakis, günahın işlenmesinden sonra onda ısrarı önleyecek en yakın zamanda tevbe edilmesi murad edilmektedir. Diğer ayet de bunu göstermektedir. İkrime, Dahhak ve diğerlerinin muradı, Allah Teala'nın son nefesini vermedikçe günahkarın tevbesini kabul edeceğine dair gelen hadislere muvafık düşmektir. Yani böyle biri, ölümden az ve çok zaman önce, herhangi bir vakitte tevbe ettiğinde onun tevbesi kabul edilir ve bu, ayete muhalif olmaz, insan islediği bir günahtan dolayı, ölüm anını beklemeden çok önce tevbe edebilir. Oysa, uzun zaman zarfında ısrar yüzünden yerleşmiş bir günahtan pek nadir tevbe edebilir. Tevbe etse bile, pek nadir olarak, bu ısrarın yol açtığı fesadı düzeltmeye muktedir olarak, yüce Allah'ın şu sözünü kendi hakkında doğrulayabilir: "Şüphesiz ben, tevbe edip iman eden, salih amel işleyen sonra hidayeti bulan kimseye çok mağfiret ederim."

Özetle söylemek gerekirse; Ayetten murad edilen mana; ısrar ve ihmalin tehlikeli olduğudur. Tevbe her halükarda isteyerek yapıldığında kabul edilir. Zira kişi, genel olarak yaşadığı üzere gider. Aldananlar dikkatli olsunlar...)

Bu, yakında tevbe eden kimsenin durumudur. Ama lafın gelişi "şimdi tevbe ettim" dediğinde, tevbesi kabul edilmez. Zira bu, ihtiyari olmayıp, zaruri bir tevbedir. Bu, güneşin battığı yerden doğmasından sonra, kıyamet günü ve Allah'ın kudretini gördüğü anda yaptığı tevbe gibidir.

Yine bu görüşün taraftarları şöyle derler:

Zira tevbenin hakikatı; kişinin nehiyle ilgili bir fiili terketmesidir. Bu terk ancak, kişinin gücü dahilinde olan bir husus için söz konusudur. imkansız olana gelince, kişinin böyle bir şeyi terketmesi zaten aklen düşünülemez bir durumdur. Tevbe, günahtan vazgeçmek olduğuna göre, bir şeyden vazgeçebilmek için onun yapılabilir bir şey olması gereklidir.

Aynı şekilde günah,da haram kılınmış bir fiili işlemeye dair iradeyi zorlamaktır. Bunda da söz konusu fiilin yapılabilirliği esasdır. Böyle bir fiilden tevbe etmek ise, gücün yettiği bir fiili terketmeye dair iradeyi kullanmaktır. Ve bu terkle bitişiktir. Güç yetirilmeyen bir fiile azmetmek, muhaldir. Böyle bir fiili terketmek zaruri addolunacaktır. Güç yetirilmeyen bir hususta azmin olması mevzubahis değildir. Çünkü bu, göğe doğru uçmayı veya dağların yerini değiştirmeyi bırakmak gibi bir-şeydir.

İkinci -ve doğru olan- görüşe göre ise, böyle birinin tevbe etmesi mümkün ve sahihtir. Hatta vakidir. Zira, tevbenin bütün rükünleri burada da mevcuttur. Bunlarda güç yeten husus, pişmanlıktır. Müsned'te merfu olarak zikredilen bir hadiste

"Pişmanlık tevbedir" (İbn Mace, Zühd, 30; Müsned, 1,376,423,433) buyurulmaktadır.

Günahtan dolayı pişmanlık ve kendini kınama tahakkuk ettiğinde bu bir tevbe olur. Tevbe hakkı böyle birinden nasıl alınabilir?

Pişmanlığın şiddetine ve kendini kınamasına bakılarak bunu yapmak doğru olmaz. Özellikle de bunları izleyen, üzüntü, gözyaşı ve korkudan ve kendisinin sağlıklı, fiilin güç yetirilir bir fiil olması halinde onu nasla yapmayacağına dair niyetinin açığa çıkmasından sonra bu düşünülemez.

Rasulullah (s.a.v) taate gücü yetmeyen kimseyi, onu işlemiş kişi mesabesinde değerlendirdiğine göre -ki aşağıdaki hadisler bunu göstermektedir- günah işlemeye gücü yetmeyen, onu zorla terkeden kimseyi -gücü yetmesi halinde ihtiyari olarak terkedeceğine dair niyetinden dolayı- ihtiyari olarak terkeden yerine koymak gerekir.

"Kul hastalandığında veya sefere çıktığında, sağlıklıyken ve mukimken yaptığı kendisine yazılır", (Buhari, Cihad, 134; Ebu Davud, Cenaiz, 2; Müsned IV, 410, 418)

"Medine'de öyle topluluklar vardır ki, siz yol aldıkça ve bir vadiyi geçtikçe onlarda sizinle beraberdirler. Dediler ki: "Onlar, Medine'de iken bu nasıl olur?" Dedi ki: "Onlar Medine'dedirler ye onları oraya özürleri hapsetmiştir". (Buhari,Meğazi, 80; Ebu Davud, Cihad, 20; İbn Mace, Cihad, 6; Müsned, III, 103)

Bunun açıklaması şöyle yapılabilir:

Günahın kötülüğü, bazan ona azmetmekten bazan da onu bilfiil işlemekten doğar ve bu azabı gerektirir. Gerek azmetme, gerekse işleme bakımından söz konusu aciz kimselerde bu kötülük kaynağı söz konusu değildir. Cezalar ise kötülüklere tabidir.

Yine bu , onun fiilini engellediği gibi temenni ve isteğini de engeller. Zira o, günah işlemeyi istediği ve temenni ettiği zaman ve sağlam olması halinde onu yapacağına niyet ettiğinde, tevbesi, bu istek ve temenniden vazgeçmekte kendini gösterir. Bu durumda ısrarı, kafi olarak tasavvur edildiği gibi bunun zıddı da tasavvur edilebilir ki bu, tevbedir. Hatta bu, açıkça görüldüğü üzere, ısrardan çok imkan ve tasavvura daha evladır.

Bununla, ölüm hali ve kıyamet günü edilen tevbe arasındaki fark şudur: Söz konusu iki durumda şer'i teklif kesilmektedir. Tevbe ise ancak teklifin varlığı anında geçerli olur. Aciz açısından teklif geçerliliğini korumakta, emirler ve yasaklar onu bağlayıcı olmaktadır. Onun hakkında, temenni, istek ve yapamama üzüntüsüyle terketme tasavvur edilebileceği gibi bu, onu yapmaktan dolayı duyulan pişmanlık ve hüzün şeklinde de tasavvur edilebilir. Allah, en iyi bilendir.

 

İÇİNDEKİLER