Tevbenin hükümlerinden biri de
şu husustur:
Tevbe, kul hakkına taalluk eden bir konuda olduğunda tevbe edenin
bu hakkı eda etmesi gerekir. Ya bunu ödeyerek veya helallik alarak-bunu
yapmalıdır. Bu hak, mali olabileceği gibi trişinin veya varisinin bedenine
verilen zarar da olabilir. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v) bir hadiste şöyle buyurur:
"Herkimde kardeşine bir mal veya ırz borcu varsa dinar ve dirhemin olmayacağı ve
ancak seyyiat ve hasenatın geçeceği gün gelmeden ondan hemen bugün kurtulsun."
(Buhari Mezalim, 10; Müsned, 2, 435, 506)
Eğer hak, manevi ise yani,
gıybet veya iftira gibi bir hususta ise böyle birinin tevbesinde, hak sahibine
bunu haber vererek vazgeçtiğini söylemesi veya, onun ırzına zarar verdiğini
bildirmesi şart koşulur mu? Veya bunun tayini şart koşulmaz mı? Ya da her ikisi
de şart koşulmayabilir mi? Yani, tevbesinde kendisiyle Allah arasında söz konusu
haksızlıktan tevbe ederek, kimseye bunu duyurmaması yeterli olur mu?
Bu konuda üç görüş vardır.
İmam Ahmed, iftira suçunun cezası hakkında iki rivayet zikreder. "İftiracının tevbesinde,
iftira edilenin haberdar edilerek bundan vazgeçildiğinin söylenmesi şart koşulur
mu? Yoksa koşulmaz mı?"
Şafii mezhebine göre, iftira
edilen şahsa duyurulması ve bundan vazgeçilmesi şart koşulmaktadır ki, Ebu
Hanife ve Malik de aynı görüştedir. Onların tabileri kitablarında bu
görüşlerini zikretmişlerdir.
Bunu şart koşanlar, söz konusu
günahın bir kul hakkı olduğu hüccetini savunmakta ve bu hakkın ancak sahibinin
affı ve ibrasıyla sakıt olabileceğini söylemektedirler.
Dolayısıyla, haktan beri
olmanın sıhhati için söz konusu meçhul hakkın bildirilmesi gerekir. Özellikle
borç sahibinin bunun derecesini bilmesi halinde bu elzemdir. Bu hakkı hakeden
kimsenin bunu bilmesi gereklidir. Zira o, çiğnenen bu hakkın derecesini
öğrendiğinde onu ibra etmeyebilir de.
Bunlar, şu hadise dayanmaktadırlar:
"Her kimde, kardeşine bir mal veya
ırz borcu varsa ondan bugün kurtulsun."
Dediler ki; Böyle bir zararda
iki hak ortaya çıkmaktadır:
İlki Allah'ın hakkı, diğeri kulun hakkıdır. Böyle
bir suçtan dolayı edilen tevbede, kulun hakkından onu ifa ederek , Allah'ın
hakkından ise pişmanlık duyarak kurtulmak mümkündür.
Ve bu yüzdendirki, adam
öldürenin tevbesi, ölü sahibinin onun canı üzerinde tasarrufta bulunmasına zemin
hazırlamadan tamam olmaz. Ölü sahibi ise dilerse kısası talep eder, dilerse
bağışlar. Yol kesicinin tevbesi de aynı konumdadır.
Diğer bir görüşe göre, gıybet,
iftira ve diğer hususlardan dolayı oluşan hakkın hak sahibine bildirilmesi tevbe
için şart koşulmaz. Bilakis kişinin Allah ile kendisi arasındaki tevbesi yeterli
olur. Ve gıybet ya da iftira edilen kişiyi bu haberlerle ilgili konuşmalar esnasında bunların
tam zıtlarıyla zikreder. Gıybetini övgü ve senaya çevirir. Onun iyiliklerini,
namus ve iffetini anlatır. Böylece, gıybet ettiği ölçüde bağışlanmış olur.
İşte, şeyhimiz Ebu'l-Abbas İbni
Teymiyye'nin (Allah ruhunu takdis etsin) tercihi de budur.
Bu sözün sahipleri, görüşlerine
delil olarak şunu söylerler: Hak sahibine hakkın bindirilmesinde mutlak kötülük
varolup herhangi bir maslahat içermemektedir. Onun bunu bilmesi çektiği acı ve
kederi artırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Oysa bunu bilmesinden önce o,
müsterih idi. Hatta bazı kişiler bu tür bilgileri sabırla karşılayamadıkları
için bedeni veya manevi bir rahatsızlığa duçar olabilirler. Nitekim şair şöyle
der:
Sana acı veren, senin
duyduğundur.
Oysa arkandan söyledikleri seni
böyle rahatsız etmez.
Durumun bu şekilde olması,
şariin bunu mubah görmesinden hatta vacip görüp emretme sindendir.
Bu görüşte olanlar derler ki;
Hak sahibine durumun bildirilmesi, söz sahibiyle onun arasında bir düşmanlığa ve
savaşa yol açabilir. O kişi, böyle birine asla dostluk beslemez. Onun bu
bilgisi, söz konusu gıybet veya iftiranın yol açtığı kötülükten daha büyük bir
kötülüğü doğurur. Bu ise, nefislerin arasını bulmayı isteyen Şâri'nin maksadına
aykırıdır.
Dediler ki:
Bu durumla, diğer mali haklara ve bedenî zararlara
taalluk eden haklar arasındaki fark iki cihetten ele alınır:
İlk olarak, ikinci tür haklarda
hakkı yenilen kişi, söz konusu hakkın kendisine dönmesi halinde ondan yararlanır.
Kuşkusuz bu onun mutlak hakkıdır. Hakkı ihlal edenin, onu sahibine iade etmesi
gerekir. Gıybet ve iftiradan doğan haklarda ise bu, söz konusu değildir. Zira
bunların bildirilmesinde, hak sahibine yarar sağlayacak bir husus olmadığı gibi
bilakis zarar verir. Bunlardan birincinin diğerine kıyası, kuşkusuz en bozuk
kıyaslardandır.
İkinci olarak, ikinci tür haklarda, kişinin
bunu bilmesi ona acı vermemekte, öfke ve nefretine yol açmamaktadır. Hatta onu
mutlu edebilmekte, sevindirebilmektedir.Tabii ki iftira ve gıybette bu, asla
mümkün değildir. Burada birinin diğerine göre değerlendirilmesi, bozuk ve yanlış
bir değerlendirme olacaktır.Gördüğün gibi iki görüş içinde, doğru olanı budur.
Allah, en iyi bilendir.
|