Tevbenin Hükümleri

 

Tevbenin hükümlerinden olarak şu husus zikredilir:

Tevbenin kabul edilmesi için o suça bir daha asla dönmemek şart mı, yoksa değil midir?

Bazıları, tevbe edilmiş suça bir daha dönmemeyi şart koşarak şöyle derler: O kimse, o günaha tekrar döndüğünde, onun ilk tevbesinin sahih olmayıp batıl olduğunu anlarız.

Çoğunluk, bu hususun şart olmadığı görüşündedirler. Bunlara göre tevbenin sıhhati .suçtan el etek çekmek, pişman olmak ve ona tekrar dönmemeye güçlü bir şekilde azmetmektir.

Eğer tevbe, kul hakkı hususunda ise, burada söz konusu haktan kurtulması şart koşulur mu? Bu konudaki tafsilata Allah izin verirse ileride bakacağız. Kişi bu hakkı tacize tekrar dönmemeye azmederek tevbe ederde sonra yine bu suçu işlerse, tıpkı suça ilk defa girmiş gibi olur ve önceki tevbesi batıl addolunmaz.

Bu mesele şu esasa dayanmaktadır. Kul, bir suçtan dolayı tevbe ettiğinde ve bilahere ona tekrar döndüğünde acaba ilk defa işlediğinde kazandığı günah da yine ona döner ve onda ısrarlı olarak ölürse her iki defa için de cezaya müstehak olur mu?

Yoksa ilk defadaki günahı tamamen silinip, onun günahından dolayı cezalandırılmayıp sadece sonraki suçun günahından mı cezaya çarptırılır.

Bu temel üzerinde iki farklı görüş ortaya atılmıştır:

Birinci gurup şu görüştedir:

Suça tekrar dönmesinden dolayı tevbe, sıhhatli olmayacağından daha önceki suçun günahı da ona döner.

Onlar bu görüşlerini şöyle açıklarlar:

Zira suçtan dolayı tevbe etmek, inkârdan İslam'a geçme mesabesindedir. Kafir bir kişi müslüman olduğunda, onun bu İslamı daha önceki inkarının ve onu getirdiği kötülüklerin günahlarını siler. Bu kişi, İslam'dan irtidat ettiğinde ise, bu irtidat günahıyla birlikte önceki günahları da geri döner.

Nitekim Rasul (s.a.v)' den sahih olarak gelen bir hadiste bu sabittir.

"Kim İslam'da güzellikte bulunursa, cahiliyye döneminde işlediklerinden dolayı sorgulanmaz. Her kim de, İslam'da kötülük yaparsa, önceki ve sonrakilerden dolayı hesaba çekilir." (Buhari, İstitabe, 1; Müslim, İman, 190; Müsned, 1,379)

Bu, müslüman olup da, İslamında kötülük eden kimsenin durumudur. Bilineceği üzere, irtidat, İslam'da işlenecek en büyük kötülüktür. Böylece kişi, irtidat ettikten sonra, en önceki inkar halinde işlediklerinden dolayı da hesaba çekileceği sabit olduktan ve bu iki hali arasındaki ihlal edilmiş İslamı da bunu iskat edemeyeceği görüldükten sonra, iki suç arasındaki ihlal edilmiş tevbenin de bunun gibi olacağı görülür. Dolayısıyla böyle bir tevbe geçmiş günahı düşürmeyeceği gibi gelecek günaha da mani olmayacaktır.

Yine bu görüştekiler, şunları da söylemişlerdir:

Çünkü tevbenin sıhhati, onun devamlılığına ve ona vefa göstermeye bağlıdır. Bilindiği üzere şarta bağlı olan, şartın ortadan kalkmasıyla ortadan kalkar. Nitekim İslam oluşun sıhhati de, onun devamlılığına ve ona gösterilen vefaya bağlıdır.

Yine onlar şu hususu da ifade etmişlerdir:

Tevbe, bütün ömre sığdırılması gereken bir vaciptir. Tevbenin süresi, bütün bir ömürdür:

Tevbe edenin, bunun hükmüne bütün ömrü boyunca riayet etmesi gerekir. Onun ömre isnadı, oruçlunun oruç tuttuğu gün orucu bozacak şeylerden uzak durmasına benzetilebilir. Günün büyük bölümü, orucu bozacak şeylere yaklaşmayan, fakat daha sonra orucunu bozan kimsenin, günün o vaktine kadar tuttuğu oruç da batıl kabul edilir ve oruç kabul edilmez. Onun durumu, hiç oruç tutmamış kimsenin durumu gibidir.

Onlar, bu görüşlerine delil olarak, şu sahih hadisi gösterirler:

"Kul, cennet ehlinin amellerini işler ve cennetle onun arasında bir arşınlık mesafe kalır da sonra kitab onun önüne geçer ve cehennem ehlinin amellerini işler ve sonunda oraya girer." (Buhari, Kader, 1; Müslim, Kader, 1)

Bu hadisteki ifadeye göre söz konusu husus, ikinci tür amellerin, ebedi azabı gerektirecek bir inkardan veya cehenneme girmeyi gerektirecek bir suçtan daha kapsamlıdır.

Bu yüzdendir ki Allah Rasulü:

"İrtidat eder ve İslamdan ayrılır" dememiş, şöyle buyurmuştur:

"O, kendisine ateş gerektirecek bir ameli işler.."

Bazı Sünen kitaplarında ise şu hadis yer almaktadır:

"Kul, altmış yılını Allah'a itaat ederek geçirir de ölüme yaklaştığında vasiyetinde haksızlık eder ve cehenneme girer. "

Kötü son, inkarla veya suçla biten sondan daha kapsamlıdır. Kuşkusuz ameller sonlarıyla değerlendirilir.

Eğer Mutezile'nin, hasenatın seyyiatla boşa çıkmasının gerekliliğine dair görüşü bize sorulursa şunu söylemek mümkündür:

Gerek Kur'an, gerekse sünnet, aksine hasenatın seyyiatı boşa çıkardığına delalet ederler.

Nitekim Kur'an'da :

"Kuşkusuz hasenat, seyyiatı giderir" (Hud, 117) buyurulmaktadır.

Allah Rasulü (s.a.v) de Muaz (ra)'a şöyle buyurmuştur:

"Bulunduğun her yerde Allah'dan kork ve kötülüğün arkasından iyilik yap ki onu silsin. İnsanlara da güzel bir ahlakla davran."

Diğer taraftan:

Kur'an ve sünnet, muvazeneye yani dengeye delalet ederler. Hasenatın seyyiatla boşa çıkması, Allah'ın Kitabı'nın bir bölümünün diğer bir bölümü ile kıyas edilmesidir ki, bu doğru değildir. Sırf Mutezile böyle söylüyor diyerek -heva ve taassup ehlinin yaptıkları gibi- Kur'an reddolunamaz. Aksine bizler, kimden gelirse gelsin hakkı kabul eder, batılı ise sahibine geri çeviririz.

Muvazeneye gelince, bu husus Araf, Enbiya, Mü'minun, Kana ve Hakka surelerinde zikrolunmaktadır. (Araf, 7-9, Enbiya, 47, Mü'minun, 101,111, Karia Suresi, Hakka 19,37)

Boşa çıkarmaya (ihbat) gelince, şunları zikredebiliriz:

Allah Teala buyurur ki:

"Ey inananlar, Allah'a ve Rasul'e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın!" (Muhammed, 33)

Ayetteki "ibtal" = (boşa çıkarma)'nın tefsiri, irtidattır.

Zira, o, boşa çıkaranların en büyüğüdür ama boşa çıkaran unsurlar onunla sınırlı değildir. Yüce Allah buyuruyor ki:

"Ey inananlar, minnet ve eziyetle sadakalarınızı boşa çıkarmayın! " (Bakara, 264)

Bu iki sebep, sadaka verme fiilinden sonra ortaya çıkmakta ve onu boşa çıkarmaktadır. Yüce Allah, minnet ve eziyetle verilen sadakanın batıllığını, riya ile sadaka verenin haline benzetmektedir. Yine O buyurur ki:

"Ey inananlar, seslerinizi peygamberin sesinin üzerine çıkarmayın ve ona söz söylerken birbirine bağırdığınız gibi yüksek sesle söylemeyin. Yoksa amelleriniz boşa gider de haberiniz olmaz." (Hucurat, 2)

Allah Rasulü sahih bir hadiste şöyle buyurur:

"İkindi namazını terkedenin ameli boşa çıkar." (Buhari, Mevakitu's -Salat, 15)

Aişe (r. anh), Zeyd b. Erkam'ın -ki veresiye satış yapmıştır- oğlunun annesine şöyle demiştir:

"Zeyd'e haber ver ki o Allah Rasulüyle yaptığı cihadı boşa çıkarmıştır. Tevbe etsin."

İmam Ahmed b. Hanbel de bir rivayette bu nassı işaret ederek şöyle demiştir:

"Kul, kendinden korktuğunda evlenmesi gerekir. Borçlanır ve evlenir. Böylelikle amellerini boşa çıkaracak bir duruma düşmemiş olur."

Hasenatı boşa çıkaran bazı seyyiatın bulunduğu gerek icma gerekse nass ile sabit olup, şeriatın kaidesi bu yönde istikrar bulduğuna göre tekrarlama kötülüğünün, tevbenin iyiliğini boşa çıkarması caizdir. Böyle bir tevbe, hiç edilmemiş gibi olur. Önceki ve sonraki kötü amel buluşur ve aralarındaki engel ortadan kalkar. Böylelikle tesir, her ikisi için de geçerli olur.

Bu görüşün sahipleri şunu da söylemişlerdir:

Kur'an, sünnet ve selefin icmaları, muvazeneye delalet etmektedir. Muvazenenin faydası, tercih edilene değer verilmesidir ki bu durumda gerek tesir gerekse amel sırf onun için söz konusu olup tercih edilmeyen için söz konusu olmaz.

İbn Mesud derki:

"İnsanlar, kıyamet günü hesaba çekilirler. Seyyiatı, hasenatından bir tane fazla olan cehenneme girer. Hasenatı, seyyiatından bir tane fazla olan ise cennete girer."

Sonra şu ayeti okudu:

"... Kimlerin tartılan ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erecektir; kimlerin de tartılan hafif gelirse işte onlarda ayetlerimize zulmetmekle kendilerine yazık edenlerdir." (Araf, 8-9)

Sonra şöyle dedi:

"Mizan, bir buğday tanesiyle hafifleyebileceği gibi aksi de olabilir."

Yine o der ki:

" Hasenatı seyyiatına denk olanlar ise Araf ehlinden olacaktır." (A'raf, tanımaktan gelir. Bunlar, Allah'ın kulları için vereceği sahidlerdir. Bkz. Araf, 46-48: "Araf üzerinde bir takım kişiler vardır. Her birini yüzlerinden tanırlar; Araftakiler, yüzlerinden tanıdıkları birtakım kimselere de şöyle seslenirler: "Gördünüz mü, çokluğunuzun ve büyüklük taslamanızın hiçbir faydası olmadı?")

Sonuçta şu ortaya çıkmaktadır.Tercih edilen, tercih edilmeyeni boşa çıkarır mı?

Onu hiç olmamış gibi kılabilir veya muvazene ile karşıladığını boşa çıkarır da fazlalığın tesiri devam eder mi? Muvazeneyi savunanlar bu konuda iki görüşe ayrılırlar.

Bu iki görüşe istinaden şu durum, ortaya çıkar:

Hasenet, seyyiattan bir taneyle dahi tercih edilir olsa, tercih edilen, tercih edilmeyeni toptan siler mi? Hasenatın hepsine mi sevap verilir? Yoksa seyyiatı karşılayacak kadar hasenat sakıt olur ?

Ve bu sakıt olan hasenat sevapladırılmayarak, söz konusu seyyiata ceza verilmez, yalnızca artan miktardaki hasenat mı sevaplandırılır?

Muvazene fikrini savunanlar bu temel hususta iki görüşe ayrılmışlardır.

Aynı şekilde, bir taneyle dahi olsa seyyiat tercih olunduğunda kul bu tek seyyieden dolayı mı yoksa bütün seyyiatından dolayı "mı cezalandırılır? Bu da iki görüş nezdinde farklı olarak değerlendirilmektedir. (Kişi, Allah'ın affetmeyeceği şirkten emin olunca, onun ne bir ameli zayi olur, ne de ecrinde bir eksilme olur. Onun hasenat ve seyyiatı arasındaki muvazeneye gelince bu; bunların onun nefsini tezkiye etmesinde etkili olduğu derecede olur. Mü'mini azaptan kurtaracak tezkiyenin tercih seviyesini Allah'tan başkası bilemez. Böylece, ceza, amel ve tartı hakkındaki birçok ayet cem'edilmiş olur. Ama, ameli boşa çıkartacak alametler, kendi kendini sorgulayan kişi tarafından bilinir.)

Bütün bunlar, tal'il ve hikem erilinin sahiplendikleri temel doğrultusunda ele alınmıştır.

Talil, hikem ve sebebleri, bunların sevap ve cezayı gerektirmesini reddeden Cebriyye'ye göre ise bu durum mutlak olarak, ilahi iradeye bağlıdır ve bu noktada yukarıdaki hususlardan hiçbirine itibar olunmaz. Onlara göre Allah'ın yapacağı fiil bilinemez. Hatta onlara göre, tercih olunan hasenat sahibi cezâlandırılabileceği gibi tercih edilen seyyiat sahibi de mükafatlandırılabilir. Hatta amel bakımından eşit olmalarına rağmen her iki kişiyi de cehenneme sokabilir, bunlardan biri diğerinden daha alt bir katta ceza çekebilir. Allah, Zeyd'i bağışlarken, Ömer'i cezalandırabilir ve her noktada eşit olmaları bu durumu değiştirmez. Allah Teala, kendisine hiç itaat etmeyen birini mükafatlandırırken, kendisine asla isyan etmeyen birini cezalandırabilir.

Neticede Cebriyye ehli nezdinde sebeb, hikmet, illet, muvazene, amellerin boşa çıkması ve hasenatın seyyiatı gidermesi gibi hususlar, nazar-ı itibare alınmaz. İyilik sahibi de kötülük sahibi de aynı konumdadır. Zira her ikisinin de cezalandırılması mümkündür. Lehine olan kişinin aleyhine olması caizdir. Onun bundan imtina etmesi ancak Rasul (s.a.v)'ün haber vermesiyle bilinebilir. Olmayacağı şeklinde haber verilen husus, Rasul (s.a.v)'ün haberinin, Allah'ın ilmine mutabık olmasından dolayı olmayacaktır.

 

İÇİNDEKİLER