Tevbenin Hakikati

 

"Tevbe"; kulun Allah'a yönelmesi ve ilahi gazaba uğrayan kimseler ile sapıkların yolunu terketmesidir. Bu ise ancak Allah'ın o kulu doğru yola (sırat-ı müstakim) hidayet etmesiyle gerçekleşir. O'nun hidayeti ise, ancak ve ancak yine O'nun yardımı ve iman nasip etmesi ile mümkün olur. Fatiha Suresi bunu en güzel şekilde sıralamakta ve en mükemmel bir biçimde ihtiva etmektedir. İlim, müşahede, hal ve marifet açısından Fatiha Suresi'nin hakkını veren ve gereği gibi kavrayan kimse, Allah'a kulluk konusunda bu surenin ancak samimi bir tevbe ile okunduğu zaman fayda vereceğini anlar. Kulun, işlediği günahlardan habersiz ve günahlar üzerinde ısrar ederken sırat-ı müstakime iletilmesi gerçekleşmez.

Birincisi; (günahları tanımaması), hidayeti tanımasına mani bir cehalet;

İkincisi ise (günahlar üzerinde ısrar etmesi), o kimsenin maksada ve iradesine aykırı bir sapıklıktır. Bundan dolayı tevbe ancak şu hallerden sonra geçerli olur:

1- Günahı bilip, tanımak,

2- Günahını itiraf etmek,

3- Dünya ve ahirette o günahın kötü neticelerinden kurtulmayı arzulamak.

Herevi, Menazil'de şöyle der:

"Günah işlediğinde şu üç şeyi düşünmelisin:

Günah işlediğinde Allah'ın korumasından çıkmışsındır, işlediğinde sevinmişsindir ve Cenab-ı Hakkın seni gördüğüne kesin olarak inandığın halde o günahı telafi etmek yerine işlemeye devam etmişsindir."

Müellif," Allah'ın korumasının dışına çıkma" ile muhtemelen, kulun Allah'a sarıllmayı ve O'na sığınmayı terketmesini kasdediyor. Çünkü kul Allah'a sığınsaydı hidayet ve O'na itaatin dışına çıkmazdı.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"Kim Allah'a (dinine) sarılırsa o, muhakkak doğru yola iletilmiştir" (Al-i İmran-101).

Kulun Allah'a sığınması kamil manada olursa, Allah o kimseyi asla yardımsız bırakıp terketmez. Cenab-ı Hak:

"Allah'a (dinine) sarılın, mevlanız O'dur. O ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır" (Hac, 78) buyurmuştur.

Yani, siz O'na sarıldığınız zaman O sizin dostunuz olur da size yardım eder; aynı şekilde nefislerinize ve Seylan'a karşı yardımını esirgemez. Nefis ve şeytan, insandan hiç ayrılmayan iki düşmandır; bu ikisininin düşmanlığı, harici bir düşmandan daha zararlıdır. Bu, iki düşmana karşı Allah'ın yardımı daha önemli ve kul buna çok daha muhtaçtır. Bu düşmanlara karşı Allah'ın yardımının miktarı, kulun Allah'a sarılması ölçüsünde gerçekleşir. İnşaallah "Allah'a sarılmanın (i'tisam)" gerçeği ve bu olmadan imanın gerçekleşemeyeceği üzerinde daha sonra duracağız.

Müellif "Allah'ın korumasının dışına çıkma" ile şunu kastetmiş de olabilir: Sen, ancak Allah'ın seni kendisi ile koruma altında tuttuğu tevbe kalkanının dışına çıktığında günah isleyebilirsin. Kişi bunu kavrayıp, tehlikenini büyüklüğünü sezdiğinde ve O'nun korumasından ayrılmanın dehşetini hissetiğinde şunu kesin olarak anlar ki; gerçek helak, O'nun korumasından uzak kalmakdır. İşte, "hızlan" ın (Allah'ın kulundan yardımı kesmesi ve onu kendi haline bırakması) hakikati ve esası budur. Allah, ancak seni terkedip nefsinle başbaşa bıraktıktan sonra günah işlemeye imkan bulabilirsin. Eğer O seni koruyup muvaffak kılarsa, günah sana yol bulamaz.

Arifler, "hızlan" ve "tevfik" in şu şekilde tarifinde ittifak etmişlerdir:

Hızlan: Allah'ın seni nefsine terketmesi ve nefsinle başbaşa bırakmasıdır.

Tevfik: Allah'ın seni nefsine terketmemesidir. Cenab-ı Hakk'ın, kulunu günah ile başbaşa bırakması ve kulun da o günahı işlemesi konusunda muhtelif hikmet ve sırlar vardır. İleride bunların bazılarını anlatacağız.

Her iki ihtimale göre de "Tevbe"; senin Allah'a sarılıp sığınman ve O'nun da seni korumasından ibarettir.

Müellifin, "Günahı işlediğinde sevinmen" sözüne gelince:

Günahı işlediğinden dolayı sevinmek; günahı çok sevdiğine, isyan ettiği yaratıcısının takdirini ve günahın kötü neticesini, ayrıca tehlikesinin büyüklüğünü bilemediğine bir delildir. Kulu bütünüyle kaplayan bu sevinç, o günahı işlemesinden daha zararlıdır.    

Mü'min bir kimse günahlardan dolayı asla bir huzur ve sevinç duymaz. Bilakis günahı işlediğinde ancak kalbine hüzün dolar. Fakat şehvetin lezzeti bunu hissetmesine engel olur. Eğer kalbindeki bu hüzün bitip neşe ve sevinci artarsa imanını yoklasın ve kalbinin ölümüne ağlasın. Çünkü eğer kalbi diri olsaydı, günah işlemesi onu üzer, öfkelendirir ve ona güç gelirdi. Eğer bunları hissetmiyorsa kalbi ölmüştür. Ölü için yaranın ızdırabı ne ifade eder.

Günah hususunda bu inceliği kavrayanlar ve buna dikkat edenler çok azdır. Bu çok korkutucu bir durumdur ve eğer şu üç hususla telafi edilmezse helake götürür.

1 - Günaha tevbe etmeden öleceğinden korkmak;

2 - Allah'ın emirlerine karşı daha önce işlediği günahlardan pişmanlık duymak:

3 - O günahı telafi edici bir iyilik işleme konusunda acele etmektir.

Müellifin "Günahı telafi etmeyi terkederek ısrarla o günahı işlemeye devam etmek" sözü ise şu manaya gelir:

Israr, Allah'a karşı gelme konusunda diretmek ve bunu alışkanlık haline getirmektir. Bu da başka bir günahtır, hatta ilk günahından çok daha günahtır. Bir günah işlendiğinde o daha büyük bir günahı işlelemeye sevkeder, o da ondan daha büyüğünü getirir ve böyle devam eder de sonunda o kul helak olur gider. Bu hal, günah işlemenin bir cezasıdır.

Günah üzerinde ısrar etmek de başka bir günahtır. Bu ısrardan acele bir şekilde vazgeçmemek, o günaha razı olmak ve ondan memnuniyet duymaktır. Bu ise helak alametidir. Bundan daha kötüsü ise, Arş-ı ala'dan Cenab-ı Hakk'ın kendisini gördüğüne kesin olarak inandığı halde aşikare günah işlemektir. Eğer O'nun kendisini gördüğüne iman ederek işlerse bu çok vahim bir durumdur. Eğer kendisini gördüğüne ve haline vakıf olduğuna iman etmezse bu da küfürdür ve bütünüyle İslam'ın dışına çıkmaktır.

Bu kişi şu iki hal arasında gidip gelir: Allah'ın kendisini açıkça gördüğünü bilmek ve haya duygusu az olmak ile İslam'ın dışına çıkma ve inkar etme. Bundan dolayı, en başta Allah'ın gördüğüne, daima onun halini bildiğine ve günahı işlediği esnada haline vakıf olduğuna kişinin kesin olarak inanması, tevbenin sahih olmasının ilk şartlarından addedilmiştir. Çünkü tevbe ancak müslüman bir kimseden sadır olabilir. Kafir biri ise Allah'ın kendisini gördüğünü inkar eden biridir. Onun tevbesi, İslam'a girmesi ve Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarını ikrar etmesidir.  

 

İÇİNDEKİLER